Çocukluğumda Ankara’nın Büyükelçilikler bölgesi olarak anılan Çankaya’daki Cinnah Caddesi üzerinde bir büyükelçilik vardı. Ait olduğu ülkenin ismi dahi tek başına o ülkenin haritadaki yerini saatlerce inceleyip tarihine merak salmama yetmişti. Büyükelçilik girişindeki ışıklı tabela üzerinde yazan ülkenin ismi hiç bitmeyecek gibi gelirdi: “Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi”.
Lideri Albay Kaddafi’nin egzantrik kişiliği, Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Türkiye’ye yaptığı yardım ve Lübnanlı Şii din adamı siyasetçi İmam Musa Sadr’ın bu ülkeye yaptığı gezi sırasında sırra kadem basması Libya’ya olan ilgimi hep canlı tutmuştur.
Tunus’tan doğuya doğru, Arap Baharı ile esen “özgürlük ve demokrasi rüzgârı” yanılsaması, Libya’yı bugünlerde en şiddetli jeopolitik fırtınalara maruz kalan Akdeniz’de pusulasız bıraktı. Irak ve Afganistan örneklerinde olduğu gibi, Batılı ülkelerin askeri müdahalelerine maruz kaldıktan sonra, kıyılarından umut yolculuğuna çıkan göçmenlerin doldurduğu başıboş tekneler gibi tarihin akıntısına terk edildi. Ta ki 8 yıllık bir belirsizlik girdabında bata çıka süren bu kaotik yolculuk yeniden silah sesleriyle bölünene kadar.
8 yıl önce olduğu gibi silahlar bir kez daha Trablus istikametine doğru ateşleniyor. Ancak bu defa hedefte Kaddafi gibi bir lider değil, Trablus’ta ‘ulusal meclis’ eliyle ülkede birliği sağlamaya çalışan hükümet, silahın arkasında ise karmaşık ilişkilerin adamı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı saran vekâlet savaşlarının “yıldızı”, Libya’nın yeni Kaddafisi olmaya aday General Halife Hafter var.
Amerikancı general
Uzun yıllar Amerika Birleşik Devletleri’nde sürgünde yaşadıktan sonra ortaya çıkan Hafter’ın, bağlı olduğu ipler Fransa, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan arasında Arapsaçına dönmüş durumda. Bu şaibeli “Generalin” Libya’nın tamamında hâkimiyeti sağlaması durumunda nasıl bir yönetim kurmayı hedeflediği de meçhul. Kaddafi karşıtı isyanın da başlangıç noktası olan Bingazi çevresinde sağladığı hâkimiyeti bugün Libya’nın tamamına kabul ettirmek gayretinde.
Amerika petrol, Hafter makam derdinde
Rusya askerî varlığını Libya’ya taşımak maksadıyla, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan nüfuz alanlarını Mısır’ın batısına taşıma hedefiyle, İtalya ve Fransa Afrika’dan kendilerine yönelen göçü durdurmak için, Amerika Birleşik Devletleri de Libya’nın enerji kaynaklarından pay edinme ümidiyle Hafter’in ilerleyişine göz yumuyor. Libya işte tüm bu çıkar çatışmalarının, göç ve enerji yollarının kavşak noktasında birliğini sağlama çabası içerisinde.
16. yüzyılda başlayan Osmanlı hâkimiyetinin ardından 1911’deki sömürgeleştirme maksatlı İtalyan işgaline kadar geçen yaklaşık 400 yıl, Libya topraklarındaki en uzun istikrar dönemi oldu. Libya’da benzer şekilde görece bir istikrar ortamı 1951’de bağımsızlığın ilan edilmesi ve Kral İdris es Senusi’nin tahta çıkmasıyla tesis edilebildi. 1969’da Albay Muammer Kaddafi’nin Kral İdris’i kansız bir şekilde devirmesi, esas darbesini ABD’nin Libya’daki petrol yatırımlarına ve askerî üslerine vurdu.
Libya huzur yurduydu
Amerikalılar gibi İngilizler de Kaddafi’nin darbesiyle Akdeniz’deki stratejik üslerinden mahrum kaldılar. ABD’nin 1986 yılında, Almanya’daki bir terör saldırısına misilleme olarak Trablus ve Bingazi’yi havadan vurmasına kadar Libya toprakları Afrika ve Ortadoğu’yu kasıp kavuran çatışmalardan uzak kaldı. Ancak 2011 yılına gelindiğinde komşusu Tunus’ta başlayan Arap Baharı beklenmedik bir hızla Libya topraklarına sirayet etti. Kaddafi’nin döneminin Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile kurduğu akçeli ilişkiler, İngiltere ile yaptığı gizli anlaşmalar ve de ABD ile başlattığı yumuşama süreci ülkesinin de iktidarının da bu fırtınadan muaf kalmasını sağlamaya yetmedi.
Libya toprakları günümüzden tam 2 bin 270 yıl önce, I. Pön Savaşı’nda olduğu gibi Avrupa kaynaklı bir saldırıya uğradı. Milattan Önce 3. yüzyılda bugünkü Tunus ve Libya topraklarına hâkim olan Kartaca İmparatorluğu, Sicilya’da ve Afrika’daki topraklarında Roma İmparatorluğu’nun saldırısına hedef olurken, hem ekonomik kaynakları hem de insan kaynakları açısından ağır bir kayba uğramıştı. Utanç verici barış şartlarına zorlanan Kartaca’yı esas yıkıma uğratan ise I. Pön Savaşı’nın ardından ücretleri ödenmeyen Libyalı paralı askerlerin Milattan Önce 240 yılında başlattıkları isyan oldu.
Libya’nın çocukları birbirini yiyor
Libya toprakları, tarihin tekerrür edebildiğinin bir başka delili gibi, bugün yine bir Avrupa saldırısının ardından Kuzey Afrika’nın kendi çocuklarının birbirlerinin kanını dökmesine şâhit oluyor. General Halife Hafter’ın bugün Trablus’a saldırısıyla gündeme gelen tehdit aslında ilk işaretlerini 2 ay önce, Şubat ayının ilk haftasında vermişti. Trablus’un güneyindeki Fizan bölgesine yönelen Halife Hafter günde 300 bin varil ham petrol çıkarma kapasitesine sahip el-Sharara petrol sahasına saldırıya geçti. Hafter bu hamleyi yaparken, Fransız hava kuvvetleri de Birleşmiş Milletler gibi uluslararası bir kuruluşun bilgisi ve onayına ihtiyaç duymadan, Kaddafi’nin devrilme sürecinde olduğu gibi bir kez daha Libya topraklarını vurmaya başladı.
Bahâne hep aynı
Fransızlar, bölgede DEAŞ ve el Kaide bağlantılı gruplar olduğunu, General Hafter’in bu terör gruplarına karşı kendilerinden yardım istediği bahanesini öne sürdüler. Uluslararası kamuoyu, General Hafter’in, Fizan’da kendi topraklarında üretilen petrolden pay isteyen aşiretleri terör grupları olarak lanse ederek Fransızlara hedef göstermiş olabileceği ihtimali üzerinde durmamayı tercih etti.
El-Sharara petrol bölgesini ele geçirirken tepki görmeyen Hafter, haliyle son darbeyi vurmak ve önündeki son siyasi engeli yok etmek için Trablus’a yöneldi. Trablus’a yapılan ilk hava saldırıları öncesinde ABD’nin Afrika komutanlığına bağlı unsurlar hızla başkenti terk ederek Hafter’a kapıları açtılar. Şimdi, Birleşmiş Milletler’in her zamanki “derin endişeleriyle” izlediği bir tiyatronun sahnelenişine kim bilir kaçıncı kez şahit oluyoruz.
Batıdan Hafter’e: Dikkat çekmeden yap
Birleşmiş Milletler ve Batı dünyası dostlar alışverişte görsün düzeyinde kınamalarla meseleyi geçiştirirken, Libya’nın yeni Kaddafisine “Tamam Trablus’u al ama kitlesel sivil ölümlerine yol açıp, bir de tanınmış siyasi figürleri öldürerek bizi sıkıntıda bırakmadan bu işi kotar” mesajları veriyorlar. Kısa vadede ufukta görünen ise Trablus kentinin, yağmalanan petrol gelirleri ve kim bilir hangi dış kaynaklarla beslenen Hafter ordusunun eline düşmesinin kaçınılmaz olduğu.
Peki, vitrinde sergilenen Hafter’ın bu zaferi kalıcı olacak mı? Yüzyıllarca Trablus, Sirenayka (Bingazi ve Mısır sınırına uzanan topraklar ) ve Fizan (güneyde Çad sınırına kadar uzanan çöl bölgesi) eyaletlerinin oluşturduğu ülkenin bütünlüğü sağlanacak mı?
General Hafter ve onu destekleyen dış güçler bugün her ne kadar bu üç bölgedeki zengin petrol ve doğal gaz yataklarına hâkim görünseler de, birbirinden farklı etnik grupların ve sosyolojilerin hâkim olduğu bu bölgeleri bir arada tutacak ya da bunlardan birinin dahi silahlı direnişini tamamen ortadan kaldıracak bir güç yaklaşık 100 yıldır Libya topraklarına gelmiş değil.
Yeraltı kaynakları açısından bu denli zengin ve çok sayıda enerji şirketi ile onların bağlı bulunduğu ülkelerin rekabet alanı hâline gelen bu topraklar yakın bir gelecekte en iyi ihtimalle Irak’ın ya da Suriye’nin akıbetine uğrayacak. Irak gibi farklı mezhep ve etnik gruplara mensup siyasi yapıların biraraya geleceği gevşek bir fedaratif yapı en iyi seçenek olarak Libya halkına sunulabilir.
Diğer ihtimal ise bugün Suriye’de olduğu gibi, Halife Hafter’ı Beşar Esed misali ülkenin kendisine uygun görülmüş bir kısmına sığınmış olarak görebiliriz. Bu esnada Libya topraklarının en zengin doğal gaz ve petrol yataklarının bulunduğu kısımlar ise de facto olarak ABD, Rusya, Fransa ve İtalya arasında nüfuz bölgelerine ayrılarak harita üzerinde bölüşülmüş olur.
Hafter Libya’ya sahip olamaz
General Halife Hafter’ın Libya topraklarının tamamına değil uzun, orta vadede dahi hâkim olma ihtimali görünmüyor. Pakistan-Hindistan sınırından başlayıp Cebelitarık’a kadar uzanan bugünkü şiddetli sarsıntılı jeopolitik fay hattı Libyalı generalin ömrünün uzun olmasına izin vermeyecektir. Muhtemeldir ki Hafter’ın ortadan yok oluşu, tıpkı bir anda ABD’den yola çıkıp Libya topraklarına ayak basışında olduğu gibi ani ve gürültüsüz olacaktır.
Libya’nın istikrarını tehdit eden unsur Hafter’den ziyade, Fransa ile İtalya arasında Avrupa Birliği düzleminde, ABD ile Rusya arasındaki küresel rekabettir. Bu çok köşeli çatışmanın tarafları arasında Libya enerji kaynaklarının paylaşımı ve uluslararası piyasalara ulaştırılmasına ilişkin bir konsensus sağlanamadığı müddetçe bölgeye barış ve huzurun gelmesi mümkün görünmüyor.
Libya’nın Kıbrıs olma ihtimali
ABD, Doğu Akdeniz’den başlayarak, bölgedeki tüm deniz ve toprak altı doğal gaz kaynaklarını sıvılaştırılmış doğal gaza (LNG) çevirerek, Avrupa’ya yönlendirme ve böylece Rus doğal gazını Avrupa pazarında tasfiye etme hedefini güdüyor. Kıbrıs Adası gibi Libya da sahip olduğu zenginliklerin acısını uzun bir süre daha çekmeye aday durumda.
Bugün Türkiye’nin sıcaklığını yakından hissettiği Akdeniz’deki jeopolitik mücadele, Hafter’ın Trablus’u ele geçirmesiyle Libya’ya barış getirmeyeceği gibi, dahası bu jeopolitik rekabet Malta, Sicilya ve Korsika’yı da içerisine alacak şekilde daha geniş bir alana yayılacak. Kartaca tarihinin tekerrür etmesi gibi, 500 yıl sonra Akdeniz’de giderek büyüyeceği anlaşılan bu mücadelede, Barbaros Hayrettin Paşa’nın işaret ettiği üzere yalnızca karaya değil denizlere de hâkim olan galebe çalacaktır.
Ve günümüzde denizlerdeki üstünlük yalnızca savaş gemileri ile değil, Türkiye’nin geç de olsa sahip olduğu, sondaj gemileri ve platformları ile tesis edilebiliyor. Türkiye’nin de enerji bazlı bu mücadelede İskenderun Körfezi’nin, Kıbrıs’ın ve Türk Boğazları’nın savunmasının Cerbe Adası’ndan başladığının bilinciyle hareket etmesi gerekiyor.