Yarın güzel olacak

Yolların tıkandığı, önümüzde uzanan patikaların bizi hiçbir yere götürmeyeceğini düşündüğümüz zamanlar vardır. İnsanlar çaresizlik hapishanesine tıkılı kalmış ve yeis, geminin dümenini eline almış karanlık sulara sürüklemektedir. Memlekette ortak bir karamsarlık ideolojisi galip gelmiş ve bütün ruhları zehirlemektedir. İşte böylesi zamanlarda zulmeti delen bir ışık, ataleti yenen bir devinim ve nihayet başları doğrultan bir hamle olarak ufkumuzda parlar o. Umut. Onunla düştüğümüz yerden doğrulur, karanlığın örtüsünü yırtar ve yeniden başlarız. Yolumuzun tıkandığını hissettiğimizde yepyeni yollar, alternatif patikalar bulacağımıza duyduğumuz inançtır umut. Umut varsa yenilmek yoktur, direniş ve gayret vardır, bir çaba üzere olmanın huzur ve itminanı vardır. Umut etmek tozpembe rüyaların salıncağında gerçeğe gözlerimizi kapamak anlamına gelmiyor. Neyin yaklaşmakta olduğunu bilmiyoruz ama bu belirsizlik alanında da oturup bekleyecek değiliz. Bu belirsizlik odasında her şey kadar bizim eylemlerimiz de sonucu belirleyebilir. Dünyayı ben de değiştirebilirim.

Bilinmeyeni ve bilenemeyecek olanı kabullenmekte umudun alanına girerim, her şeyi kötüye yoran bedbinlerin ve tozpembe düşler gören nikbinlerin tersine kesinlikten, belirlilikten uzaklaşarak ruhumu umuda ayarlarım. Attığım adım, söylediğim söz, yazdığım yazı boşluğa yazılmış olmayacak. Ne yapıyor ve söylüyorsam bu dünyada er ya da geç bir karşılık bulacak. O eylemin, o sözün, o davranışın kime ne kadar tesir edeceğini, bu dünyada neyin gidişatına etki edeceğini önceden bilme şansım yok. Ama yine de geri durmuyorum eylemden, hayra dahil olmaktan, iyiliğin ve güzelliğin örgüsüne ilmek atmaktan. Umut başlamaktır, eylemin kendisi değildir, onun yerine geçmez. “Gelecek, bugün onun için hazırlananlara aittir” diyor Malcolm X. Bazen hayat olanca acılarını üzerimize boca eder. Hayal kırıklığıyla yüzleşir ve ilerleriz. Yüzleştiğimiz her şeyi belki değiştiremeyeceğiz ancak bir şeyi onunla yüzleşmeden asla değiştiremeyiz.

Hatırlamak umudu besler, unutmaksa yeisi. Umut geleceğe dair olsa da kökleri geçmişin hatıralarına uzanır. Tümden bir karanlık veya cennetamiz bir altın çağ olarak kurabiliriz geçmişi, ne ki ne biri ne ötekidir çoğunlukla, hayat nasıl ak ve karalardan oluşuyorsa geçmiş de zulmet ve nurun iç içe geçtiği odalardan oluşur. Bellek bize geçmişin bir yerinde güçlü olduğumuzu söyler. Bir psikoterapisti dinlemiştim yıllar önce bir kongrede, depresyon konusunda çalışan bir adam. Diyordu ki, “Karanlığın ortasında bana gelen insanlara birkaç seans depresyondan önceki zamanlarını anlattırıyorum, her şeyin günlük güneşlik olduğu zamanları. Bir bakıyorum ki o kolunu kaldırmaya mecali kalmamış insanlar birden canlanıyor, gözlerinden bir ışık yalımı geçiyor”. Unutkanlık ümitsizliğe açılır. Kurulu düzen sizi değiştirilemez, yıkılmaz, kaçınılmaz olduğuna inandırmak ister. İyiliğin tarihini akılda tutmalıyız. İyileri ve soylu ruhları daima hatırlamalıyız. İnsanlığın dar zamanlarda ortaya koyduğu atılım ve dinamiklere zihnimizde yer açmayı bilmeliyiz.

Tarihten öğrendiğimiz bir şey varsa, o da bir kıvılcımın büyük ateşler yakabildiği. Sıçramalarla akıyor zaman, tahmin edilemiyor, öngörülemiyor. Kötülük bir bakıyorsunuz sağlam bir ahlaki dayanışma, sabır ve cesaret karşısında geriliyor, mevzi kaybediyor. Bu satırları Berlin’de bir otel odasında yazıyorum. Berlin duvarının yıkılmasından bir ay öncesine dek kimse Sovyet bloğunun çözüleceğine inanmıyordu. Umut yeni imkanların yeşermesine izin verir. Böylece eskiden birbirine yabancı olan insanlar, bakarsınız bir ‘biz’ olmuşlar ve bir rüyanın peşi sıra uçurtma uçuruyorlar. İmkansız diye bir şey yoktur evet, sadece düşlerinden vazgeçen insanlar vardır. Umut bir zihin halidir. O dünyanın halinden berîdir, dışarıda ne gördüğümüzden bağımsız olarak ruhun bir boyutu olarak işlev gösterir. Ruhun ve kalbin yönelimi, içinde yaşadığımız dünyayı aşan, onun üzerine çıkan, ufukların ötesini araştıran derin ve güçlü bir duygu. Bir şeyi başarma ihtimalimiz olduğu için değil, onu sadece iyi ve doğru olduğu için yapma ahlakından beslenen bir duygu.

Rebecca Solnit, “Umut ve eylem birbirini besler” diye yazar. Paulo Freire, “Asgari bir ümit olmaksızın mücadeleye başlayamayız” der, “Ancak mücadele olmaksızın da ümit dağılır gider, dayanağını kaybeder, ümitsizliğe dönüşür ”. İyilik, güzellik ve hakikat için bir derdi, bir davası ve kavgası olan insanlar ümitsizliğe mağlup olmaktansa tehlikenin kollarına atılır. Her tehlikede bir imkan saklıdır. Kendi güç ve imkanlarını hor gören bir insan kaybedeceğine peşinen inanır ve kendisini sorumluluktan azat eder. Madem o ‘güzel kaybeden’ lerden olacaktır, o halde kılını kıpırdatmasına lüzum yoktur. Oysa umut eden insan, eğer yeterince uzun yürürse yolun bir yerinde hayra açılan bir kapı bulabileceğine inanır.

Umutlu olmak bilinmeyene güvenmektir, mümkün olana, değişime güvenmektir. Hayal kırıklığını, ihaneti, taşlanmayı göze almakla yola çıkar insan, şeamet tellallığını bir kenara bırakıp elini taşın altına koymakla yola çıkar. Cesaret bulaşıcıdır, kalpler ve zihinler değişir ve değişen herkes birbirinin farkına varır. Cesur ruhlar ışıldar ve birbirlerini bu ışıltıdan tanır. Böylece bir cesaret taşkını eskiyi, köhnemiş ve korku salmış olanı önüne katıp sürükler. Siyaset de insanların kimlik, haysiyet ve duygu taleplerine cevap verebildiği oranda toplumda karşılık bulur. Bozguncu karamsarlık ideolojilerinin bizi felç etmek ve kötürüm bırakmak isteyen pasif nihilizmine karşı durmalıyız. Berlin’deyim ve az önce uzun bir gece yürüyüşünde Doğu’yu ve Batı’yı ayıran o çizgiyi birkaç defa geçtim. Yirmi yıl önce orada aşılmaz bir duvar duruyordu ve binlerce insan o duvarı aşmak isterken öldürüldü. Umut edebilen her insan içinde bir kahramanlık potansiyeli taşır. Umut kazanılan bir şeydir, tırnaklarınızla kazdığınız bir tünel, açtığınız bir pencere veya kapı, kurduğunuz bir köprü, bulduğunuz doğru insandır. Korku ve cesaret arasında çizdiğimiz o hayali duvarı aşalım, yeisten ümide yürüyelim, bir dua gibi mırıldanalım; yarın dünden daha güzel olacak. Her yazının bir hikayesi var. Gönül insanı bir dostum, gönül insanı bir büyüğüne uğramış ve uzun uzun dertlenmiş dünyanın halinden, gördüğü yanlışlıklardan. Aldığı cevap şu olmuş: “Koca bir karanlığı aydınlatmaya bir mum yeter!”

Biz inanırsak dostum gelip geçecek zorluklar, biz umuda yaslanır ve birbirimizden hız alırsak, inan bana yarın dünden daha güzel olacak.