‘Ölümler ölümlere ulanmakta ustadır / Hayatsa bir başka hayata karşı’ demişti İsmet Özel. Ölümlerin ölümlere ulandığı günlerden geçiyoruz. Değişik isimler altındaki şer şebekeleri, vatanımıza dört koldan saldırıyor ve terör yoluyla bize boyun eğdirmek istiyor. Terörü yüreğinde merhametten bir iz taşıyan her insan lanetliyor, ama onu yok edebilmek için, hangi bataklıktan filizlendiğini de anlamamız gerek.
Terör, uzlaşının bildik yöntemlerini kullanmaksızın, yarattığı tedhiş ve yıldırma duygusuyla hedefine ulaşmak ister. Bu amaçla da toplumu infiale uğratacak, ümitsizliğe sürükleyecek ve gelecekten duyduğu emniyet hissini zedeleyecek eylemlerde bulunur. Vatan evvelemirde bir güvenlik duygusudur. Bize sağladığı aşinalık ve tarihsel süreklilik hissiyle, kendimizi emin hissettiğimiz yerdir. Terör işte o güvenlik duygusunu yok ederek kötülüğünü gösterir. Günübirlik hayat tedhiş edilir, hayatın doğal ritmi ve akışkanlığı bozulur. Günümüzde terör, sadece politik amaçlara ulaşmak istemiyor, aynı zamanda psikolojik hasar da bırakmak istiyor. İkincil örseleme yoluyla eyleminin çeperlerini genişletiyor: Teröre bizatihi tanık olan insanların dışında daha geniş bir kitle, iletişim araçları üzerinden teröre tanık olarak, ruhsal anlamda örseleniyor. Bir de ‘ahlaki hasar’ bırakıyor üzerimizde, kötülüğe tanık olup da onu engelleyememenin yarattığı hasardır bu.
İntihar saldırısında bulunan örgütler güya politik bir hedef gözetiyorlar ama aslında sokakta, maişet telaşındaki insanın direncini de kırmak istiyorlar. Günümüzde terör en ufak bir ahlaki meşruiyete yaslanmadığı gibi, her türlü gayrı ahlaki vasıtayı kullanarak insanların tesanüt duygusunu yok etmek, toplumsal dokuda onarılmaz gedikler açmak istiyor. Ardı sıra gelen terör eylemleri ile insanımız bir teslimiyetçiliğe sürüklenmek isteniyor. ‘Bizim artık bir geleceğimiz yok, terörle hiçbir suretle baş edemeyiz, en iyisi bu ülkeyi terk etmek’ gibi ifadelerde vücut bulan teslimiyetçilik, tam da terörizmin yaygınlaştırmak istediği halet-i ruhiyedir.
İntihar bombacılarının ruhsal açıdan sakat, çocukluklarında çok büyük ıstıraplar çekmiş, kötü anne babalık görmüş, doğuştan arızalı ruhlar olduğunu söylemek bir haklılık payı taşısa bile, kolaycılığa kaçmaktır. Bugüne kadar yapılmış çalışmalar ortak bir kişilik tipi göstermiyor bu kişilerde. Psikoloji, intihar eylemciliğini kişisel psikolojik nedenlere dayanarak açıklayamıyor.
Terör örgütleri kapalı organizasyonlar. Bu kapalı organizasyonlara ait olmak müntesiplerine seçilmişlik duygusu verir. ‘Ben seçilmiş biriyim ve toplumun diğer kalan kısmından üstünüm’ diye düşünmeye başlar kişi. Önceden sıradan, kimsesiz, gariban sayılan bir genç birdenbire sözüm ona çok soylu, sözüm ona çok yüce bir amaca hizmet ettiğini düşünen bir kimse haline gelir. Bu özellikle gençler açısından çok önemli bir süreç. Zaten varlığıyla ilgili, aidiyeti ile ilgili bir sürü sorular sormakta olan kişi, birdenbire bir hücreye dahil olmakla varlığına çok büyük bir anlam kattığını düşünür. İkincisi, bu güya soylu dava için ölümünden sonra isminin yaşatılacağı, kendisinin ve ailesinin saygın şekilde anılacağı örgüt tarafından empoze edilir. Üçüncüsü, bu tür insanların bu görevlere hazırlanmadan evvel bir hücre eğitimine daha çok da birebir eğitime tabi tutulduğunu söyleyebiliriz. Bu birebir eğitimlerde kişi aslında kendisini feda etmekle davalarına çok mühim bir katkı sunacağına inandırılır. Yani bir ‘beyin yıkama’ işlemi gerçekleştirilir. Kendi varlığınızı grubun varlığına ve o sözüm ona soylu bir amaç uğruna feda etmeniz beklenir. İşte bütün bu endoktrinasyon süreçleri aslında sıradan kendi halinde bir insanı bile çok keskinleştirip hayatını feda edecek bir konuma getirebilir. Zaten toplumsal düzeyde de bu saygınlık ritüelleri sürdürülür. Türkiye’de intihar bombacısı olup pek çok insanımızı katleden bir kişinin taziyesine milletvekilinin gitmesi, sonraki intihar bombacıları için bir kolaylaştırıcıdır. Eğer siz bir eylemi bir toplumda yüce bir eylem olarak tasvip eder ve alkışlarsanız diğer üyelerin ölüme yürümesi de kolaylaşır. Hayatı feda etme üzerinden yeni bir mitoloji, bir kahramanlık kültürü üretilir.
İntihar terörizmi çok büyük psikopatların oynadığı tehlikeli ve büyük bir oyun, büyük psikopat derken zehirleme ve manipülasyon kudreti olan kişileri kastediyorum. Kendisi ölmeyen ama bir başkasının ölümüne çok kolay karar verebilen savaş ağaları. Lise çağları ve üniversitenin ilk yılları insanın sistemle, kurulu düzenle başının hoş olmadığı, mücadele dürtüsünü bir kanala aktarmak istediği çağlar, bu çağlarda terör örgütleri telkine yatkın olabilecek insanları seçiyor ve bir tür hipnotizasyonla onları hayatlarını vermeye ikna ediyor. İntihar teröristlerine dair çalışmalar çok kesin bir psikolojik profil ortaya koymasa da intihar bombacısı olan kişiler, örgüt içinde kendilerine verilen üstün paye ile hayatta bir değer bulduğuna inanan insanlar. Önceki hayatında da çok yararlı işler yaptığını düşünen, kendine inanan, kendine güveni yüksek, sosyal bağları güçlü insanlar kolay kolay intihar bombacısı olmuyor. Yaşamak için bir nedeni olan kişi intihar etmez. Geçmiş hayatında ne aile ne de toplumla anlamlı bir ilişki kuramamış, türlü uyuşturucuların tezgahından geçmiş, kendisini hiçbir yere ve hiçbir inanca ait hissedemeyen kişinin kendine duyduğu özyıkımsal nefret, terör örgütleri tarafından kolaylıkla kullanılabiliyor. Geçmişin sadece kendisine zarar veren hapçısı, nefreti sadece kendisine değil bütün bir topluma da yönelterek hınç almak istediğinde, yeni kuşak intihar bombacıları ortaya çıkıyor. Nihilist anarşizm, kılık değiştirerek ve her defasında en elverişli ideolojiyi kuşanarak, dünyayı yangına veriyor.
Kolaylaştırıcı etkenler arasında tabii ideolojik örgütün kapalı yapısından dolayı toplumla o örgüt arasındaki düşünce farklılıklarının abartılması da var. Normalde kişi topluma çıktığı zaman, farklı görüşten insanla konuştuğunda çok yoğun olarak algılayamayacağı o farklılaşmayı örgütün içindeki endoktrinasyon sonucunda “biz ve onlar” şeklinde tam bir ikilik halinde algılamaya başlıyor. Böyle ikilikçi ve mutlak bir düşünce yerleşiyor. Terör örgütleri hayat ve düşünceyi basitleştiriyor. Hayat eylem yoluyla dönüştürülmüş oluyor. İyinin ve kötünün sınırları, üzerinde düşünülmeyecek kadar net hale geliyor : ‘Onlar ne olurlarsa olsunlar kötüdür, biz nasıl olursak olalım iyiyiz’. Kahramanlık ve sadakatin şahikası da kişinin kendi hayatını feda etmesi olarak resmediliyor.
Oysa hayat da bir başka hayata ulanmakta ustadır. İntihar terörizminin beslendiği varoluşsal boşluğu onarmamız gerek. ‘Beni yakan ateş herkesi yaksın’ diyen bir nihilist deliliği, ancak gönüllerin imarıyla önleyebiliriz. Sevmeyi bilen, cana kıyamaz.