2015’te başımıza ne geldiyse 2016’da da o gelecek

Hepsi Amerika’nın yüzünden

‘O medya’nın dergici tayfası, “yeni yıl” sayılarını bir an önce ‘bağlayıp’ tüymek için, biten yılın bitmiş haberlerinden “bir kolaj” yapıp “yılın son sayısı”nı savmaya eğilimlidir. Berbat bir klişedir. Ama o medyanın mirası da o kadar olur.

İş; gelecek yılın haberlerini kestiren bir kolaj yapmakta!..

Ki, aynı tuzağa bizzat ABD dış politika mimarlarının düştüğü de anlaşılıyor.

2016 yılı aynı zamanda Başkan Obama’nın Beyaz Saray’daki son yılı olacağından, iç politikadaki karnesi bir tarafa, dış politikada ne yaptıkları asıl siyasi hazinesini oluşturacak ve gelecek nesillerde o şekilde anılacak.

Bu yüzden herhalde, bizzat Bakan Kerry meşhur bilinen gazetelerden The Boston Globe’a Amerikan dış politikasının başat konulardaki “başarısını” yazmış. Hatta ABD Dışişleri Bakanlığı da bunu resmi sayfalarına bunu taşımış. (‘Building on 2015 as we look ahead’, 29/12.)

Nobel Barış Ödülü’nü peşinen almış bir Başkan olarak Obama’nın yaptıklarının/yapmadıklarının bedelini-iyi, kötü-küresel olarak ödüyoruz. Da,ne yapmış iyi bilmek gerekiyor…

İklim mi? Kim ‘bozduysa’ o temizlesin!

Bir seri temel konu üzerinde “başarılı” olduğunu veya önemli adımlar attığını düşünüyor Washington. Bunların neredeyse tamamına yakını da-nedense-hep bizi, az veya çok bağlıyor!

Bunlardan ilki Paris’te gerçekleşen ama Paris saldırıları yüzünden uzun süre esamesi bile konuşulmayan, hissedilmeyen İklim Değişikliği Anlaşması. ABD’nin yerküreye duyarlılık noktasında çıkardığı ses dünyadaki her sesi bastıracak güçte olmakla beraber çıkardığı karbon salınımı da birinci sırada olduğundan, dahası yıllardır uluslararası zirvelerde önüne konan, “çevreyi temiz tut” minvalli metinleri dirseklediğinden.. En önemlisi yüksek sanayileşmesini on yıllardır sürdürdüğünden, şimdi bu konuya gösterdiği hassasiyet ne samimi bulunabilir ne de diğer ülkelerin, “iyi de biz ne yapacağız” itirazlarına direnebilir.

Gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelerin tamamı “modern” ülkelerin medeniyet yolunda ilerlemeleri boyunca kendilerini kirletmesine maruz kalıp, şimdi “bak ben de temiz olacağım artık, hadi siz de” davetine ancak müstehzi bir ifade takınıyorlar. Bunların başında da Ankara bulunuyor ve “dünyayı temizlemek kaç paraya çıkacaksa elbette kirletenler ödeyecek” çıkışını sivriltiyor. Üstelik, “biz kirletmeyecek miyiz” demeden. Yani, Türkiye gibi hızla gelişmekte olan ülkeler “gelişirken, temiz kalma” yolunu seçiyorlar. Ne kadar olur, ayrı konu.

Members of the emergency services rescue a woman from a flooded street in Naburn, northern England, December 27, 2015.    REUTERS/Phil Noble

Avrupa-ABD partner değil miydi?

İkinci başarı noktası TPPA denilen, “Trans-Pacific Partner Agreement”. Yani Avrupa ile ABD arasında teferruatlı biçimde ekonomik ve haliyle politik bağları kalınlaştıran kapsamlı bir anlaşmanın inşası.

Buna neden ihtiyaç duyulduğu ve Türkiye’yi nasıl bağladığına gelince. Ankara bu anlaşmanın dışında kalma kaygısı yaşıyor ve haklı. Zira, Avrupa ile ABD arasındaki bu anlaşma AB üyesi olmayan aman Gümrük Birliği anlaşması bulunan Türkiye’nin aleyhine. En kaba tarifi ile Avrupa’yla “alış-veriş” dengeleri bozuluyor. Ya Gümrük Birliği’nin yapısının değiştirilmesi gerekiyor veya Avrupa Birliği’ne üye olması.

Bu anlaşmanın siyasi nedenlerine gelince. İşte o da Türkiye’ye hatta dünyanın tüm ülkelerini kapsayan bir liste yapılsa ilk beşe girecek kadar ağır fatura Ankara’nın masasına konuyor. Çünkü Avrupa-ABD anlaşmasının siyasi aklı, Washington’un bu eski kıtayı Rusya’nın karşısında ve kendi yanında sabitlemesi, garantilemesine yaslanıyor. Sonuçları mı?..

Kerry başarı hanesine onları da yazmış!

NATO artı Ukrayna artı yeni sinir sistemi

Ukrayna krizi hem Avrupa’nın ABD’ye kendisini-efsanevi “Ruslar geliyor” korkusu nedeniyle-daha yakın bağ(ım)lı hissetmesini sağladı. Hem de uzun zamandır “uyku” modunda olan NATO’nun geleneksel/kadim düşmanı karşısında aktive olmasını sağladı. Biz yıl boyunca bu hali “yeni Soğuk Savaş dönemi” olarak okuyup, ikna olduk.

Ancak bu hal, Baltık denizinden, hatta kutuplardan tüm Avrupa-Rus (Sovyet) sınırlarını aşarak Balkanlar üzerinden Karadeniz-Hazar-Orta Asya ve Akdeniz üzerinden Suriye ve Ortadoğu’ya hassas hatları kırdı. Tabii bunların merkezinde bulunan Türkiye’yi de binbir dertle uğraşmak zorunda bırakarak. Ki, iç politik dengelerini de kimi zaman bozarak veya terör örgütünü dahi de-forme ederek.

 İran’ı kazanmak: Tahran bir ödül mü?

Başkan Obama’nın taze günlerinde iki büyük hayali bulunuyordu; 1. Ortadoğu bataklığını kurutmanın en kökten yolu olarak İsrail-Filistin uzlaşısını sağlamak. 2. İran’ı Batı sisteminin uzlaşabileceği bir formata sokarak uluslararası sisteme entegre etmek.

Görüldüğü üzere İsrail’in imajı hayli çizildiyse de yerinde duruyor ve Beyaz Saray’la ilişkileri berbat, Avrupa ile kavgalı ve hatta Henry Kissinger’ın kıyamet alameti sayılan, “İsrail 10 yıl sonra olmayacak” mealindeki sözlerine, Türkiye’nin “one minute” ve “küçük ülke” eziklemelerine rağmen “dayak arsızı” Tel Aviv direnmeyi sürdürüyor.

Tahran konusuna gelince. Şu an tüm dengelerin kesiştiği bir yerde duran İran, Ortadoğu’daki tüm ülkelerin dikkatli bakışları arasında “bölgesel güç” ünvanına hem ABD’nin hem Rusya’nın iteklemesiyle yükselme hayallerini sürdürüyor. Ancak bu çıkış, Suriye krizi ile de birleştiğinde, bölgedeki tüm aktörler İran’ın geleceği konusunda kendi oyunlarını kuruyorlar. Kimi zaman tek başlarına kimi çok başlarına. İran’ın bölgesel dengeleri en bozduğu yer olarak mezhep cepheleşmesi olduğundan, “bu işin sonu” hakkında kaygılar da büyüyor. Ve.. Türkiye de burada yine temel sütunlardan biri olarak dikilmeyi sürdürüyor.

Ortadoğu ‘büyük’ olanı

Amerikan dış politika üretim makinası Suriye, Irak ve Afganistan’da da önemli işlere el atıldığını söylüyor ki, bunun anlamı burada daha işlerin son bulmadığı. Yeni Başkan bunlarla ilgilenecek demek bu ve yine Türkiye’nin başını ağrıtacağının garantisini verebiliriz.

Çünkü ABD bu ülkeleri daha doğrusu bu ülkelerin üzerinden geçtiği/bağlandığı rotayı Asya’daki potansiyel dengelerin yeni üreticileri olarak görüyor. Merkez Asya’nın yeniden kurulması biraz Avrupa’daki Amerikan varlığının yükselişine benzetilebilir. Burada Rusya ve Çin ağırlığı daha fazla bulunduğundan işi zor ama Avrupa’nın eski Sovyet ülkelerinde açtığı, büyüttüğü üsleri burada da çoğaltma arzusu, “Büyük Ortadoğu” haritasının köşebentlerini oluşturuyor.

Burada özellikle şu dört ülkenin oluşturması muhtemel hattın, tüm coğrafyaya ilişkin Amerikan jeo-politik planlarının payandalarını oluşturduğu söylenebilir; ABD-(şaşırmayın) Çin-Pakistan-Afganistan! Bunu önümüzdeki yıl akılda hep tutmakta fayda görülecektir.

Peki bizi hiç ilgilendirmeyen veya çok fazla takip etmemizi gerektirmeyen bir Amerikan dış politika konusu yok mu? Var. Küba. 2016 yılı muhtemelen bir ABD Başkanı’nın-1928 yılından bu yana-Küba’ya ziyaretine şahit olacak dünya. Tabii bu konunun Ankara’nın başına bir iş açıp-açmayacağına ilişkin garanti de veremeyiz. Bilindiği üzere bir önceki Küba vakası, Türkiye’nin başına patlamıştı ve elindeki Jüpiter füzeleri ABD tarafından sökülmüştü. Üstelik Soğuk Savaş günleriydi.

Küba’ya ABD Başkanı ziyareti heyecanlı olabilir ama ya İran’a? Bunun olasılığını küçük görmüyor Washington ama şartlara bağlıyor. O şartlar da gelip yine bize.. Bizim sınırlarımıza dayanıyor. 2016 yılının hemen başında-Şubat-İran’da yapılacak seçimlerde sandıktan çıkacak sonuçlar Amerika için önemli veri olacak. Ve beklentilerine uygun sonuçlar çıkarsa, İran’la ilişkileri hem hızlanacak hem gelişecek. Bu yüzden şu sıralar, İran’a söylenen tüm bölge ülkelerine-ister Türkiye ister Suudi Arabistan ister İsrail olsun-kulaklar tıkanıyor. Bu yüzden de bölgede yanan alanlar da İran’la yüzleşen ülkelerin canı sıkılıyor ve Türkiye de bunun elbette çok içinde.

Suriyeli babalar, "Babalar Gününü" kendilerine yabancı topraklarda, sığınmacı olarak geçiriyor. Suriye'nin Tel Abyad bölgesindeki çatışmalardan kaçarak, çocuklarını kilometrelerce kucağında taşıyıp, güvenli gördükleri Türkiye'ye getiren babaların tek dileği bir an önce ana yurtlarına geri dönmek.  (Fırat Yurdakul - Anadolu Ajansı)

Pentagon’un generalleri: Tek düşman Rusya

Gerçek şu ki, ABD-Rusya ilişkisi listelenmesi uzun sürecek sayıda etkileyici değişkenlere sahip. Fakat temel rekabet devam ediyor ve Moskova, ABD tarzı bir rehabilitasyondan geçmeden de durulmayacak. Rahatlıkla yazılabilir ki, devasa Amerikan askeri sistematiği politik erkinin başını Rus tehditi yüzünden yemeye devam ediyor. Peki başarılı oluyor mu? Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan da açılan, genişletilen, takviye edilen NATO üsleri, aslında ABD üsleri düşünüldüğünde…

Geriye “Pasifik Yüzyılı” kalıyor. ABD’nin yönünü Pasifik’e yani Çin’e döneceği ve bunun da bir kuşatma olacağı öngörüleri büyük oranda tespit edilmiş durumda. Ama o iş artık Obama dönemine yetişmeyecek. Bir ihtimal Bayan Başkan, yazdıklarını pratiğe geçirebilir.

Fakat bizi asıl meraklandıran, daha doğrusu kaygılandıran müstakbel Başkan veya cinsiyetinden çok, Türkiye’nin başına Pasifik politikalarından neler geleceği…

Benzer konular