Avrupa’da mezhep savaşları alarmı!

“Kendi aralarındaki mücadele pek çetindir. Sen onları birlik sanırsın ancak kalpleri başka başkadır.” (Haşr Suresi 14. Ayet)

Alman yazar Günter Wallraff, günümüzdeki birçok Avrupalı gibi dinle diyanetle pek ilişkisi olmayan birisi. Solcu kimliğiyle bilinir hatta Yunanistan’ın cunta tarafından yönetildiği zamanlarda hapis yatmışlığı vardır. Moda deyimle “seküler” bir adamın, dünyada ve ülkemizde büyük gürültüler koparan kitabı “En Alttakiler”de ilginç bir pasaj göze çarpar. Din ve mezhep olgusunun sosyal hayattaki ağırlığına ilişkin bu pasaj, 1648 yılında Avrupa’da din savaşlarını bitirdiği öne sürülen Westfalya Antlaşması’nın sanıldığı gibi kıtaya kalıcı bir barış getirmediğinin adeta delili gibidir. Gündelik hayattan politikaya değin Avrupa’da cereyan eden olaylar silsilesine dikkatle bakan, iz sürmeyi beceren bir gözün, ortada bir barış değil ateşkes olduğunu farketmemesi zaten mümkün değildir. Avrupa’nın din savaşları, üzerine beton dökülen ancak aşağıda içten içe kaynayan bir mağma kütlesidir. Açılan her çatlağı büyük bir gayretle örtmeye devam eden Avrupa, gün gelecek bu çatlakların üzerini kapatmaya artık yetişemeyecektir. İşte o gün geldiğinde, 24 Ağustos 1572’de yüz bine yakın Protestan’ın kılıçlarla doğrandığı, yakıldığı, çarmıha gerildiği Saint Barthelemy katliamını aratacak görüntülere şahit olunması neredeyse kaçınılmazdır.

Sahi, aynı dili konuşan, aynı etnik kökenden gelen Ortodoks Sırpların, Katolik Hırvatlar ile Müslüman Boşnaklara reva gördüğü muamele Saint Barthelemy’den daha dehşetli değil miydi? Daha dün Avrupa’nın kıyısında yaşananlar, yarın merkez coğrafyada yaşanacakların habercisi, kopacak büyük depremin öncü sarsıntısı olarak görülemez mi?

Buyrun, o vakit Wallraff’ın hikâyesine kulak verelim.

“Savaştan hemen sonra babam, kan zehirlenmesinden bir Katolik hastanesine yatırılmıştı. Kendisinden umut kesildiği için üç haftadır alındığı küçücük bir odada ölümü bekliyordu. Hastane görevlileri, öncelikle de hemşire görevi üstlenmiş rahibeler, babamın vaftizli bir Katolik olması nedeniyle iyice tepesine biniyorlar, Ulu Tanrı’ya karşı ağır günahlar işlediğini yüzüne vurup duruyorlardı. Babam, Katolik olmayan bir kadınla evlenmek gibi ağır bir günah işlemiş, üstelik tek oğlu olan beni de Protestan mezhebine uygun biçimde vaftiz ettirmişti. Ölümün eşiğinde olduğuna inanan babam, bu sonu gelmez serzenişlere daha fazla karşı koyamadı. Alelacele, kısacık bir süre içinde her şey kitaba uyduruldu. O küçücük odada yeniden, bu kez Katolik törelerine uygun bir evlenme ve nikâh töreni düzenlendi. Ben de ikinci kez, bu sefer Katolik yöntemlerince vaftiz edilmiş oldum. Olayın sahteliğini, iğretiliğini bugün bile olanca burukluğu ile yaşar gibiyim. Sırtıma bir vaftiz elbisesi geçirilmiş, elime bir mum tutuşturulmuştu. Trapist tarikatından bir rahip, adımın artık “Johannes” olduğunu söylemekteydi. Hemen itiraz ettim; adımın Günter olduğunu belirttim ama nafile! Tören hiç ara verilmeden, sonuna kadar sürdürüldü.”

Bavyera ürkütüyor

İskoçya’nın bağımsızlık oylamasına gittiği gün, 18 Eylül 2014’te, Deutsche Well Dagmar Breitenbach imzasıyla bir makale yayınlamıştı. “Özgür ve bağımsız bir Bavyera devleti mi?” başlıklı makale, bağımsızlık yanlısı Bavyera Partisi’nin lideri Florian Weber’in şu sözleriyle açılıyordu:

“İskoç dostlarımızın Bağımsızlık Referandumu’ndan zaferle ayrılmasını bütün kalbimizle temenni ediyoruz.”

Haftalık Bayernkurier gazetesinin yayın yönetmeni Wilfried Scharnagl da 2012 yılında “Bavyera bunu tek başına yapabilir” adıyla bir kitap yayınlamış, kitabın tanıtımını Hristiyan Sosyal Birlik Partisi’ni (CSU) Federal Meclis’te temsil eden Bavyeralı milletvekili Peter Gauweiler ile birlikte yapmışlardı.

“Bavyera tarihine, birikimine ve nüfusuna oranla dünyada layık olduğu yerde değil” diyordu Scharnagl. Ve ekliyordu: Haritalar sonsuza dek kalsın diye taştan imal edilmiyor. 25 yıl önce kim hayal ederdi ki Baltık devletleri, Letonya, Estonya ve Litvanya bağımsız olacak diye ama oldular işte.”

2011 yılında yine aynı partiyle bağlantılı Hanns-Seidel Vakfı’nın yaptığı bir araştırmaya göre Bavyeralıların yüzde 20’si bağımsızlık yanlısıydı. 2017 yılına gelindiğinde ise enteresan bir tablo ortaya çıkmıştı. Eylül ayında YouGov kamuoyu platformu tarafından yapılan bir ankette Bavyeralı vatandaşlara şu sorulmuştu:

“Benim devletim Almanya’dan ayrılan, bağımsız Bavyera olsun şeklinde bir açıklamayı destekler misin?”

Anketin sonucu Bild gazetesinin deyimiyle tam bir “ürkütücü şok” olmuştu. Bavyeralıların yüzde 32’si bağımsızlığı tercih etmişti.

Katolik Bavyera Birleşik Almanya’ya karşı

Toplamda 9 papa çıkarmış olan Almanların Protestanlık sonrası çağlarda çıkardığı tek papa, 2013 yılında istifa eden 16. Benedikt, bir Bavyeralıydı. Hepsi Ortaçağ papası olan diğerleri arasında en az hüküm süreni, papalık süresi bir ay bile sürmeden ölen, bir rivayete göre zehirlenerek öldürülen 2. Damasus da öyle. Bavyera Katolik kimliğiyle sadece Almanya’nın değil bütün Avrupa’nın önde gelen coğrafyalarından biri olageldi. 1871 yılında Bismarck tarafından Alman birliği sağlanırken en büyük baş ağrısı Bavyera Krallığı olmuştu. Daha doğrusu Bavyera’nın Katolik kimliği. Avusturya ve Fransa’yı peş peşe yenilgiye uğratan Prusya, Alman İmparatorluğu’nu ilan ettiği zaman Bavyera’nın boyun eğmekten başka şansı kalmamıştı. Scharnagl’a göre geniş ekonomik imkanlarına rağmen Bavyera o günden bu yana  huzursuzdu, büyük bir travma yaşıyordu. 21 Ocak 1871 günü Bavyera Meclisi’nin silahların gölgesinde aldığı Alman İmparatorluğuna bağlanma kararı Scharnagl gibilerine göre “Bavyera için felaket günü” olmuştu. Bavyera Prensi Otto o gün yaşadıklarını acı dolu kelimelerle ifade ediyordu:

“Bavyera’yı böyle boyun eğmiş görmek beni yasa boğuyordu. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Soğuk ve gösterişli bir gündü. Aynı zamanda duygusuz, merhametsiz ve de bomboş.”

Bavyera Krallığı, Alman İmparatorluğu’na tabi olarak varlığını 1918 yılına dek devam ettirdi. Ancak aradaki soğukluk hiçbir zaman giderilemedi. Bismack’ın Katolik Bavyera’yı hedef alan Kültür Savaşı’nın açtığı yaralar bir türlü kapanmak bilmedi. Kültür Savaşı yıllarında Katolik eğitim yasaklanmış, ülkedeki papazların neredeyse yarısı hapse atılmıştı. Bismarck ile Papa arasında Bavyera için yaşanan büyük çekişmenin izleri kimi zaman büyük krizlere yol açıyordu. 1900 yılında Alman İmparatoru II. Wilhelm’in doğum günü kutlamalarında Birleşik Almanya bayrağını reddeden Bavyera, tepki olarak sadece kendi mavi-beyaz renklerini göndere çekecekti.

Kuzey İrlanda çok mu farklı?

Avrupa’da mezhep farklılığının milli kimliğe, aidiyet duygusuna dönüştüğü yerlerden biri de Kuzey İrlanda. Katolik İrlanda Cumhuriyeti 1922 yılında büyük acılar ve bedeller ödeyerek İngiltere’den bağımsızlığını elde etmişti. Ancak ülkenin kuzeyinde sadece Katolik İrlandalılar yoktu. Kraliyete bağlı İngilizler de burada ikamet ediyordu. Dolayısıyla İrlandalıların bir türlü kabullenemediği o durum gerçekleşti ve adanın kuzeyi İngiltere’den kopamadı. İrlanda’nın bağımsızlığı için savaş veren teşkilat; kısa adıyla IRA olarak anılan İrlanda Cumhuriyet Ordusu, dikkatini artık Kuzey İrlanda üzerinde toplayacak ve günümüze dek süren o kanlı mücadele start alacaktı. Bunun kıta çapında Katolik – Protestan savaşı olarak algılanma riskini iyi bilen Avrupa, bu boyutu perdelemek için elinden geleni yapacak, olayın sadece etnik boyutu üzerinde yoğunlaşmayı tercih edecekti.

Katolik teröristler Protestan teröristlere karşı

Oysa olay, Katolik teröristlerin Protestan teröristlere karşı giriştiği mücadeleden başka bir şey değildi. İki taraflı şiddet öyle bir noktaya tırmanmıştı ki Papa II. Jean Paul 1979 yılında İrlanda’ya bir ziyaret yapacak ve “Dizlerimin üzerine çökerek size yalvarıyorum. Şiddet yolunu bırakın ve barışa dönün” demek zorunda kalacaktı. Hristiyan terörünün karşılıklı bombalarından kiliseler bile nasibini alacaktı.

22 Ağustos 1972 tarihli New York Times haberi bakın ne diyordu:

“IRA bugün boya satışı yapan bir dükkânı havaya uçurdu. Eylemin, dünkü Katolik Kilisesi bombalamasına karşılık vermek amacıyla gerçekleştirildiği sanılıyor. Doğu Belfast’taki kiliseye yapılan saldırıyı Protestan aşırı gruplar üstlenmişti.”

Benzer konular