İran resmi haber ajansı IRNA’nın Aralık 2016’da geçtiği habere göre ülkenin bayrak taşıyıcı firması İran Air, ABD’li uçak üreticisi Boeing ile 16,6 milyar dolar değerinde 80 adet yolcu uçağı alım sözleşmesi imzaladı. Yine aynı kaynağın Haziran 2017’de geçtiği habere göre, Boeing bu sefer İran’ın diğer önemli havayolu firması Aseman Airlines ile 60 uçaklık bir alım sözleşmesi imzaladı. İran Air’in sonraki aşamada bazı uçakların alımını Boeing’den Avrupa merkezli uçak üreticisi Airbus’a kaydırdığı açıklandı. Diğer bir İranlı havayolu firması Kish Airline ise 10 tane Boeing’den, 6 tane de Airbus’tan yolcu uçağı alacağını duyurdu. İran’ın bir sene içerisinde ABD ve AB’den satın alacağı uçak tutarı toplamı 30 milyar dolara yaklaştı.
Yaklaşık bir yıldır Tahran otellerini tıka basa dolduran Amerikalı ve Avrupalı tüccarlarla sanayiciler, İran ekonomisini kontrol eden devlet ve özel sektördeki iş ortaklarıyla on milyar dolarlara varan anlaşmalara imza atıyor. Hatta geçen yılki seçim kampanyasını, Obama yönetiminin İran’la yaptığı nükleer anlaşmayı yırtıp atma söylemi üzerine kuran ABD Başkanı Trump bile, şimdilerde İran’la on milyarlarca dolarlık satış anlaşmalarından mutlu görünüyor.
Bunun nedeni, İran’ın, geçtiğimiz yılsonunda, Birleşmiş Milletleri kontrol eden 5 ülke ve Almanya ile nükleer silah geliştirme çalışmalarını durdurmak karşılığında, ambargoların kademeleri olarak kaldırılmasına dair bir anlaşma imzalamış olması. Ancak Batılı şirketlerin bir bölümü İran’la ilk defa masaya otursa da önemli bir bölümü İran’la ambargo altında geçirdiği dönemde bile ticaret yapmaya devam ediyordu. Amerikan şirketleri İran’ın Basra körfezindeki adalarında açılan fuarlara düzenli olarak katılıyordu. Ambargolu dönemde İran dünya ile toplamda 1 trilyon dolara yakın bir uluslararası ticareti gerçekleştirmişti.
SİYASALLAŞMIŞ AMERİKAN MAHKEMELERİ
Ne var ki ABD şirketleri 10 bin kilometre öteden gelerek İran’la milyar dolarlık anlaşmalar yaparken Türkiye’nin sınır komşusuyla meşru çerçevedeki ticareti bizzat ABD yönetimi tarafından baltalanmaya çalışılıyor.
Siyasallaşmış Amerikan mahkemelerinde sanık sandalyesine oturtulan bir bütün olarak Türkiye’nin uluslararası menfaatleri oluyor. Olan biten, Türkiye için yeni bir dış tehdit algılamasıdır. İran’ı dünyaya açarken Türkiye’yi komşularıyla ve uluslararası camia ile kavgalı hale getirmek, dünyaya kapatmak projesinin bir parçasıdır.
Eski ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama veya yeni Başkanı Donald Trump yönetimi fark etmeksizin, ABD hükümetlerinin, ABD yargı sistemini dış siyasetin bir manivela kuvveti olarak kullandığı su götürmez bir gerçek. Bu tarz-ı siyaset evvela, 2012 sonrasında, Rusya’ya ambargo sırasında test edildi.
ABD meclisinde Magnitsky Act adıyla çıkarılan ve halen yürürlükte olan kanun, Rusya ekonomisinin tamamını kapsamıyor, sadece, ABD tarafından daha önceden belirlenmiş Rus siyasetçilere ve bürokratlara yaptırımlar getiriyor. Hedef ülkelerin iç siyasetlerine, darbe ya da iç isyanlar yoluyla müdahale etmeyi kolaylaştıran bu strateji belli ki ustaca düşünülmüş.
TÜRKİYE’YE DÜŞMAN MUAMELESİ YAPILIYOR
ABD yönetiminin, beğenmediği tüm uluslararası politikacıları, önce etrafındaki yöneticilerden başlamak üzere, bireysel suçlamalar yönelterek sıkıştırdığı bilinmeyen bir sır değil. Türkiye örneğinde, sadece bir eski bakan ya da birkaç bürokratı hedef alarak, sözde, Türkiye Cumhuriyeti devletini ya da halkını düşman kategorisinde görmediği mesajını veriyor.
Oysa seçilmiş bir meşru yönetim adına ekonomi bakanlığı görevi yapan bir kişinin, sınır komşularıyla ticaretin artması için faaliyet göstermesini bir suç olarak gören ABD yargısı, esasında, Türkiye halkının uluslararası ticaret yapma hakkını elinden almaya teşebbüs etmiş olmuyor mu?
Bir devletin veya milletin açıkça toptan düşman ilan edilmesi, genellikle orada bir dağınıklık varsa toparlanmaya, birliğin ve bütünlüğün teşekkülüne neden olur. O halde, herkesi toptan alarm durumuna geçirmeden, hedef küçültmek bu stratejinin önemli bir parçası.
Demokratik yöntemlerle seçilmiş bile olsalar, ABD tarafından beğenilmeyen liderler, içerideki muhaliflere kasıtlı siyaset malzemeleri tedarik edilerek, dünya kamuoyu nezdinde yıpratılarak ve darbe dâhil her türlü yasa dışı yöntemler devreye sokularak saf dışı bırakılmak isteniyor. Irak, Afganistan, Libya ve son olarak Venezuela’da yapılanlar ortada.
Milletlerin bağımsız iradesiyle seçmiş olduğu liderler, önce etrafındakilerden başlanmak suretiyle hedef tahtasına oturtuluyor. Gerçekte yapılmak istenen şey ise, o yöneticileri seçmiş olan milletlerin iradesini ezmek. Bugüne kadar, dünya çapında Batı destekli olduğu bilinen askeri ve siyasi darbelerde siyaseten amaçlanan şey, hedef alınan liderlere görevden el çektirmek olduğu kadar, o yöneticileri seçmiş olan halkların iradelerini de zaafa uğratmaktı. Halklara, dayatılan kalıplar dışında tercihler sergilemeleri halinde cezai müeyyidelerle karşılaşacakları, zorla da olsa, öğretilmek isteniyor. Milletler, öğrenilmiş çaresizliğe itilmek isteniyor.
İRAN’LA TİCARET YAPAN 5 ÜLKEYE SUÇLAMA YOK
Amerikan dış siyasetinin güdümünde hareket eden ABD yargısının, Türkiye Cumhuriyeti hükümet üyelerini ve devlet bankalarının bürokratlarını suçlamasına neden olan şey, nükleer ambargo uygulanan dönemde İran-Türkiye arasında altına dayalı ticaret yapmak olarak gösteriliyor.
Gerçek şu ki, dünya ticaret istatistiklerini tutan Birleşmiş Milletler’e ait ticaret veritabanlarından da sorgulanabileceği üzere İran, 2008-2016 döneminde sadece Türkiye ile değil başta İsviçre, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere, Hindistan ve Malezya olmak üzere başka birçok ülke ile milyarlarca dolar değerinde altın karşılığı petrol ticareti yaptı. Ancak, ABD yargısı tarafından ne İsviçre, ne İngiltere, ne de BAE ve diğer ülke yöneticileri hakkında yöneltilmiş herhangi bir suçlama bulunmuyor. Nedeni açık. Çünkü bu ülkeler, ABD siyasi aklı tarafından düşman kategorisinde değil.
Daha ilginç olan şu ki Türk kamu yöneticileri İran’la ticaret yapmakla suçlanırken ticaretin İran tarafına onay veren İran üst düzey hükümet üyeleri hakkında Amerikan mahkemelerinde herhangi bir suçlama bulunmuyor. Bu durum, Amerikan siyasetinin alet çantasındaki etkili silahlardan biri olarak ABD yargısının, adalet gütme saparak, dış politik hedeflere ulaşmak uğrunda siyaset aracı olarak devreye sokulduğunu göstermiyor mu?
AMBARGO ZATEN YALANDI
Avrupa Birliği’nin resmi istatistik kurumu Eurostat’ın verilerine göre AB’nin 28 ülkesi, 2008-2016 döneminde İran’la toplamda 178 milyar dolar değerinde dış ticaret gerçekleştirdi. Ancak ABD yargısı tarafından İran’la ambargolu dönemde ticaret yaptığı için suçlanan herhangi bir AB üyesi ülke yok. Ambargonun sürdüğü, 2008-2016 döneminde İran’ın tüm dünya ile yaptığı toplam dış ticaret hacmi ise 927 milyar dolar oldu.
İran bu dönemde, aralarında ABD, AB, Rusya ve Çin’in de bulunduğu dünyanın hemen her ülkesi ile ticaret yaptı. Aynı zaman diliminde Türkiye’nin İran’la dış ticareti toplamı ise 111 milyar dolardı. Türkiye’nin İran’la dış ticaretinin, İran’ın toplam dış ticareti içerisindeki payı sadece yüzde 12 idi. Sınır komşuluğa açısından düşük bir oran olarak addedilebilir.
Belki de hazmedilemeyen şey, Arap baharlarının Ortadoğu’yu kasıp kavurduğu 2011 yılının, Türkiye’nin komşularıyla ve Ortadoğu ülkeleriyle ticarette zirve yaptığı ender yıllardan biri olduğu gerçeğidir. Zira o tarihten sonra ABD öncülüğündeki Batı koalisyonu tarafından bölgeye vurulan her neşter, Türkiye’nin komşularıyla arasındaki dostluğa bir hançer gibi saplandı.
TAHRAN NEDEN SUSKUN?
İran’da siyasetin ve ticaretin gündemi, geçen yılsonu ABD ile nükleer silah araştırmalarının kısıtlanması konusunda anlaşma imzalandığından bu yana oldukça hareketli. Zira çok sayıda ABD ve Avrupa şirketleri ile görüşüyor, ortaklaşa petrol ve gaz üretim sözleşmelerine ve ticaret anlaşmalarına imza atıyorlar. Kırk yıl aradan sonra dünya sistemine tam entegre olacakları için bu hareketlilik normal. Ancak, zor zamanlarında, kendileriyle meşru bir ticaret yapmış olan Türkiye’nin, ABD tarafından hedefe konulması karşısında, İran yönetiminin neden suskun kaldığı net bir soru olarak ortada duruyor. Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde yalnız kalmak pahasına, İran’ın barışçıl amaçlı nükleer enerji geliştirme hakkını savunmuş olmasının karşılığı bu olmasa gerek!