Profesyonel bir katilin kana buladığı yılbaşı gecesi, terör sopasının Türkiye’yi hizaya sokmak için toplumun yarılma noktalarında maharetle kullanıldığını bize bir kez daha gösterdi. Önce toplumda suni gerginlik noktaları oluştur ve sonra bıçağı tam da oraya saplayarak yeni bölünmeler yarat. Terörizmin birincil amacı kişisel ve toplumsal güvenliği sarsarak yoğun bir korku uyandırmak ve böylelikle toplumu rahatsız etmektir. Hedef sadece öldürülen ve yaralananlar değil bütün bir millettir. Teröristin psikolojik açıdan arızalı bir kişi olduğunu vehmetmek ve bütün meseleyi psikolojik etkenlere indirgemek, terör ağlarını oluşturan örgütsel etkenleri gözden yitirmemize yol açabilir. Öncelikle teröristi bünyesine çeken ve onu ölüm saçan bir kişiliğe dönüştüren örgütsel/kurumsal aklı anlamalı ve onunla mücadele etmeliyiz.
Korku bombadan daha zararlı
Yetmişli yıllarda teröristlerin ‘çok insanın ölmesini değil, çok insanın seyretmesini’ istediği söylenirdi, bugün ise çok insanın ölmesini ve çok daha fazla insanın da korku ve yasla felç edilmesini hedefledikleri söylenebilir. Korku ve tükenmişlik bomba ve mermilerden çok daha büyük hasar verir. Teröristin elindeki en kuvvetli silah, terör saldırılarının ve bunların yarattığı tehdidin yarattığı belirsizlik ve korkudur. Terör saldırısı toplumu birbirine bağlayan güven dokusunu zedelemek ve akıl dışı/duygusal/aşırı baskıcı tepkiler uyandırmak ister. Bu yönüyle terörizm, toplumun sosyal sermayesine bir saldırıdır ve etkisi, doğal afetlere nispetle daha geniş ve uzun ömürlüdür. Teröristler kurbanlarına bedensel zarar vermenin ötesinde, kitlesel bir panik duygusu ve mevcut yönetimlerden hoşnutsuzluk üreterek, daha geniş politik hedeflere ulaşmak ister.
Saldırganlığın psikolojik sebeplerinden birisi kişinin ait olduğu grupla aşırı özdeşim kurması ve bu gruba yönelik bir tehdide öfke ve nefretle mukabele edebilmesi. Pek çok insan hayattan daha önemli bir şeye inanmak istiyor, ölümünün sokaktaki bir hayvanın ölümünden farklı olmasını istiyor, hayata anlam katacak bir gaye veya değer istiyor. Ölüm ne kadar yakınsa hayata ve ölüme anlam veren grup değerlerine o kadar tutunuyoruz. Aile, din, etnisite/ulus değerleri ve kültürel değerler, ölümü, hele de kendi ölümünü düşünen insanlar için sığınılacak bir liman yahut bir tutamak noktası işlevi görüyor. Bu değerlerin her zaman dinî olması da gerekmiyor, Kızıl Tugaylar, Aydınlık Yol, PKK, Baader-Meinhof veya Tamil Kaplanları gibi saf seküler kökenlere sahip bir dizi radikal sosyalist grup var. Din ve şiddet arasında özgül bir ilişki yok, din insanların faniliğe cevap bulabildikleri sebeplerden sadece biri. Ölümlülüğe cevap arayan kişi bir grubun parçası olmakla, önünde ‘uzun ve şanlı bir gelecek’in uzandığı bir ölümsüzlüğün parçası olmaya talip olur. Grubun itaatkar üyesi, grubun bir parçası olarak ölümünden sonra da yaşayacağına inanır. Bireyin hayatının anlamı ‘dava’nın geleceğidir ve kişi öldükten sonra bile o anlam, grubun bünyesine gömülü bir halde geleceğe taşınır. Teröristlerin dünya görüşünde hakim olan buhran duygusu da bu dava ve yoldaşlık psikolojisini çoğaltır. Apokaliptik dünya görüşü, dünyayı iyiler ve kötüler olarak ikiye böler ve terör eylemiyle sözüm ona iyilerin nihai zaferini vaat eder. Ahir zamanlar, milenyum veya işçi sınıfının zaferi yakındır ve doğru eylemle daha da yakınlaştırılacaktır. Aşırılıkçı eylem, iyinin zaferi ve kötünün bozgunu için acil bir ihtiyaç olarak görülür.
Terör aramıza duvar örmek ister
Yoğun stres ve zorlanma altında geniş grup kimliğimiz de ‘gerileme’ gösterebilir. Hayatımız boyunca bir araya gelmeyeceğimiz binlerce insanla aynı etnik, dini, ulusal veya ideolojik gruba ait olmaya dayalı yoğun bir aynılık duygusuyla birbirimize bağlanırız. Bireysel öz-benlik duygumuz kişisel benliğimiz ve grupsal kimliğimizle iç içe geçer ve tehdit zamanlarında geniş grup kimliğimizi hatırlarız. Bizimle o kimliği paylaşanlarla benzerliğimizi, kendimizden ayrı saydıklarımızla da farklılığımızı daha keskin bir biçimde idrak ederiz. Terör biz ve onlar arasına muhkem duvarlar örerek bizi birbirimizden yalıtmak ister.
Terörizme verdiğimiz ruhsal tepki, doğal afetlere verdiğimiz ruhsal tepkiden ayrışıyor. Doğal afette ‘kader’ veya ‘Allah’ın takdiri’ gibi açıklamalar pek çok insan için nedensel bir açıklama olarak kabul görürken, terör sadece teröristin kötü niyet ve düşüncesine atfediliyor. Eylemin asıl mesaj ve mantığını kurbanın hemen bilmesi imkansız ve üstelik bu mesaj doğrudan kurbana da verilmiş değil. Saldırganların gerçek amacı, politik liderlerin dikkatini çekmek için, genel nüfusta korku uyandırmak.
Düşmanı şeytanlaştırmak şiddeti meşrulaştırır
Peki ne oluyor da sıradan insanlar terörizmin örümcek ağına yakalanıyor? Bir aşağılanma veya adaletsizlik algısı, kimlik ihtiyacı ve aidiyet ihtiyacı akla gelen üç unsur. Şiddetin kökeninde kişinin ait olduğu gruba yönelik bir aşağılanma ve adaletsizlik algısının yattığı, sosyal bilimciler tarafından uzunca bir zamandır yazılıp çiziliyor. Aşırılıkçı ideolojiler, dünyanın karmaşıklığından hazzetmeyen kişilere çekici gelebiliyor. Kolay ve basit açıklamalar dünyanın resmini, ‘biz iyiyiz , onlar kötü’ şeklinde basit bir zıtlığa indirgemiş oluyor. Böylesi bir indirgemeciliğin içinde, kişinin kendi kişisel anlamını bulmak için çaba harcamak yerine bir grup üyeliği veya bir amaçla özdeşleşerek kendi kimliğini kolaylıkla tanımlaması mümkün. Radikal aşırılıkçı örgütlerde teröristler sadece kimlik değil aynı zamanda bir aidiyet, bağlılık ve yakınlık da elde ediyor. İlk çekim, ideolojiden çok gruba oluyor. Tek bir terörizm yok, zaman içinde ve ülkeden ülkeye değişen terörizmler var. Kayıp ve incinebilirlik önce seçilmiş bir gruba nefrete, nefret de şiddet için bir mazerete dönüştürülüyor. Kişiyi mutlu etmeyen bir durum, ‘bu doğru değil’ den ‘ bu adil değil’ e evriliyor önce, sonra bir politika, kişi veya ülke bu adaletsizlikten sorumlu tutuluyor: ‘Bu senin hatan’. Sorumlu tutulan taraf daha sonra şeytanlaştırılıyor. ‘Sen kötüsün’. Böylece ona yönelik şiddetin ahlaki engelleri ortadan kaldırılmış oluyor. Ahlaki çözülme sayesinde, vicdanı rahatsız edecek bir eylem toplumsal kabulü olan bir eyleme dönüştürülüyor. Düşmanın insanlıktan çıkarılması ve şeytanlaştırılması, onun üzerinde şiddet kullanılmasını meşrulaştırır.
Terörizm insanlarda iki temel duyguyu tetikliyor: Korku ve öfke. Korku algılanan riski büyütüyor ve dış tehdidin azaltılması için daha fazla misilleme ve tedbir talep ediyor. İnsanlar artmış öfke bağlamında daha fazla iyimserlik gösterirken, korku bağlamında daha fazla kötümserlik serdediyor. Öfke etrafımızı daha iyi kontrol edeceğimiz duygusu verirken, korku insanlarda kontrol kaybı duygusuna yol açıyor. Yüksek güven toplumları, terörizme korku seviyelerinde bir artışla cevap vermiyor. Öte yanda kronik korku ve endişe bir topluma nüfuz ettiğinde, toplumsal ayrışma ve çözünmeyi tırmandırıyor. Kültür uzun vadede yeniden biçimleniyor ve toplum içinde birbirinin korkularının nesnesi olan ‘şüphe’ toplulukları ortaya çıkıyor. Bu dinamikler Kuzey İrlanda ve Filistin-İsrail meselesinde olduğu gibi çatışmayı harlıyor ve barış imkanını tıkıyor.
Umutlarımızı teslim almak istiyorlar
Endişe ve korku, birbiriyle alakalı. Her ikisi de tehdidin yarattığı güvensizlik ve belirsizliğe normal tepkiler. Endişe ve korku, kaçınma davranışını beraberinde getiriyor. Bir ölüm tehdidi altında hissettiğimizde dünya görüşümüze sıkı sıkıya yapışıyoruz. Bu durum ölüm tehdidini hafifletiyor ve ortak değerlerimizin bize hayat için kılavuzluk etmesini sağlıyor. Endişenin aksine öfke, politik katılımı arttırıyor ve grup içi dayanışmayı güçlendiriyor.
Terör felç eder, korku salar, güvenlik hissinizi yok eder. Seni korkutmak, içe kapatmak, rüya ve umutlarını teslim almak ister. Kendine ve başkalarına duyduğun güveni zedeler. Istırap çekmeni ister. Dirençli ve metin olmanı asla istemez çünkü bağımsız, güvenli ilişkiler kuran, kendi kararlarını alabilen ve geleceğe umutla bakabilen insan onun işine gelmez. O senin geleceğini elinden çalmak ister. Seni teslim olmaya zorlar.
Direnç terörü mağlup eder
Direnç/metanet her insanın hayatın zorluklarını yenmek için geliştirebileceği bir yetenek. Zorluklarla baş ederken daha da güçlenebilir ve hatta o zorlukların rahle-i tedrisinden geçerek daha merhametli ve ihtimamlı bir insana da dönüşebilirsin. Yenildiğin an, teslim olduğun andır. O halde ruhsal mukavemet için beş temel unsuru hatırlayalım: Güven. Özgür ol. Eyleme geç. Kim olduğunu bil. Kimse senin ruhundaki direnci yenemez. Teröristler dirençli insanlardan korkar. Direnç terörü mağlup eder. Mayamızda bin yıllık bir tarih, çıkınımızda rüyalar var.
Yenilmeyeceğiz.