Türkiye’nin ekonomik büyümesini görmezden gelmeyi gelenek haline getiren uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları, şirketlerin ve ülkelerin kredi yönünden “güvenilirliğini” ölçüyor, verdikleri notlarıyla yatırımcıyı yönlendirme işlevi görüyor. Ülkemizde de isimlerini sıkça duyduğumuz Standart & Poor’s (S&P), Moody’s ve Fitch en önde gelen kredi derecelendirme kuruluşlarından. Bu kuruluşlar ülkelerin ve kurumların finans, bütçe gibi ekonomik özelliklerini göz önünde bulundurarak oluşturdukları tabloya göre bir not veriyor. Yatırımcılar için önem teşkil eden bu notlar derecelendirme kuruluşları tarafından her zaman doğru saptanamıyor ya da bilinçli olarak saptırılıyor.
Kredi derecelendirme kurumlarıyla not süreci 1991 yılında başlayan Türkiye, büyüyen ekonomisiyle kredi derecelendirme kurumlarının siyasi söylemler üretip, istedikleri oyunları oynayacakları bir alan bırakmıyor. Uluslararası alanda da tartışılan kredi derecelendirme kuruluşlarının şeffaf olmayan not verme süreci, Fitch Ratings’in Türkiye ofisini kapatıp notunu durağan olarak teyit etmesiyle tekrar gündeme geldi. Aynı derecelendirme kuruluşu, Türkiye ofisini kapattığını açıkladığı 20 Ocak günü Katalonya krizine rağmen İspanyanın kredi notunu yükseltti.
Yüksek faiz bahane
Derecelendirme kurumları, tutturdukları düzenle yıllarca ülkelerin kaynaklarını yüksek faiz bahanesiyle çıkmaza soktular. Diğer taraftan, ülkelere kötü not verdiklerinde hem ülke hem de ülkedeki firmaların yüksek faiz oranında borçlanmasına neden oldular. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise her fırsatta faiz oranlarına dikkat çekerek, düşürülmesi konusundaki ısrarını yineledi. 26 Aralık 2017’de çıktığı Afrika ziyareti dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, “Faiz politikamızı bu anlayışla sürdürmek bizim ekonomi konusundaki geleceğimizi olumlu etkilemez” diyerek yatırımdaki faiz engelinin oluşturduğu problemin altını çizdi.
Türkiye 2011 yılında büyümede Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri arasında birinci, G-20 arasında da Çin’den sonra ikinci sıraya yükseldi. Bu durumdan dolayı bir not artışı bekleniyordu ama S&P, 1 Mayıs 2012 tarihinde Türkiye’nin kredi görünümünü “pozitiften durağana” indirdi. Dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, S&P için, “Standardı kaçmış ve bozulmuş olan kuruluş. Türkiye’yi eski günlere getirme çabası içinde.” diyerek faiz lobisine dikkat çekmişti.
Krizler turnusol kâğıdı
Türk Hazinesi 2012 yılı sonunda S&P ile anlaşmasını iptal etti. Dünyada 2008 ve 2011 krizleriyle birlikte kredi derecelendirme kuruluşlarının yapısı tartışılır hale geldi. Bu kriz döneminde yüksek kredi notuna sahip kurumlar ya battı ya da bir gecede notları en alt seviyeye indi. Bu da kuruluşların kredi notu verme sürecinin şeffaf olmadığının en bariz örneği olarak dikkat çekti.
Kredi notları üzerinden Türkiye’ye siyasi tehditler yollayan Fitch Ratings Kıdemli Direktörü Paul Rawkins, 2015 yılında yaptığı bir açıklamada “Başkanlık sistemine geçiş olursa geliştirilen politikaların güvenilirliği konusunda riskler artabilir. Hukukun üstünlüğü ilkesinin zarar görmesi riski de büyür. Kurumlar üzerinde daha fazla risk oluşur.” demişti. Rawkins’in açıklaması bu kuruluşların yalnızca ekonomik ve iktisadi meselelerle ilgilenmediğini, ülkelerin iç siyasetlerine de yön vermeye çalıştıklarını gösterir nitelikteydi.
‘Şeffafız’ kriter açıklamıyoruz
Kredi notları verilirken göz önünde bulundurdukları kriterlere ilişkin kamuoyuna bir açıklamada bulunamıyorlar. Sözde kriterler ve faiz oranlarıyla kimin ne kadar borçlanacağını belirliyorlar. “Şeffafız” deyip açıklamadıkları kriterlere dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Nisan 2017 günü yaptığı konuşmada bu kuruluşların objektif olmadığını, siyasi işler peşinde olduklarını bildiklerini ve birçok ülke tarafından inandırıcılıklarını kaybederek sipariş üzere not verdiklerini dile getirdi.
TESK başkanı Bendevi Palandöken de kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin büyümesini göz ardı ederek inandırıcılığını kaybettiğini vurgulayarak, “Üçüncü çeyrekte en hızlı büyüyen ülke olmamıza rağmen ekonomik verileri daha düşük ülkelerin kredi notu bizden daha yüksek. Bu rekor büyümenin yatırımları daha da artıracağını belirtmiştik. Fakat uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin kredi notunu yatırım yapılabilir seviyenin altında tutup tüm bu gelişmeleri dikkate almıyor.” dedi.
Ülke notumuzu belirlesin diye anlaştığımız Fitch ise ekonomik seviyemiz iyiyken hiç umursamadan notlarımızı kırmaya devam etti. Yani “parasını ödeyerek” kırık not aldık. Bu haksız notlandırmayı anlayabilmek için Türkiye ile aynı notları alan ülkelerin isimlerine bakmak yeterli olur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2012 yılından bu yana yaptığı konuşmalarında da sürekli bahsettiği Yunanistan, kredi notuyla bu konuya önemli bir örnek teşkil ediyor.
Olumlu not ver, batır
Sözde belli kıstaslara göre not verdiğini söyleyen kurumlar, milyonlarca dolar borcu olan ülkelerin kredi notunu düşürmezken, kendini geliştirmekte olan bazı ülkelerin notlarını ya durağan seviyeye ya da yatırım yapılamaz derecesine çekiyor. Ülkelere verdikleri not üzerinden ekonomik kriz çıkabiliyor ya da krizlerin oluşmasına ortam hazırlayabiliyorlar. Özellikle 2008 ekonomik krizinde haksız yere verilen yüksek notlar, yanlış bilgiler ve ülkelerin karşılaştığı farklı muameleler, kredi derecelendirme kuruluşlarının güvenilirliğinin sorgulanmasına neden oluyor.
Bu kuruluşların verdiği kararların doğruluğu, yüksek not verdiği birtakım banka ya da kuruluşun birkaç gün sonra iflas etmesiyle sorgulanır hale geldi. Örneğin, 2008 yılında Lehman Brothers’ın iflas etmeden kısa bir süre önce derecelendirme kuruluşu S&P tarafından en iyi not olan AAA notunu alması dünya piyasalarında “yüzyılın krizi” olarak adlandırılmıştı. S&P, sorumsuzluğu yüzünden yüz binlerce kişinin işsiz kaldığı kriz için “Bilgisayarlarımıza virüs girdi” açıklaması yapmıştı.
Al parayı ver notu
Kredi derecelendirme kuruluşlarının “ceplerine 3-5 kuruş koyularak alınan kararlara” örneklerden birisi de Türkiye’den. Fitch en son geçtiğimiz Kasım ayında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kredi notunu en yüksek seviye olan AAA olarak teyit etmişti. Kredi notunun bu derece yüksek olması 2015 yılında gündeme gelmiş, İzmir Büyükşehir Belediyesi yaptığı açıklamada, Fitch ve Moody’s’e para ödediği iddialarını reddetmişti.
Fitch, İstanbul ofisini kapattığını duyurduğu gün, Türkiye’nin genel durumunu durağan olarak nitelerken, S&P ise ekonomik olarak kötü bir durumda olan, çalışanlarının maaşını ödeyemeyecek halde bulunan, sürekli yeni bir kemer sıkma politikası uygulayan Yunanistan’ın kredi notunu yükseltti. Açıklamada, Yunanistan’ın ekonomik büyümesi ve mali görünümünün düzeldiği belirtildi.
Ekonomi iyi not kırık
Aynı hareket 2016 yılında Moody’s tarafından yapılmış, yine İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne AAA notu verilmişti. İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nde tartışmalara neden olayla ilgili konuşma yapan AK Parti Grup Başkan Vekili Bilal Doğan, Büyükşehir Belediyesi’nin kredi derecelendirme kuruluşları tarafından aldığı notlarla ilişkin olarak, “Kıstas, parayla alınan notlar değil İzmirlinin notudur” demişti.
2012 yılına kadar Türk ekonomisindeki gelişmeleri görmezden gelen bazı derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin bu kararlı büyüyüşüyle durumunu olumlu olarak değiştirmek zorunda kalsa da, bunu iyi bir notla taçlandırmadı. Derecelendirme kuruluşlarıyla ilgili asıl problem, bu kurumları denetleyecek olacak gücün hangisi olduğuyla başlıyor. Soracağınız sorulara kimin resmi olarak cevap vereceği belli değil.
Fon için başvuracak olan firma ya da ülkelerin, en bilinen bu 3 kredi derecelendirme kuruluşlarının dışında başka bir kuruluştan not getirmesi istenmiyor. Haliyle akıllara şu soru geliyor: Aralarında nasıl bir ilişki var? Zira Moody’s, 21 Eylül 2016 yılında “Başarısız darbe girişiminin (15 Temmuz) Türkiye ekonomisi üzerinde oluşturduğu şok önemli ölçüde azaldı” açıklamasını yaptı ve iki gün sonra 23 Eylül günü ne değiştiyse, Türkiye’yi birden “yatırım yapılamaz ülke” olarak açıkladı.
18 yılda ne değişmedi?
Türkiye’ye bu kuruluşlarca 1994 yılından 2012 yılına kadar yatırım yapılabilir seviyede not verilmedi. Aslında bu 18 yılda değişmeyen Türkiye’nin ekonomisi değil, bu kuruluşların zihin yapısı oldu. Anlaşılmaz bir tutum izleyerek siyasi söylem üretip, ülkeleri istikrarsız ve müdahale edilebilir olarak konumluyor, öte yandan ülke notuyla istediği gibi oynayıp ülke ekonomisinin algısını düzenleyebiliyorlar. Diğer taraftan özel sektörü yönlendirmeye kalkıp ekonomiye ağır bir maliyet yüklüyorlar. Moody’s Türkiye için “yatırım yapılamaz” diyedursun çift haneli çeyrek büyüme rakamları, bunun tam tersini söylüyor.