Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, “Siyasal İslam’la mücadele kapsamında” ülkede 1’i Türklere ait 7 caminin faaliyetlerine son verildiğini, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Avusturya Türk İslam Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Birliği (ATİB) bünyesindeki görevli imamların yurt dışından finanse edildikleri gerekçesiyle oturum izinlerinin iptal edileceğini açıkladı. Avusturya’da yükselen İslam karşıtlığından payını alsa da Avrupa’da Müslüman nüfusun giderek yükseldiği hesaba katılınca, kapatma kararı kutupları daha fazla sertleştirmekten başka işe yaramıyor.
Tarihin 50 yıl öncesini bile inkar edebileceğinin en açık delili, bu yüzyılda kıta Avrupası üzerinden verilebilir. II. Dünya Savaşı sırasında işlenen insanlık suçları, açılan toplama kampları, inanç özgürlüğü üzerine yapılan kısıtlamalar sanki hiç olmamış gibi, insanlık karnesini temize çeken ülkeler, şimdi yeni bir “öteki” bulmak peşinde, Müslümanları hedef seçmiş görünüyor.
Avusturya’nın camilerle ilgili verdiği kapatma kararı, akıllara yine bunu getirdi. Çok değil bir sene önce Alman medyası DİTİB mensubu imamların Türkiye adına casusluk yaptıklarını gösteren, Türkiye’nin Köln, Düsseldorf ve Münih konsolosluklarına gönderilmek üzere hazırlanmış üç farklı istihbarat raporunun ele geçirildiğine dair haberler yayınlıyor, DİTİB’i karalama kampanyası yürütüyordu.
DİTİB’in faaliyetlerini zan altında bırakan bu iddianın ortaya çıkardığı tartışma silinmeden, Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un açıklamasıyla beraber yeni bir gündem ortaya çıktı.
Avusturya Başbakan Sebastian Kurz, aşırı sağcı parti lideri ve Başbakan Yardımcısı Heinz-Christian Strache, Avrupa Birliği (AB) Bakanı Gernot Blümel ve İçişleri Bakanı Herbert Kickl ile düzenlediği basın toplantısında açıkladığı kararı, “Siyasal İslam ile mücadele kapsamında” değerlendirdi.
Kurz’un açıklamasına göre, Kültür Dairesi ve İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülen kimi cami ve derneklere yönelik soruşturman sonuçlanmış, bu kapsamda yurtdışından finanse edildiği tespit edilen imamlara sınır dışı kararı çıkmıştı.
Kültür Dairesi’nin bağlı olduğu AB Bakanı Blümel faaliyetleri sonlandırılma kararı alınan camilerden 6’sının Selefi dünya görüşüne sahip Arap Kültür Derneği’ne ait olduğunu, bu camilerde aşırıcı düşüncelerin yayıldığını ileri sürüyordu.
Blümel’e göre, Türklere ait camiler de Türk milliyetçiliğini yayıyor, caminin ülkede Müslümanları resmen temsil eden Avusturya İslam Cemaati’nden izinsiz faaliyet gösteriyordu.
İçişleri Bakanı Herber Kickl kararı savunurken, 2015’te çıkartılan “İslam Yasası”nı öne sürdü. Yasaya göre Avusturya’da görev yapan imamların yurtdışından maaş almalarını yasaklanmış, yurtdışından imamlara yönelik finansman yasadışı ilan edilmişti. Bu duruma göre Kickl yurtdışından maaş alan imamların oturum izinlerinin iptal edileceğini, oturum vizesini uzatmak için başvuruda bulunmuş kişilerin başvurularının reddedileceğini söyledi.
Müslümanlar ayakta
Kararla beraber Avusturya’da yaşayan Müslümanlar bir imza kampanyasına başlattı. Avusturya hükümeti buna bir anketle karşılık verdi. Anket sonuçlarıysa, kararın kamuoyundaki karşılığını gösterir nitelikte: Kapatılmaya karşı yüzde 94 hayır oyu verildi, yüzde 6’lık bir kesim kapatılmayı destekledi.
Dünya Müslüman Alimler Birliği de karara sert tepki gösterdi. Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Ali Muhyiddin el-Karadaği bir açıklama yayınlayarak Avusturya’yı ırkçılık ve sorumsuzlukla suçladı:
“Avusturya hükümetinden, ülkedeki 7 caminin kapatılması ve çok sayıda imamın sınır dışı edilmesine yönelik kararını gözden geçirmesini ve karardan vazgeçmesini talep ediyoruz.”
Bu kararla beraber entegrasyonun tersine döneceğini hatırlatan Karadaği şöyle dedi:
“Hükümetin bu kararları, ülkedeki Müslüman kardeşlerimize yönelik İslâm düşmanlığını bir üst seviyeye taşıdı.”
Türkler bu kalıba girer mi?
Türk Alman Üniversitesi Araştırma Görevlisi Taceddin Kutay yaptığı analizde, şimdiye kadar sorun çıkarmamış, sorun çıkarmayacağı varsayılmış bir işçi gücünün yani Türklerin, varlıklarını göstermesiyle böyle bir sürecin başladığına işaret ediyor:
“Türk emeğinin sömürülüyor olması halen değişmiş, dönüşmüş bir durum değildir. Buna mukabil 2000’li yıllar, Türk insanının yavaş yavaş Homo Oeconomicus’tan Homo Politicus’a doğru evrildiği bir süreç olarak tarihe geçti. Avrupa’nın her şehrinde birbiri ardına kurulan STK’lar, peşi sıra yayın yapmaya başlayan Türkçe yerel gazeteler, Türk sermaye sahibi bir sınıfın giderek kendisini daha da göstererek işveren konumuna gelmesi, Avrupa kamuoyunda sesi çıkan bir Türk’ü ortaya çıkardı. Ancak en büyük adım, hiç şüphesiz, Avrupa siyasetine Türk olarak dahil olması mümkün olmayan Türkler’in, yurt dışında oy kullanma hakkı kazanmasıyla atıldı. Türk siyasal partileri Avrupa’da dernekleşti, Avrupa’nın pek çok şehrinde siyasal toplantılar tertip edilir hale geldi. Artık Türk insanı, kendisine yakıştırılan (Emile Zola’nın Germinal’de tasvir ettiği) sadece bir işe sahip olmak ve bunu kaybetmemek tasasındaki işçi olmanın çok ötesinde, bir politize oluş içine girmiş ve biçilen elbiseyi yırtmıştır. Avrupa açısından uzun süredir cevap aranan temel sorulardan birisi, her geçen gün kamusal alanda varlıklarını daha yoğun olarak hissettiren, ancak bu alanda istenmedikleri için paralel bir toplum olarak ortaya çıkan Türkler’in sahip oldukları bu alanın nasıl daraltılacağı sorusudur.”
Bu soruyu soran Avrupa nasıl bir cevap vermeye hazırlanıyor? Yine Kutay’a göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kullanarak:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın varlığı, Avrupa ülkeleri tarafından bu işte kullanışlı bir argümana dönüştürülüyor. Avrupalı, “gayrimeşru bir siyasal figür” olduğu algısını sistematik olarak yaydığı Erdoğan üzerinden, Türklerin onlarca yılda elde ettiği kazanımları geri döndürme çabası içinde. Amaç Türkleri yeniden izole bir iş gücü haline getirmek. Ahmet, Mehmet olarak kamusal alanda varlığını ortaya koyan Türk, yeniden “Almancı” parantezine alınmalıdır. İlk öğretimde önü sürekli olarak kesilen, Gymnasium’a gitmesinin önüne engeller çıkarılan ve Politeknik okullarına yönlendirilerek ancak vasıfsız işçi olmaları hedeflenen Türk gençlerinden, bir kuşak sonra yeniden “Almancı” yaratmak amaçlanıyor.”
Hedef İslamiyeti marjinal göstermek mi?
İslamiyet Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan kalan kanun sebebiyle Avusturya’da resmi din. Avusturya’da yaşayan Türk sayısı 300 binin üzerinde. Bütün Müslümanları temsil etmesi öngörülen bir kurum (IGG) var ve bu kurumun başında uzun yıllardan sonra Türkler bulunuyor. Buna karşın Avusturya’da yaşayan Türkler cemaatler ve derneklere bölünmüş durumda. Her cemaat ve dernek kendi camiine ve cemaatine sahip. Radikal İslamcılığın giderek yükseldiği ve yayıldığı şayiası üzerine, söz konusu derneklere ve camilere yönelik baskılar 2010 yılından beri sistematik olarak artırılıyor.
Peki gerçek bu mu? Değil. Aksine bu cami ve cemaatlerin Selefi camileri olmadığı, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren Avusturya Türk-İslam Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği (ATİB) camileri olduğu gerçeği biliniyor.
Diyanetin elinde olan bu camiler kontrollü ve Türklerin sosyalleştiği mekanlar olarak öne çıkıyor. Fakat Avusturyalı politikacılar bu gerçeği görmezden geliyor. Kutay bunun nedenini meşru kurumları marjinalleştirme olarak açıklıyor:
“Ülkede yaşayan Müslümanların temsilcisi olma özelliğine sahip, siyasal kurumların, partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının muhatabı olan, Avusturya toplumuyla her zaman diyalog geliştiren ATİB, sürekli olarak mesnetsiz iddialarla suçlanır hale getiriliyor. Bu itibarsızlaştırmanın temel amacı, makul talepleri kamusal alanda dile getiren ve siyasal arenada temsil etmeye çalışan çevreleri itibarsızlaştırmaktır. Makul kesimi sürekli baskılanan, sindirilmek istenen ve marjinal olarak sunulan Müslümanlar, marjinal kesiminin tolere edilmesiyle topluca marjinal ve gayrimeşru bir kitle olarak sunulmaya başlandı. Bu söyleme göre, söz konusu Müslümanın kamusal alanda, siyasal arenada meşru karakterlerle yan yana durma hakkı olmamalıdır. Oysa bundan birkaç yıl önce Avusturya’da Müslümanların hakları siyasetçiler tarafından daha yüksek sesle dillendirilmekte, minareli cami yapımı, haftanın belli günleri açıktan ezan okunması gibi konular tartışılmaktaydı. Gelinen noktada, Türkler başta olmak üzere Müslümanların Avusturya’da yaşamalarına müsaade edildiği için minnettar olmaları bekleniyor. Siyasal arenada ve kamusal alanda elde edilen kazanımlar Avusturya kamuoyunca yok sayılıyor.”
Peki, bu süreç nereye evrilecek? Analistlere göre karar bir domino etkisi uyandırabilir. Şimdiye kadarlık 30-40 yıllık süreçte AB raporlarında aşırılıklardan uzak İslam yorumundan hep övgüyle bahsedilen Diyanet’in şimdi mercek altına alınması 15 Temmuz’dan da bağımsız düşünülemiyor. Kararın Türkiye ile ilişkileri tarihin en kötü durumunda olan Hollanda başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde de hayata geçirilmesi beklenebilir mi? Evet.