Coğrafyamızı dizayn eden antlaşma: Sykes -Picot 100. yılında

Firavun Hattuşili anlaşmasından Sykes Picot antlaşmasına Ortadoğu

2016 yılının ilk günlerindeyiz. Umutlanmak istiyor insan bu yıl barış için, huzur için ve bölgemizin selameti için; lakin coğrafyamızda birkaç yıldır işlenen katliamlar, süregelen kaos ve virane şehirler, bu ümidimizi şimdilik kara kış gibi donduruyor.

Hele bu yılın, bir de, I. Cihan Harbi sonrası, Osmanlı coğrafyasını Batı’nın emelleri ekseninde dizayn eden Sykes-Picot antlaşmasının 100. yılı olduğunu düşününce, bu seneyi sanki dünyamızın dondurucu kutup bölgelerinde geçireceğimiz hissini veriyor insana…

Kadim coğrafyamızın Mezopotamya ve Bereketli Hilal’i, Müslümanların Bilad-ı Şam’ı, Fransızların Levant’i ve İngilizlerin Middle East’i yeniden ameliyat masasında. Son yıllarda yaşadıklarımız, medyaya yansıyan raporlar ve halihazırdaki durum iyi analiz edildiğinde İslam dünyasının, özellikle Ortadoğu’nun etnik köken ve mezhep açısından bir ayrışmaya ve çatışmaya zorlandığı çok bariz bir şekilde görülmekte. Kısacası, Suriye’deki savaş, enerji savaşları ve bölünme senaryolarını yeniden gündeme taşıdı.

Cetvel ile çizilen yapay sınırlar

İngiliz Sir Mark Sykes ile Fransız Albay George Picot, yüzyıl önce, 1916 yılında, Osmanlı topraklarını bölüşmek için, İngiliz ve Fransız yönetimleri adına, gizli bir anlaşma yaptılar. Rus Çarı da bu ittifakın bir parçasıydı ilk başta. Çar, bu ittifak çerçevesinde boğazlardan ve Türkiye’nin doğusundan bazı şehirleri alacaktı. Ancak 1917 Rus Devrimi sonrası, Rusya bu ittifakın dışında tutuldu. Devrimin lideri Lenin de gizli anlaşmayı deşifre edince, dünyanın bu gizli anlaşmadan haberi oldu. 1918 sonrası Sykes ve Picot, Paris ve Londra’da, yeniden Suriye ve Irak haritası bugünkü halini alıncaya kadar orjinal müsvedde üzerinde epey çalıştılar. Halihazırdaki cetvelle çizilen sınırlar ise, 1920’de San Remo Konferansı’nda ortaya çıktı.

Sykes-Picot haritasının ilk orjinal hali, hiç dikkatinizi çekti mi bilemiyorum? Asıl haritada Musul, Mardin, Urfa, Halep, Hama, Humus ve Şam Fransız kontrolündeki Sünni Arap bölgesi olarak çizilmiş. Sanki bugün yaşananları özetliyor harita. Hani yüzyıl sonra işler yine aslına mı dünüyor diye düşünmeden edemiyor insan…

Tarihe şöyle bir baktığımızda biliyoruz ki, Musul’u yönetenler Halep ve Şam’ı da yönetmiştir veya Şam’ı ve Haleb’i yönetenler Musul’u da idaresi altına almıştır. Hamdaniler ve Zengiler bunun geçmişteki örnekleri. Peki! şimdi sormak gerek; Musul’u DAEŞ’e bir günde sunanlar ve Sykes-Picot sınırlarını aşıp Haleb’in yolunu gösterenler aslında bir taşla iki kuşu vurmayı amaçlamıyorlar mıydı? Birincisi; Sünni bölgeleri muhaliflerden arındırıp terörize etmek ve İran’ın önünü açmak, ikinci olarak da Sykes-Picot ittifakının orjinal haline yeniden dönüşünü adım adım sağlamak.

Cin şişeden çıktı

DAEŞ terör örgütü, geçen yılın başında, Suriye-Irak sınırındaki son sınır kapısı olan Tanaf’ı ele geçirdiğinde uzmanlar, “DAEŞ, Sykes-Picot Anlaşması’nı yırttı” yorumlarında bulundu. DAEŞ lideri Ebubekir el-Bağdadi de, “ilerleyişimiz, Sykes-Picot tabutuna son çiviyi çakana dek durmayacak” demişti. Bugün, Irak’ın 2. önemli şehri Musul’u elinde bulunduran örgüt, Suriye topraklarının önemli bir bölümünü de elinde bulunduruyor.

Irak’taki en çelişkili tablo ise görünürde İran’la kavgalı ABD-Batı’nın Irak yönetimini İran’a terk etmesi ve hatta altın tepside sunması idi. Irak’ın başına geçirilip ülkeyi ikinci İran yapan, etnik ve mezhebe dayalı her türlü husumeti körükleyen Maliki de, DAEŞ gibi örgütlerin büyümesinde en büyük payı olanlardan biri.

Hakikatte, barbar terör örgütünün mimarları, DAEŞ’in katliamları üzerinden geçen yüzyılın diktatörlerine binlerce kez merhamet etmemizi sağlıyor. Bu coğrafyada orduların ve istihbaratların büyük güçlerin emelleri için geçen yüzyılda halklarını nasıl kıyımdan geçirdiklerini anlatmaya gerek var mı?

ABD’nin gözetiminde Rusya ve İsrail’in de desteği ile İran’ı çok zekice bölgenin derinliklerine çekiyorlar. Rus çarı kadim rüyalarının peşine düşerken, İran da yüzyıllar sonra Şah İsmail’in Akdeniz’e inme projesinin hayallerini kurarken, Batı da mezhep kavgasının oluşturacağı etkinin rüyalarını iştahla takip ediyor. Bugün PKK’nın terörü şehre indirmesinin nedeninin Kürt halkının çıkarlarını korumak değil bilakis büyük Rus Çarı ve İran şahının hedeflerinin tahakkuku olduğunu bilmeyenimiz yok gibi…

DAEŞ kabusu ile birlikte İngilizler, 100 yıl önceki asıl hülyalarını yeniden tahakkuk ettirmenin yollarını arayacak, İran da barbar DAEŞ tedhişini gösterip Sünnilere yönelik her türlü zulmün yolunu meşru gösterecekti. Böylece Cin şişeden çıkmış olacak ve bölge yeniden karışacaktı.

San Remo çöktü sırada Sykes-Picot var

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani, geçen yıl, el-Hayat gazetesine verdiği röportajda, “Ortadoğu’da Sykes-Picot anlaşmasıyla çizilen sınırlar yapaydı. Suriye ve Irak’ta yeni sınırlar kanla çiziliyor” demişti. Bölgede akan kanlar hududları aştı. Halkların zihinlerindeki sınırlar da kalktı. Sadece coğrafi hududlar kaldı. Onları da artık umursayan yok gibi…

Coğrafyamızın gelecekte San Remo Konferası’nda belirlenen siyasi sınırlara yeniden döneceği beklentisi içinde olanlar yanılıyor. San Remo Konferası’ndaki harita çöktü diyebiliriz, ancak Sykes-Picot’a aynı şeyi söylemek için henüz erken. Ancak bu yapay sınırların da tutmayacağı çok aşikar. Artık Sykes-Picot antlaşmasının ilk haritasına mı dönülür; yoksa yeni bir Bilad-ı Şam haritası mı ortaya çıkar önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Bosna-Hersek’te yaşananların aynısı burada tekerrür ediyor. Bosna’da yaşananlara “Balkanlaştırma” diyordu, Suriye’de yaşananlara da “Suriyelileştirme” adını veriyorlar. Sonuç, hep aynı taktik: Böl, parçala ve yut.

Ortadoğu’nun yeni Sykes-Picot’su Kerry-Lavrov mu?

Geçen yüzyılda Bilad-ı Şam’ın haritasını Sykes ve Picot çizmişti. Şimdilerde ise bölge ile ilgili uluslararası toplantılara baktığımızda ve bölge hakkındaki tartışmalarda isimleri öne çıkan iki ismi görüyoruz: Biri ABD Dışişleri Bakanı John Kerry diğeri ise Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov. Bu iki isim Sykes ve Picot’nun yerini alacak mı? Önümüzdeki günlerde bunu müşahede edeceğiz.

Gelinen noktada Sykes-Picot’nun tarafları bir biçimde Suriye’de yeniden bir araya gelmiş gözüküyor. Buradan yeni bir Sykes-Picot mu çıkar yoksa Suriye sahnesinin arkasında başka hesapları mı var? Yaşamakta olduğumuz gerçekliği görmemizi sağlayacak esas soru bu.

Bilad-ı Şam’ın jeopolitik önemi: Kadeş Antlaşması

Bilad-ı Şam kadim imparatorlukların ve medeniyetlerin ağırlık merkeziydi. Üç semavi dinin doğduğu yerdi. Kadim dünyanın ticaretinin geçiş hattıydı. Bugün halen o özelliğini korumaktadır. Suriye, Asya ile Afrika kıtaları arasında geçiş noktası olması dolayısıyla stratejik ve jeopolitik önemi de tartışılmazdır. Bölge, bu özelliği sebebiyle geçmişten günümüze değin birçok devletin ilgi odağı olmuş ve bu nedenle de elde edilmek istenmiştir.

Biladı-ı Şam’ın ve özellikle Suriye’nin jeopolitik önemi ilk kez dünya tarihinde Kadeş Antlaşması ile ortaya çıkmıştır. 1285 yılında yapılan Kadeş Savaşı sonunda Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili arasında imzalanan barış antlaşması, Suriye topraklarının paylaşılması ile neticelenmiştir. Bugüne kadar kaydedilmiş-bulunmuş en eski uluslarararası antlaşma, Bilad-ı Şam’ın özellikle Suriye’nin bölünmesi üzerinedir. Bu da bize bölgenin neden halen önemli bir yer teşkil ettiğini çok iyi anlatıyor.

Daha sonrasında Bilad-ı Şam, Mısır Firavunlarının, Sümerler, Akadlar, Sasaniler, Babiller, Ahmeşiler, Roma, Bizans ve İslam medeniyetinin bir parçası olmuştur. Bölge, tarih boyunca ya Anadolu, ya Irak ya da Mısır medeniyetinin bir parçası olmuştur. Geçiş bölgesi olduğu için bu üç bölgedeki imparatorluklardan hangisi daha güçlü ise hep ona bağlanmıştır. Bundan dolayı bölgede tarih boyunca hem çok kan akmış hem de bölgenin haritası onlarca kez değişmiştir. Bölge tarihte sadece 3 kez bağımsız devlet olabilmeyi başarmıştır. Birincisi Mittaniler dönemi, ikincisi Emeviler dönemi ve üçüncüsü ise 20. yüzyılda Fransızlardan bağımsızlığını kazandıktan sonra olmuştur.

Bu kan artık durmalı

 Bilad-ı Şam yeniden köklü bir değişimin eşiğinde. Dönüşümün halen başındayız. Maalesef bölgesel ve küresel güçlerin emelleri bölgeyi kan gölüne çevirdi. Bölgede değişim yaşanırken bazen hava saldırıları, bazen de barbar terör örgütü DAEŞ üzerinden bu coğrafyanın sadece insanları değil kültürü ve medeniyeti de yok ediliyor. O halde elbirliğiyle yapmamız gereken, ateşi söndürmekte yardımlaşmaktır.

Fil hakika, Sykes-Picot anlaşması yüzyıl önce 1916 yılında imzalandıktan sonra 1920’de bugünkü halini almıştı. Bereketli Hilal bölgesinde bugün süren çatışmaların önümüzdeki yıllarda nasıl bir harita ortaya çıkaracağını 2018 yılından sonra göreceğiz. Bu süreye kadar da bölgede çatışmaların ve kaosun süreceğini hepimiz tahmin ediyoruz. Soğuk savaş rüzgarlarının estiği yanı başımızda her gün yeni ittifaklara tanıklık edeceğiz.

Benzer konular