Acımasızlığın kol gezdiği bir zamanda bir kez daha merhametten söz etmek istiyorum. Kalbim acıyor ve acının gidebileceği daha ne kadar yol kaldı ki diye soruyorum. Gencecik yavrularımız kahpe bombalarla ölüyor, vatan dört koldan zalimlerin hücumlarına göğüs geriyor. Merhametin zulme galip geleceğine itikadım tam. Zira insanın özü merhamet üzerine mayalanmıştır.
İnsan sevgi arayan bir varlık. Sevgiyle serpilip büyüyen, çiçeğin ışığa yönelmesi gibi sevgiye yönelen bir varlık. “Sevgi hakkı yadsınmış olan her insan sakatlanmış, varlığının kökleri baltalanmış demektir,” diyor Henry Miller. Merhamet en evvel herkesin sevgiye değer olduğunu teslim etmektir. Hakkaniyet ve sevgi merhametin âdeta kızlarıdır.
Yardımseverlik, diğerkâmlık veya dayanışma dediğimizde merhametin ilham verdiği eylemlerden söz etmiş oluruz. Merhamet sahipleri müşfik, hayırsever, nazik, yumuşak yürekli, anlayışlı ve empati yetenekleri yüksek insanlardır. İnsanın öteki insanın iyiliğine dair bir mesuliyet hissettiği ve onun ıstırabıyla harekete geçtiği bir durumdan söz ediyoruz. Kişi, talihsizlik kurbanının acısıyla karşılaştığında ya yüzünü ve ruhunu ona döner ve merhamet eder ya da kurbanın talihsizliğinin kendisinde yarattığı huzursuzlukla, kendine döner ve kurbandan gözlerini kaçırır. Merhamet işte o gözlerin içine bakabilmekle başlar. Halepli yavrunun gözlerinin içine bakmakla.
Bir güç başka bir güçle karşılaştığında güç mücadelesi ortaya çıkar, bir güç nazenin bir varlıkla karşılaştığında yabancılaşma olur ve nihayet, iki nazenin varlık birbiriyle karşılaştığında ise yakınlık ve samimiyet zuhur eder. İncinebilir olmak, ruhlarımızı yakınlaştırır. İkimiz de madem bu dünyada yaralanmış varlıklarız, madem yaralarımızdan tanıyabiliyoruz birbirimizi, bu aşinalıkla daha da sokuluruz birbirimize. Yaralarımız bizi birbirimize dost ve akraba kılar.
Merhamet bizden kahramanlık beklemez. Varlığa sinmis kederi anlamamızı ister bizden. Kalbimizin en derinlerinde “ıstırap içindeki yabancı”nın ıstırabını dindirmek için hazır olup olmadığımızı sorar. Bir nezaket sözü, şefkat dolu bir dokunuş, sabırlı bir mevcudiyet, kendi korku ve tepkilerimizin ötesine geçme iradesi… Tüm bunlar bir korku ve acı anını dönüştürebilecek merhamet jestleri olabilir. Anlamak ve merhamet yolunda yürümek, “dünyanın feryatlarını dinlemeyi” öğrenmektir. Merhamet bizi ve onları ayıran duvarları aşmak yolunda bir davettir. Çoğumuz merhamet yolunda kendi önyargılarımıza toslarız. Derin bir anlayış, kabulleniş ve cesaret olmaksızın merhamet olmaz. Anlamak için inan, inanmak için anla!
Merhamet “sınır tanımayan kalpler”in işidir. “Beni anla, beni duy!” diye feryat eden her keder ve ıstırap anında, onu anlamak ve işitmek için orada olmaktır merhamet. Kalbin dili, ben ve sen arasındaki sınırı tanımaz. Merhamet, acıya bir mesafeden bakmakla değil, onun alevinin yakıcılığını ruhunda hissetmekle başlar. Merhamet sabır, kabulleniş, farkındalık ve dürüstlükle beslenir. Benmerkezciliği ve daima haklı olma arzumuzu kurban etmeden yeşermez. Bizi umutsuzluk ve suçlama tuzağından çıkarıp alır, saygınlık ve iç bütünlük ile donatır. Ben ve öteki arasındaki ıstıraplı ayrılığı kaldırır. Merhamete ebelik eden, acıdan yüz çevirmek değil, acıyla birlikte kalma iradesidir. Kendi hayatında yüzünü kedere dönersen, dünyadaki o bitmek bilmez acıya gözlerini açacaksın. Terör, şiddet, açlık ve mülksüzlük pençesinde kıvranan insanlara açılacak kalbin. Dünyanın feryatları senin feryatlarındır. Kalpten kalbe bir yol var. Merhamet, hayatımıza kaçınılmaz bir şekilde giren acıyı nezaketle kabullenmektir. Kaybedişin hüznü bizi hayatın kırılganlığını görmeye çağırıyor. Ancak kendi kırılganlığımızla karşılaşmak ve onu yakından bilmekle, ötekinin acısını da anlamaya başlarız. Merhamet annenin rahminde büyüttüğü çocuğa karşı hissettiği gibi, bir başkasının hayatını hissedebilmektir.
Merhamet için bazen de bağışlayabilmek gerekir. Merhamet affedişten önce gelir. Bağışlamak, “Sen yaptıklarından daha değerlisin,” demeye gelir, yani “Sende umut var, yaptığın şeyden başka bir şey de yapabilirdin, tüm olanaklarını yitirmedin,” demektir. Eğer bize yanlışlık yapan kişiyi affedemezsek tam manasıyla iyileşemeyiz. İyileşmek için insanın kendisini acıya açması ve teslim olabilmesi gerekir; incinebilirlik ve acziyeti kabullenebilmesi, onlarla yüzleşebilmesi gerekir. “Affedişin iki kızı var: Adalet ve merhamet,” demiş eskilerden bir bilge. Gerçekten affedebilmek için adaletle hareket etmek, hakikatle yüzleşmek ve verilen zararı küçümsememek gerekir. Bunu merhametle yapmalıyız ki bir uzlaşma boy verebilsin. Uzlaşma olmaksızın adalet, intikamdır ve intikam yeni bir şiddet döngüsünü başlatır. Adalet olmaksızın uzlaşma ise nisyandır, unutuştur. Unutmak ne bir çözüm ne de bir uzlaşı sağlar. Çatışma sonrası durumlarda, paylaşılmış tarihsel belleğin yeniden inşası, ilişkilerdeki güveni onarmak için önemli bir adımdır. İnsan hakları ihlallerini isimlendirmekle toplumun bu ihlalleri sosyokültürel bir düzeyde anlayabilmesi de sağlanır. Suçları ve suçluları isimlendirmek onların bir daha yaşanmasının önüne geçmek için elzemdir. Böylece hayatta kalanların iyileşmesi hızlanır, kurbanlar çektikleri acının boşuna olmadığını görmekle onurlandırılır.
Bazen umudun şafağı bir ümitsizlik gecesinin sonunda doğar. Umutla karşılaşmak için ümitsizliğin de ötesine geçebilmek gerekir, gecenin en ucuna gittiğinizde orada yeni bir şafak sizi bekleyecektir. Günümüzde hemen ağrıdan kaçmak istiyor, çoğu zaman kedere tahammül edemiyoruz. Acıdan kaçmaya çalışırken onun içine kısılıp kalıveriyoruz. Analjezi toplumunda, ıstıraptan bir şeyler öğrenmek yerine, onu yok etme, onu görmezden gelme, ondan kaçma öne çıkan tavırlar oluyor. Oysa insandan tüm özgürlükleri alınsa bile bir şey asla alınamaz: kendi yolunu seçme özgürlüğü. En zor koşullarda bile kendi yolumuzu seçebiliriz. İrade, hayatın en dibe değdiği yerlerde bize yukarı sıçramak için imkân verir.
Merhamet, bizden başkasının hikâyesini ondan etkilenmemize izin vererek dinlememizi ister. Feraset bizi bu hikâyeyi dinlerken ruhumuzun kıpırdanışlarını hissetmeye ve neyin bize iyi bir kaynaktan neyinse başka bir yerden geldiğini anlamaya çağırır. Bu şekilde ötekinin hayatında ne olmakta olduğunu onun bakış açısından anlamaya çalışırız. Onlar açısından neyi yapmanın onlara daha fazla fayda sağlayacağını anlamaya çalışırız. Bir yandan da bu sürecin bizim üzerimizdeki etkilerini gözler ve bunun öteki için ne anlama geldiğini anlamlandırmaya gayret ederiz. Merhamet bizi ötekinin hikâyesine değer vermeye davet eder. Onu dinlemeye davet eder çünkü hepimiz bir başkasına ötekiyiz. Hepimiz ötekileriz. Eğer hikâye bir mücadele hikâyesi ise hepimizin yaşanmış tecrübelerinin bir aynası ve insan saygınlığının bir ifadesi olarak içsel bir değer taşır. Bazı öykülerin etkisi daha büyük olur ama her ıstırap öyküsü bütün için hayati önemdedir ve ilgiyi hak eder. Kalbinize dokunmaya başladığınızda veya ona dokunulmasına izin verdiğinizde onun uçsuz bucaksız olduğunu fark edersiniz, onun bir çözümü olmadığını, bu kalbin çok büyük, geniş ve sınırsız bir yer olduğunu fark edersiniz. Orada ne kadar sıcaklık ve nezaket olduğunu fark edersiniz ve ne kadar da boşluk olduğunu. Kalbin istiap haddi bitmez, oraya alınacak misafirle genişler kalp, yeni deneyimlerle büyür. Kalpten veren kişi daha da zenginleşir.
Merhamet sınır tanımayan kalplerin davasıdır.