CIA tarafından 23 Mayıs 2007 tarihinde kamuoyuna açıklanan belgeler arasında bir değerlendirme raporu var. 31 Aralık 1980’de araştırması biten ve Şubat 1981’de yayınlanan gizli rapor “Kuzey Afrika’da İslam: Devrimci güç olarak potansiyeli” adını taşıyor. Raporda CIA bünyesinde görev yapan pek çok önemli bölümün ortak imzası var. Uluslararası Meseleler Bölümü ile Siyasi Analizler Bölümü tarafından hazırlanan rapora Operasyonlar Müdürlüğü, Coğrafi ve Toplum Araştırmaları Ofisi, Yakındoğu ve Güney Asya özelinde çalışan istihbaratçılar katkıda bulunmuş.
Kuzey Afrika İslâm’ı, Ortadoğu İslâm’ı
İslâm’ın uluslararası ilişkiler alanına yeniden dinamik bir faktör olarak geri dönüşünden bahseden rapor, İran devrimiyle birlikte diğer Müslüman toplumların da mevcut rejimleri dinî motifleri kullanmak suretiyle bertaraf edebileceğini ifade ediyor. Bu durumda işe Kuzey Afrika’daki İslam kültürünü anlamakla başlanması gerektiği âşîkar. Kuzey Afrika’da bulunan dört ülke Fas, Cezayir, Tunus ve Libya benzer dinî yapıları bünyesinde barındırıyor ve Ortadoğu’ya kıyasla daha homojen bir görüntü arz ediyor. Baskın Sünnî İslam çizgisi dışında ‘Halk İslam’ı’ diye tabir edilen yerel inanış şekilleri de birbirine oldukça yakın.
Rapora göre, İslâm Kuzey Afrika siyasî kültürüne tarihî açıdan iki büyük katkı sağlamış durumda. İlki, aslen Berberi unsurların ağırlıkta olduğu bir bölge olan Kuzey Afrika’da İslam dini sayesinde homojen bir Arap kültürünün oluşumu. Bu Araplaştırmanın aynı zamanda sıkı bir İslâmlaştırma ile içiçe geçtiğini söylemek mümkün. Kuzey Afrika’yı oluşturan dört ülkenin 20. yüzyıldaki bağımsızlık hareketlerine bakıldığında İslâm dininin kitleleri harekete geçirdiğini, sömürgeci dış güçlere karşı mücadeleci bir ruhu teşvik ettiği görülüyor.
Liderler dine ve Filistin’e oynuyor
Tunus gibi tepeden inme sekülerleşmenin topluma dayatıldığı bir ülkede bile dinî hassasiyetlerin yüksekliğine vurgu yapılan rapora göre, Kuzey Afrikalı liderler durumu kendi lehlerine kullanmayı ihmal etmiyor.
1970’li yıllar boyunca ülkeleri yöneten sınıfların kendilerini dini terminolojiyle ifade ettikleri görülüyor. Din, yönetimler tarafından rejimi meşru kılan bir araca dönüştürülmüş durumda. Tunus’ta bile medenî hukukun dine atıf yapan yönü dikkat çekiyor.
Bu arada dinle harmanlanmış milliyetçi yaklaşımı es geçmemek lazım. Filistin için verilen Arap mücadelesi en sık kullanılan figürlerden. Bu konuda Fas Kralı Hasan’ın yaptıkları örnek veriliyor. 1973 yılında Golan’ın geri alınması için asker gönderen Fas Kralı, 1974 yılında da Filistin’i desteklemek amacıyla ülkesinde bir Arap Zirvesi topluyor.
Raporun yayınlandığı tarihte Fas Kralı Hasan aynı zamanda Kudüs Komitesi başkanlığını yürütüyor. Bu konuda Cezayir ve Libya da benzer politikalar üretiyor. Arap-İsrail meselesinde tavizsiz milliyetçi bir yaklaşıma sahip her iki yönetim, petrolün Filistin meselesinde bir silah olarak kullanılmasından yana tavır koyuyor. Tunus ise Mısır’ın İsrail’e yakın politika izlemesini protesto ederek Kahire’den ayrılan Arap Birliği’ne evsahipliği yapıyor.
Ortadoğu başka, Kuzey Afrika başka
Rapora göre Ortadoğu’da daha radikal, daha muhalif, rejim değişikliği isteyen bir İslamî yorum söz konusu iken, Kuzey Afrika ülkelerinde rejimleri destekleyen, en azından yıkıcı muhalefet yapmayan bir yaklaşım söz konusu. Bunu da çeşitli nedenlere bağlıyor.
Modernleşme ve Batılılaşma olgusu Ortadoğu’ya nispetle daha eski tarihlere uzanıyor ve daha aşamalı bir geçiş süreci söz konusu. Oysa Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri örneğinde bir nesil içerisinde çok büyük değişikliklerin yaşandığı görülebiliyor. Kuzey Afrika’da sosyal sınıflar daha oturmuş durumda. Köylüler ile şehirli orta sınıf istikrarlı bir şekilde varlığını koruyor. Oysa Arap yarımadasında sosyal sınıf gerçekliği daha yeni oluşuyor. Dolayısıyla muhalif oluşumların katılığı son derece olağan.
Kuzey Afrika toplumlarında hoşnutsuzluk daha ziyade sosyo-ekonomik koşulların sonucu. Millî servetin dağılımında yaşanan adaletsizlik veya demokratik normların toplumsal zemine yayılmasında yaşanan sorunlar daha belirleyici. Dinî motiflerin ağırlıkta olduğu bir hoşnutsuzluk o nedenle Kuzey Afrika’ya uzak. Bu tür hoşnutsuzluk Ortadoğu’ya özgü.
Kuzey Afrikalı liderler genel itibariyle kendilerini İslamî değerlerin savunucusu olarak takdim etmeyi başarıyorlar. En azından İslamî değerlere bir tehdit olarak ortaya çıkmıyorlar. Dolayısıyla din, üzerinde ‘tartışılan’ değil ‘uzlaşılan’ bir mesele oluyor. Ortadoğu’da ise durum genelde aksi istikamette tezahür ediyor. Bunda elbette homojen olmayan, parçalı din yapısının da tesiri büyük. Örneğin Suudi Arabistan’ın resmî mezhebi, ülkedeki pek çok inanç ile kavgalı. Bırakın ülkeyi, hac ve umre için İslam coğrafyasının dört bir yanından gelen Müslümanlar ile pek çok noktada temel ayrılıklar söz konusu. Böyle bir vasatta din, doğrudan ‘tartışma zemini’ne dönüşüyor.
Milli din anlayışına doğru
Rapordaki ilginç analizlerden birini ‘milli din’ bahsi oluşturuyor. Kuzey Afrika ülkelerindeki farklı siyasî geçmişlerden kaynaklanan farklı ‘dini ideolojiler’ mevcut. Fas Kralı Hasan’ın kendisini dinî bir terim olan ‘imam’ sıfatıyla tanımlaması, kendi izlediği siyaseti bu zemine oturtma çabası buna örnek veriliyor.
Yine Tunus ve Libya’da da benzer ‘ideolojik’ yaklaşımlara dikkat çekiliyor. Tunus’un devrik Devlet Başkanı Habib Burgiba son derece seküler bir siyaset izlemesine rağmen yaptığı pek çok icraatı topluma sunarken İslamî söyleme başvurmadan edemiyor.