Almanya-Fransa ittifakının yeni planı

Kıta Avrupası’nın iki büyük gücü Almanya ve Fransa, Avrupa’nın giderek zayıfladığının farkında. Bu zayıflık, ABD’nin başına sert güce inanan Donald Trump’ın ABD Başkanı olmasıyla iyiden iyiye fark ediliyor. Donald Trump, son 15 yılda başta Berlin olmak üzere, Avrupa’nın başkentlerine uyguladığı baskıyla, soğuk savaş sonrası Batı İttifakı içinde değer eksenli kurulan düzeni yeniden güç eksenli olarak değiştirmeyi hedefliyor. Berlin ve Paris ise böylesi bir denklemin kendileri için, 21. Yüzyıldaki küresel dizaynda ikincil bir rol önerdiğinin farkında. İki başkent hem Washington’u dengelemek hem de küresel alanda güçlerini korumak adına kendileri için çıkış noktası Çin’i mümkün olduğunca hızla güçlendirmek istiyor. Bu projede öncü rolü oynayan ise Trump’ın hedef tahtasında bulunan Almanya.

ABD Başkanı Donald Trump’ın küresel siyaset sahnesinde yine rol çaldığı bir haftayı geride bıraktık. 11-12 Temmuz tarihlerinde Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde ABD başkanı, kendisinden beklenen performansın hakkını vererek, arkasında yoğun bir toz ve duman kütlesi bıraktı. Atlantik İttifakı’nın iki önemli parçası ABD ve Kıta Avrupası’nın küresel siyasetin rotasına ilişkin derin görüş ayrılıkları yaşadığı, geçen ay Kanada’da düzenlenen G7 zirvesinden sonra bir kez daha Belçika’da teyit edildi. Daha önce de yine Gerçek Hayat sayfalarında, 2. Dünya Savaşı’nda ABD önderliğinde kurulan Batılı hegemonik düzenin içine doğru çökmekte olduğuna işaret etmiştim. NATO Zirvesi, bu çöküşün geri döndürülemez bir sürece girdiğini göstermesi açısından anlamlıydı.

Brüksel’de yapılan zirvede, ABD ve Almanya-Fransa ittifakı arasındaki gerilim iyiden iyiye su yüzüne çıktı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in zirve süresince ABD Başkanı Donald Trump’a karşı takındıkları ortak tavır ve dayanışma, Washington’a verilmiş net mesajdı.  Trump’ın özellikle, savunma bütçeleri, Rusya’ya bağımlılık ve göçmenler gibi konularda yaptığı çıkışların, Avrupalı müttefikleri tarafından içişlerine müdahale olarak değerlendirildiği ve hoşgörülmediğini söylemek yanlış olmaz.

İTTİFAK İÇİNDE YENİ DÜZEN TALEBİ

Fransa’nın ünlü Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, 1960’lı yıllarda “NATO Avrupa üstünde ABD hegemonyasını sağlamanın aracı” tanımlamasını kullanmıştı. ABD Başkanı Trump’ın Beyaz Saray’da koltuğa oturduğu günden itibaren, NATO’daki Avrupalı müttefiklerini hedef alan sözleri ve tavırları, de Gaulle’ün tespitinin ne kadar isabetli olduğunu ortaya koyuyor. Trump, adeta züccaciye dükkanına girmiş bir fil gibi Atlantik İttifakı dağıtmakla kalmıyor, ittifak üyelerini ABD’nin egemenliği altında, haraçlarını ödemek zorunda olan ülkeler olarak değerlendirmeyi tercih ediyor. Burada da ilk hedef Avrupa ekonomisinin motor gücü Almanya’yı seçmiş durumda. Trump, Almanya’ya ayar vererek başta Fransa olmak üzere, kendisine direnç gösterecek diğer ülkelerin de gardını düşürmeyi hedefliyor. O nedenle her fırsatta Almanya’yı savunma bütçesi üzerinden, Rusya ile imzaladığı Kuzey Akımı-2 projesi üzerinden ve Avrupa’ya yönelik göçmen akını üzerinden hedef alıyor.

Trump, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, Batılı ülkeler arasında değer temelli kurulan denge sistemini değiştirerek sert güç üzerinden yeni bir denge ve kontrol sistemi kurmayı hedefliyor. Elbette kurulacak yeni sistemde, ABD eşitler arasına birinci güç değil, hakim güç konumunda olunması isteniyor. Örneğin, Trump’ın, NATO zirvesi sırasında sarf ettiği tehditkâr, ‘’ABD’yi NATO’dan çıkarabilirim, ama buna gerek yok, harcamaları artırmayı kabul ettiler’’ ifadesi, kurulmak istenen yeni düzenin öncül alıştırmaları olarak okunabilir. Son olarak ABD’nin en yakın müttefiki olan İngiltere’ye yaptığı ziyarette, The Sun gazetesine verdiği röportaj ile ada ülkesinin içişlerine karışmakta beis görmemesi de bu yeni tutumun bir yansıması. Öyle ki ABD Başkanı, müttefik bir ülkede kimi başbakan görmek istediğini, anlaşmaların içeriğinin nasıl düzenlenmesi gerektiğini söylemekten geri durmuyor.

DİRENEREK MAKAS DEĞİŞTİRMEK

Kıta Avrupası’nın iki büyük gücü Almanya ve Fransa’ysa, Trump’ın kendilerine yönelik salvolarına karşı birlikte direnç gösterme yolunu seçmiş durumdalar. İki ülke de tek başlarına, Trump dalgasını kıramayacaklarının farkında. II. Dünya Savaşı sonrasında ABD tarafından işbirliği yapmak zorunda bırakılan iki rakip ülke, şimdi ABD’ye karşı işbirliği yaparak, güçlerini korumak istiyor. Hem Berlin hem de Paris, Avrupa’da yükselen aşırı sağ ve ekonomideki gidişatın bir türlü istenen seviyede olmaması nedeniyle, Washington’a karşı gardlarının düşük olduğunun farkında. Bu nedenle Washington’un ağırlığı dengeleyebilecek üçüncü bir aktörün desteğine ihtiyaç duyuyorlar. Bu aktörün, Avrupa’nın diğer ülkelerini ürkütmeyecek bir ülke olmasını da gözetiyorlar. Bu sebeple ki her ne kadar Moskova’yla iyi ilişkiler kurmak isteseler de, işbirliği konusunda tarihsel hafızanın da yönlendirmesiyle çok da istekli değiller. İşte bu noktada 21. Yüzyılın yeni süper gücü devreye giriyor: Çin. Pekin, hem Berlin hem de Paris için Washington’a karşı dengeyi sağlayabilecek yegane güç konumunda. Halihazırda zaten Berlin, uzun bir süredir bu sürece hazırlanmaktaydı. Paris’te son dönemde Pekin’le işbirliğini artıran hamlelere imza attı. Almanya-Fransa ittifakının, ABD’nin sertleşen politikaları karşısında seçeneği, Çin’i daha fazla güçlendirmek.

BERLİN-PEKİN EVLİLİĞİ

Geride bıraktığımız hafta, Trump kendi davullu zurnalı şovunu tüm dünyanın gözüne sokarken, Çin kendi geleneksel politikasına uygun şekilde, küresel satranç tahtasında hamlelerini ardı ardına yapmaktaydı. Bu hamlelerden ilki, Trump’ın her fırsatta yüklenmekten zevk aldığı Almanya’ya, Çin başbakanı Li Keqiang’ın gerçekleştirdiği ziyaretti. ABD Başkanı, twitter hesabı üzerinden Pekin ve Berlin’e ekonomik ve siyasi göndermelerle yüklene dursun, Avrasya kıtasının batı ve doğu uçlarını tutan, iki büyük ekonomik güç aralarındaki işbirliğini “stratejik ortaklık” olarak adlandırabileceğimiz düzeye çıkarmak amacıyla bir araya geldi. Almanya’nın uzun bir süredir, Çin’e ihtiyacı olan gelişmiş teknolojiye dair know-how paylaşımı yaptığı biliniyor. Son ziyaret bu işbirliğinin taçlandırılmasıyla sonuçlandı. Avrupa ekonomisini lokomotif ülkesinin en değerli markaları, kimya devi BASF, yazılım şirketi SAP, teknoloji devi Siemens, otomobil devleri BMW ve Volkswagen, benzer sektörlerde faaliyet gösteren Çinli firmalarla, stratejik işbirliği ve ortaklık anlaşmalarına imza attı. İmzalanan anlaşmaların, ABD başkanı Donald Trump’ın Çin’den ithal edilen ürünlere toplamı 300 milyar dolara ulaşan ek vergi uygulamalarını, popüler adıyla ticaret savaşlarını başlatan açıklamasına paralel olarak gerçekleşmesi, bu anlaşmaların sadece ekonomik değil siyasi olarak da bir paradigma değişimini işareti olduğunu gösteriyor.

Kıta Avrupa’sının büyük gücü, enerjide Kuzey Akım-2 projesiyle Moskova’yla bağlantısını genişletirken, diğer yandan, Pekin’le ekonomi ve teknoloji alanında güçlü işbirliğini adım adım inşa ediyordu.

12 YILDA 11 ZİYARET

Almanya Başbakanı Angela Merkel çok değil bir ay kadar önce, Mayıs ayının son haftasında, iki günlük bir ziyaret için Pekin’deydi. Bu Almanya Şansölyesinin Pekin’e yaptığı 11. Resmi ziyareti oluşturması anlamında dikkat çekiciydi. Yaklaşık 12 yıldır Başbakanlık görevini yürüten Merkel, neredeyse yılda bir kez Pekin’in yolunu tutmuştu. Dünya jeopolitiğini önemli ölçüde etkileyecek bu dip dalga, Çin Başbakanı’nın son Berlin ziyareti ve imzalanan anlaşmalar ile ete kemiğe büründü. Almanya, ABD’yle zorunlu evliliğin daha fazla yürümeyeceğine kanaat getirmiş durumda.

MACRON’DAN SEMBOLİK HEDİYE

Fransa Cumhurbaşkanı Macron da, Çin’le ilişkileri geliştirmek adına bu yılın başında Pekin’e üç günlük bir ziyarette bulundu. Macron’un yanında ülkesinin en büyük firmalarından 50 civarında işadamı da bulunuyordu. Fransa Cumhurbaşkanı, 3 günlük resmi ziyaretine ülkenin tarihi İpek Yolu’nun antik güzergahı Şaanşi eyaletindeki Şian kentinden başladı. Burada 12 asırlık tarihi Şi’an Büyük Camiini gezdi. Öte yandan Çin Dışişleri Bakanlığı Macron’un Şi’ye 8 yaşında Vesuvius isimli bir at hediye ettiğini bildirdi. Elysee Sarayı’ndan bir yetkili, “Güvenlik gerekçesiyle atı götürmek çok zor olsa da bunun cumhurbaşkanı için önemi büyük. At, Fransa’nın mükemmelliğinin bir sembolü” dedi. Macron’un hediye seçimi diplomatik çevreler tarafından, “bugüne kadar diplomasi dünyasında görülmemiş bir jest” olarak nitelendirildi.

***

ARAP DÜNYASININ AKLINI ÇELMEK

Çin, bir başka stratejik hamleyi de, ABD askeri gücünün ana akslarından birini oluşturan Arap yarımadasında yaptı. Washington’un söz konusu bölgede iyiden iyiye sert güçle bölgesel dengeleri lehine değiştirmek adına adımlar attığı bir dönemde, Çin, toplamı 120 milyar doları bulacak bir mali paketi, Arap ülkelerine vereceğini beyan ederken, gelecek 5 yılda, toplam değeri 5 triyon doları bulacak ithalatı da bu ülkelerden yapacağının garantisini verdi. Bu kararların alındığı merkez de Pekin dışında bir yer değildi. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Kuveyt Emiri Şeyh Sabah el-Ahmed el-Cabir es-Sabah, Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi gibi üst düzey katılımlarla sekizincisi yapılan Çin-Arap Ülkeleri İşbirliği Forumu Bakanlar Toplantısı Pekin’de yapıldı. Arap ülkelerinden toplantıya yönelik üst düzey katılım, Washington’un söz konusu başkentlerdeki nüfuzunun da eskisi kadar güçlü olmadığının bir göstergesiydi. Enerji ithalatının yüzde 37’sini Arap ülkelerinden yapan Pekin için, Arap başkentlerinin Washington hegemonyasından uzaklaşması mutlaka bir kazanç olacaktır. Bu anlamda, İran’ın stratejik Hürmüz boğazını kapatma tehditlerine, Pekin’den gelen sert uyarıyı da not etmeli. Ayrıca Çin’in son birkaç yılda, Arap yarımadasının kontrolünü sağlama adına, Pakistan’la stratejik ortaklığını güçlendirerek, kendi donanmasını konuşlandırabileceği Gvadar limanını kullanma imkanını elde etmesi, öte yandan Kızıldeniz çıkışını kontrol eden Cibuti’de ilk denizaşırı askeri üssünü açması, Washington’da alarm zillerinin çalmasına sebep olmuş durumda.

Benzer konular