Almanya acil çıkış arıyor

Berlin’de hem temizlik operasyonu hem de yaprak dökümü yaşanıyor. Bir yanda Neo-Nazi tehdidinin ete kemiğe bürünmesiyle kendini uçurumun kenarında bulan bir Almanya’nın kritik operasyonları; diğer tarafta 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan statükoyu temsil eden merkez siyasette hızla yaşanan erozyon ve kan değişimi arayışları. Alman gençliği ise kendine yol gösterecek ve ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir siyasetin arayışında aşırı sağdan, solun koyu renklerine kadar geniş bir yelpaze arasında gidip geliyor. Almanya’nın geleceği biraz da gençliğin dengeyi nerede kurmak istediğiyle de yakından ilgili. Avrupa ve dünyanın geleceği de bir noktada verilecek cevaba bağlı.

Avrupa’nın lokomotif ülkesi Almanya, 1945 sonrası kendisine dikilen elbisesinin artık dar geldiğinin farkında. Nazi geçmişinin günahını yüklenen ülke, ABD güvenlik şemsiyesi altında, sahip olduğu sanayi alt yapısının da verdiği fırsatla dünyanın önde gelen ekonomik güçlerinden biri olmayı başardı. Soğuk Savaş’ı tetikleyen ve aynı zamanda sona erdiğini ilan eden Berlin, 21. yüzyılda hem bölgesel hem de küresel anlamda nasıl bir rol oynayacağını tartışmakta. Bir tarafta Avrupa çapında yükselen aşırı sağın hedefindeki en büyük kale. Kale sadece dışarıdan değil içeriden de tehdit altında. Soğuk Savaş kuşağından isimlerin domine ettiği ve statükoyu oluşturduğu siyasal alanda, Almanya yönünü tayin etme arayışında. Alman merkez siyasetinde son dönemde yaşanan çöküş de, kamuoyunun artık ülkenin mevcut gerçekliğine uygun yeni bir siyaseti talep ettiğini gösteriyor.
Aslında her şey Ağustos ayının son günlerinde, Almanya’nın doğu kentlerinde Chemnitz’de patlayan ırkçı ayaklanma ile başladı. Bir bıçaklama olayı bahane edilerek, Chemnitz kentini, Neo-Nazi hareketinin meşrulaştırma gösterisine dönüştürülmesi, Almanya’daki dip ırkçı dalganın gövde gösterisinde bulunması ve sokakları terörize etmesi Almanya kamuoyunu şoke etti. Olayın belki daha da enteresan boyutu, İçişleri Bakanı Horst Seehofer ile iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı (BfV) BaşkanıHans-Georg Maassen’in, Chemnitz’te olan biteni görmezden gelen ve sümen altı etmek isteyen siyasi tavırları oldu. Skandalı katlayan olay ise İç istihbarat başkanı Maassen’ın ırkçı, aşırı sağcı AfD ile organik bağlarının olabileceğine dönük haberler oldu. Maassen’in gizli buluşmalar aracılığıyla AfD’ye kimi gizli bilgileri sızdırdığı iddia ediliyordu. Söz konusu iddialar ve Neo-Nazilerin hiç olmadığı kadar kamuoyunda görünürlük kazanması, Alman devletinin içerlerinde bir aşırı sağcı yapılanma olup olmadığına dönük soruları gündeme getirdi.

Berlin’de alarm

Ağustos ayında başlayan ve çığ gibi hızlanan gelişmeler Berlin’de alarma sebep oldu. Alman siyasetinin köşe başlarını tutan, II. Dünya Savaşı sonrası doğan nesilden siyasetçiler, itinayla kurdukları siyasi statükonun duvarlarının içeriden delindiğini çok geç de olsa fark etmişlerdi. Almanya’nın karanlık ve kanlı Nazi geçmişini ve ideolojisini baskılamak ve sindirmek için kurdukları siyasi sistem, değişen ekonomik, siyasi ve sosyolojik şartlar altında eskisi gibi süzgeç vazifesi göremiyor, sızıntının boyutu gittikçe büyüyordu.
Bu olumsuzluğa Alman siyasetinin saç ayağını oluşturan CDU ve SPD gibi iki büyük partide yaşan erozyon da eklenince, Berlin’de pusulanın yönünün şaşması işten bile değildi. Irkçı AfD’nin son yapılan parlamento seçimlerinde, üçüncü parti konumuna yükselmesi, barajlardaki güvenlik sisteminin yetersizliğini ve kurulu statükonun zayıflamasına işaret etmesinden öte anlamlar taşımaktaydı. Berlin’de eğer tedbir alınmazsa, kale düşecekti.

Devletin kılcal damarlarında

Kasım ayında bomba bir haber ajanslara düştü. Alman ordusu içinde bir Neo-Nazi hücre yapılanması ortaya çıkarılmıştı.
Radio Bremen, NDR, ZDF ve ARD gibi medya kuruluşları, Alman ordusu içerisinde Özel Kuvvetler Komandoları’na (KSK) mensup ve ‘Neo-Nazi olarak tarif edilecek seviyede aşırı sağcı’ bir grup askerin, ülkede özellikle göçmen sorununa neden olduğunu düşündükleri isimlere ve solcu politikacılara suikast hazırlığında olduğuna ilişkin şok edici haberi yayınladılar. Söz konusu özel eğitimli askerlerden oluşan Neo-Nazi hücre yapılanmasının elinde 200 kişilik bir suikast listesi de olduğu belirlendi. Söz konusu suikast listesinde, çoğulcu bir Almanya fikrini savunan ve göçmen politikalarını destekleyen siyasilerin bulunduğu göze çarptı. Suikast listesinde Almanya eski Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ve Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın da bulunduğu iddialar arasındaydı. Ortaya çıkarılan bulgular arasında Nazi hücre yapılanmasının yüklü miktarda silah, patlayıcı ve yakıt depoladığı bilgisinin yer alması da dikkat çekti.
Bu şok edici haberden bir gün sonra ise gazetelerde Alman Askeri İstihbarat Teşkilatına mensup bir yarbayın ordudaki Neo-Nazi  hücre yapılanmasına bilgi sızdırdığı ortaya çıktı. Naziler, devletin kılcal damarlarında dolaşıyordu.

Tesadüften öte; temizlik!

Alman ordusu içindeki Neo-Nazi yapılanmasına yönelik operasyonun zamanlaması aslında kendisi kadar dikkat çekiciydi. Operasyon, aşırı sağ gruplarla ilişkisi inkar edilemeyecek noktaya gelen İç İstihbarat başkanı Maassen’in İçişleri Bakanı Seehofer’in talebiyle erken emekliye ayrılmasından hemen sonra geldi. Seehofer, Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’den Maassen’in erken emekliliğe sevk edilmesini istediğini, Steinmeier’in bu kararı onaylayıncaya kadar Maassen’in görevinden uzaklaştırıldığını açıklamıştı.
Maassen’in erken emekli edilmesi, Alman ordusu içinde bir Neo-Nazi hücrenin çökertilmesinin ardından üçüncü bomba, ırkçı AfD’ye ilişkin usulsüz bağış iddialarının Alman medyasında patlaması oldu. İddialar arasında AfD’nin Federal Meclis Grup Başkanı Alice Weidel isminin geçmesi de dikkat çekiyordu. İddialara göre, AfD’ye seçimler öncesinde İsviçre’den, belirli taksitler halinde 140 bin avroluk bir bağış yapılmıştı. Yeşiller ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) yasalara aykırı olarak AfD’ye yapılan para bağışıyla ilgili iddiaların derhal açıklığa kavuşturulmasını talep etti. Uzmanlar, Avrupa Birliği dışındaki bir ülkeden gönderildiği için AfD’ye yapılan bağışın yasalara aykırı olduğu tespitinde bulundu. Almanya’da statükoyu tehdit eden AfD kıskaca alınmıştı.
Kasım ayında bir silsile halinde meydana gelen söz konusu üç gelişme, tesadüf olamayacak kadar anlamlı. Üç konu birbiriyle yakından ilişkili ve Neo-Nazi tehdidiyle ilişkili olması da tesadüf olasılığının yerine, Almanya’da bir temizlik harekatının başladığını göstermekte.

Merkel Chemnitz’te

Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, tüm bu operatif süreçler yaşandıktan hemen sonra, Kasım ayının ikinci haftasının Cuma günü, yani aşırı sağcıların mutad gösteri gününde, Chemnitz’i ziyaret etmesi dikkat çekti. Bu, Berlin’de başlayan Nazilere yönelik temizlik harekatına destek niteliğinde simgesel bir ziyaretti. Angela Merkel, Chemnizt’e giderek, aşırı sağı sahiplenen kuklacılara meydan okuyordu. Alman Başbakanı, ırkçı kalkışmadan 3 ay sonra bölgeye gelmeye cesaret edebilmişti. Merkel’in ziyareti sırasında şehirde alınan yoğun güvenlik önlemleri de yaşanan bilek güreşinin ne kadar sert olduğunu göz önüne seriyordu.

Merkez siyasette yaprak dökümü

Elbette Merkel’in Chemnitz ziyareti bu mücadelede bir noktaya değil virgüle işaret ediyordu. Yıllarca, toplum içindeki Nazi ideolojisini bastırmaya çalışan Berlin statükosu eskisi kadar güçlü değil. Soğuk Savaş kuşağı yaşlanırken, beraberinde muhafazakârlaşıyor. Öte yandan yeni genç Alman kuşakları ise baba ve büyükbabalarının yaşadığı rahat ekonomik şartlardan oldukça uzakta. Evet, Alman ekonomisi hala güçlü ama eski parlak günlerinin de uzağında. Avrupa çapındaki ekonomik kriz havası ve durgunluk, kıtanın lokomotif ülkesi Almanya’yı da derinden etkiliyor. Bu şartlar altında genç nüfus, siyasetin daha radikal ve marjinal kanatlarında çıkış arıyor.
Mevcut siyasetin merkezindeki partilerin soğuk savaş zihniyetinden kurtulamadığını ve geleceği kurgulamak yerine şimdiyi muhafaza etme çabasında olduğunu görüyor ve kendisi için bir çıkış arıyor. Bu çıkışta iki seçenek var. Ya Neo-Nazi siyaset ya da sol siyasetin daha koyu tonları ilk tercihler olarak belirtiliyor. Almanya’nın Bavyera eyaletinde yapılan son seçimlerde Yeşiller Partisi’nin dikkat çeken bir yükseliş yapması da, Alman gençliğindeki arayışı gösteren önemli bir örnekti. Yine aynı seçimde merkez partiler, Angela Merkel’in lideri olduğu Hristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) ortağı Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) 1962 yılından bu yana ilk kez eyalet parlamentosundaki çoğunluğunu kaybetmesi ve ülkeyi yöneten koalisyonun ortaklarından Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) aldığı başarısız sonuç Almanya’da merkez siyasetinin geleceğinin sorgulanmasına sebep oldu.

Siyasetin paradigmasını değiştirmek

Sorgulamanın neticesi de Alman siyasetinde iki liderin görevlerinden ayrılma kararını almasıyla somutlaştı. Önce Angela Merkel, partisi CDU’nun Genel Başkanlık koltuğuna aday olmayacağını açıkladı. Merkel’i, Horst Seehofer takip etti. CDU’nun kardeş partisi CSU’nun lideri, parti genel başkanlığından ayrıldığını açıkladı. Merkez sağın iki güçlü partisinde yaşanan istifalardan önce de SPD Genel Başkanı Martin Schulz, partisi içinden gelen tepkiler nedeniyle bu yılın başında görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Ne var ki bu değişim, SPD’deki kan kaybına engel olmaya yetmemişti. CDU ve CSU’nun da SPD’nin kaderiyle yüzleşebileceği değerlendiriliyor. Merkel ya da Seehofer yerine gelmesi beklenen lider alternatiflerine bakıldığında, mevcut durumun değişeceğine dair işaret de görünmüyor. Çünkü iki liderin yerine alternatif olarak gösterilen isimler, yine soğuk savaş döneminin ürünü olan ve Alman gençliğinin sorunlarına çare olacak profiller olarak değerlendirilmemekte. Alman siyasetinin ihtiyacının isim değişikliğinden ziyade, mevcut siyaset paradigmasını, Almanya’nın çoğulcu sosyolojisine uygun şekilde değiştirecek ve aynı zamanda aşırı sağın alternatif olma şansına ket vuracak yeni bir söylem ve eylemden geçtiği görülüyor. Bu siyasetin temel sorusu, Berlin’de geçen Ekim ayında ırkçılığa karşı yürüyen 250 bin kişinin temsilini nasıl yaparız olmalıdır. Bu hem Avrupa hem de dünya için kritik bir soru olacaktır.

Benzer konular