Sinema ve bellek (2)

Akira Kurosawa’nın Rashomon’u hafızanın yeniden yapılandırılabilirliğine sinemadan eşsiz bir dipnottur. Rashomon, dört kişi tarafından tanık olunan bir suçun hikayesini anlatmaktadır. Bu dört kişinin her biri ifadesini verirken aynı olayı birbirlerinden farklı şekillerde dile getirmektedir. Öyle ki bu dört tanığın ifadeleri birbiriyle zaman zaman çelişmekte, buna rağmen her bir tanık yine de kendi ifadesinin doğruluğunda ısrar etmektedir. Bu nedenle başlangıçta son derece net gibi gözüken bu olay, zaman içerisinde tanıkların da ifadeleriyle iyice karmaşık bir hale gelmekte ve izleyici filmin sonlarına doğru kendi hafızasını da sorgulamaya başlamaktadır.

Totaliter rejimler, kendi resmi tarihlerini telkin etmek için, halkın hikaye etme biçimlerini gasp ederek unutturmayı hedefler. Oysa özgürlükçü ve çoğulcu toplumlarda kollektif bellek nihai değildir, her zaman tartışmaya açıktır. Sembol ne kadar kutsalsa protestoların yöneltileceği odak noktası haline gelmesi olasılığı da o kadar artar. Böylece tarihin kilometre taşları, sembolik siyaset için uygun hedefler haline gelebilir.

Beşir’le Vals filmine bellek açısından bakalım. Film bellek ve tarih arasındaki travmatik yırtılmaya ışık tutar. Filmde savaş, ilk Lübnan savaşında bulunan bir grup İsrail askerinin gözünden anlatılır. Anlatılan onların özel belleğinden süzülüp gelir. Yönetmen filmi bir tür hafıza mekânı olarak inşa eder; buradaki anıların ulusun tarihsel anlatısına girmesine izin verilmemiştir. Yönetmen Ari Folman, kendini ve diğer askerleri hatırlamak konusunda adeta mecbur hisseder. Film, savaşın ayrıntılarını vermek derdinde değildir, daha çok bellek ve hatırlamak üzerine yoğunlaşır ve bunların doğurduğu etik sorulara eğilir. Travmatik eylemin baskılanması ve onun için duyulan etik sorumluluk filmin estetiğinde yansıtılır. Doğrudan temsili korkunç ve şok edici olan travmatik olayları, film, animasyon yoluyla temsil eder. Böylece yönetmen kendisi ve izleyici için savaş travmasını ve katliamı ulaşılabilir kılar. Animasyon gerçeğe benzer fakat gerçeğin kendisi değildir, böylece olayı temsil edecek bir imkan sunar, yine de gerçek olayı sunmuş olmaz. Film, fotoğraf imgesini animasyonun zıddına çok tehdit edici bulur, çünkü unutulmaya çalışılan gerçeğe tehlikeli bir biçimde yakındır. Filmin sonunda yönetmen, katliamı anlatan bir dizi fotoğraf gösterir. Filistinli erkek, kadın ve çocukların katledilmiş bedenlerinin şok eden imgeleri. Böylece bastırılmış travmatik geçmiş açığa çıkarılır, bizi filmin anime gerçekliğinden, rüyadan çıkmaya zorlar. Böylece görmek istemediğimiz, unutmayı ümit etmiş olduğumuz ölümün hatırası ile yüzleşiriz. Bu sekans bizden zamanında görmediğimiz dehşetin etik sorumluluğunu üstlenmemizi ister. Öteki’nin katledilmiş vücudunun hatırasını gerçekliğe taşımamızı emreder. Sabra ve Şatila’daki katliamın travmatik öyküsüne körlüğün anlamını sorgular.

Beşir’le Vals’in önemli bir sorununu filmde yönetmenin arkadaşı Ori Silvan şöyle açıklar: “O kamplarda ne olduğuna dair ilgin aslında başka diğer kamplarda ne olduğuna dair ilginden kaynaklanıyor. Sabra ve Şatila’yla ilgilisin ama ondan sorumlu olduğun için değil, ona tanık olduğun ve bu da sana senin kurban olduğun başka bir katliamı hatırlattığı için.” Folman, Filistinli kurbanla ancak Yahudi kurban üzerinden bağ kurarak ilgi kuruyor. Film, İsrail ordusunu Lübnan’a getiren gerçekleri sorgulamaz, yönetmen iradesine rağmen travmatik olayların izleyicisi konumuna düşmüş masum bir kurbandır filminde. Filmin sonundaki katledilmiş beden imgeleri kahramana bir tür katarsis sağlar. Böylece onu takip eden travmayı hatırlamış, geçmişin cinini kovmuştur. Artık geçmişin yaralarından kurtulmuştur ve hayatına devam edebilir. Savaş sonrası Almanya toplumunda hatırlama patolojileri üzerine çalışan Mistcherlich çifti, yas tutma yetersizliğinden söz etmişlerdir. Eğer Almanlar Hitler’le bağları ve bunun getirdiği suçluluk duygusuyla gerçekten yüzleşebilselerdi bir melankoliye teslim olmaları kaçınılmazdı. Bu yüzden dönemin dehşet verici olaylarına karşı bir tür savunma olarak hatırlama zorluğu geliştirdiler. Yazara göre tedavinin yolu bir yas çalışmasından geçer. Suçluluk hissinin verdiği ağır yük ancak bir hatırlama gayretiyle hafifletilebilir. İntifadanın temel psikolojik dinamiğinin de babaların yaşadığı utanca baş kaldırmak isteyen oğullar olduğu dile getirilmiştir.

Yurtsuzluk, anomi, kişilerarası kopukluk, anne ve baba yoksunluğu Wim Wenders’in etkileyici filmi Paris/ Texas’ta zenginleştirilmiş bir biçimde karşımıza çıkar. Film çölle açılır, kahramanımız Travis, tuhaf bir adam olarak bir yerleşim merkezine yönelir. Bir düşmeden sonra bilincini yeniden kazanmıştır ve yabanıl çölün ortasından çıkagelmiştir. Hekimin kimliği hakkındaki sorularına cevap vermez. Dört yıldır çöldedir. Bir amnezik olarak Teksas çölünde gezinmektedir ve elinde onu eve götürecek olan kardeşi Walter’ın telefon numarası vardır. ‘Çorak Ülke’ çöldeki açılış sahnelerinden başlayarak film; yoksunluk, bilinmezlik, belleksizlik, coğrafi ve zihinsel boşluk, kişilerarası kopuş ve kişisel yalnızlık imgeleriyle doludur. Travis soğuyan insan gezegeninin, insanın parçalanmışlığının nihai bir sembolüdür. Belleksiz ve yurtsuzdur. Bir dili, kimliği ve belleği yoktur. Bunlara kavuşacağı sırada yine çöle döner, yurtsuzluğu mesken edinir. Paris, Texas ile Paris, Fransa burada bir zıtlık olarak belirir. Paris, Texas modernleşmenin yarattığı yeni dünyadır ve eski dünyanın zengin kültürel mirasından farklılaşmıştır. Millerce otoyol, hamburger noktaları, araba enkazları… materyalist, teknolojik toplumun çıkmaz sokağına işaret eder. Travis’in yolda karşılaştığı bir psikotik boşluğa modern toplumun yanılgılarını ermişçe haykırır. Kollektif amnezi çağında ya Travis gibi belleğini ve kimliğini yitirerek yaşamayı seçer insan, ya delirip çöle konuşarak. Ya da kendinden memnuniyetin o uzun kış uykusunda, köksüzlük ve geleneksizliğin getirdiği anomi ve yabancılaşma içinde. Paris/Texas çölün hiçliğinin karşısına patolojik normalliği ve aklın toplumun sınırlarında dolaşan yoğun ve tahripkâr ilişkileri koyar. Ya hayatımızda bir nesne olmayacaktır ya da yüzeysel, tutkusuz, sahte nesne ilişkileri olacaktır.

Hasılı bellek, sinemanın bir tutkuyla hatırladığı bir şeydir.