Sadakat

“Kâinat ve felekler, aşk üzere, dostluk üzere halk edilmiştir… Her şey gönülde cereyan ediyor. İnsanları gönül döllüyor” demişti merhum Fethi Gemuhluoğlu. Merhametin olmazsa olmaz bileşenlerinden ikisi ahlak ve sadakat. Aşk olmadan merhamet olmaz. Dikkat etmeden merhamet de edemeyiz. Bir kesinti çağında yaşıyoruz, dikkatimizin kolayca çelinebilir olduğu bir zamanda. Sürekli, düşündüğümüz şeyden bambaşka bir şey düşünmeye davet ediliyoruz. Uzaktan kumanda cihazıyla televizyon kanalları arasında gezinirken yeryüzünün uzak köşelerinde tanık olduğumuz ıstıraplardan birdenbire çılgın bir eğlenceye zıplıyoruz. Cep telefonlarımız ibadetten konsere, aile yemeğinden dost meclislerine dek her yerde gerekli gereksiz zırlıyor. Dikkatimiz çelindiğinde mevzuyu kaybediyoruz. Telefon konuşmasından sohbet meclisine dönen insanın konuşmaya ısınması zaman alır. Müdahaleler zamanı kesintiye uğratıyor ve yazarın ilhamını, inanmış adamın huşusunu, anne babanın dikkatini dağıtıyor. Nihayet dostluklar da her şeyin ucunun kaybedildiği bir zamanda “fotoğraflar kadar kısa ömürlü” oluveriyor. Süreklilik kayıplara karışıyor. Babalarımız gibi girdiğimiz işyerinden emekli olmuyor, doğduğumuz yerde ölmüyor, dost çevremizi de diğer tüketim eşyaları gibi duruma ve menfaate göre değiştirebiliyoruz. Mağara arkadaşının canının yanmaması için, ayağını yılan deliğine uzatan, “gönlüyle o deliği tıkayan” Yâr-ı Gar yok artık. İnsan ilişkilerinin de kullan-at modeline göre şekillendiği bir dünyada, yakınlık mumla aranıyor. Sadakat kol gezmiyor.

Oysa sadakat, az önce söylediklerimin tersine, birlikte olmaktır. Hayatlarımıza dış müdahale ve dikkat dağınıklığının buyurmasına izin vermemek, zamanı yekpâre tutmaktır. Sadakat, daima orada olmaktır. Çocuklarımız büyürken orada olmak, dostlarımız iç dökerken orada olmak, ibadette ve sohbette orada olmaktır. Anda, burada ve şimdi olmaktır. Biraz daha ileri gidelim, metafizik düzlemde, ruhlar şöleninde verdiğimiz söze bağlı kalmaktır sadakat. Dostlarımızı kalbimizde, yargılamadan, talepkâr olmadan tutmaktır. Onları, fikirleri ve kişilikleriyle önemsediğimiz için, her an dinlemeye ve her dem sırtımızda taşımaya hazır olmaktır. Bu yüzden kâinatın övüncü efendimiz, “Önce refik, sonra tarik” demişlerdir. Önce yoldaş, sonra yol. Yol ancak sadakatle gidilir zira.

Dostluk onarır, iyileştirir. İnsan insana şifa verir. Mehmed Âkif’in İstanbul’un buz ve kar kestiği bir günde, sadece söz verdiği için, çok uzun saatler yürüyerek ve neredeyse donacak halde, dostu Eşref Edip’in evine gitmesi bilinen bir örnektir. Sadakat iyi günde ve kötü günde azığını, sevincini, öfkeni, kederini bölüşmektir. Sadakat ruhuna, ülkülerine, değerlerine paha biçmemektir. Sadakat, insanı miyara vurur. Zor zamanda dostumuza ve ülkülerimize gösterdiğimiz sadakat, hangi cevherden yapıldığımızı söyler. İç bütünlüğe sahip insanlar neye inandıklarını, ne hissettiklerini ve ne istediklerini bilir. Onlar için sadakat gayet tabiidir ve sahip oldukları içsel berraklık ve gücün bir yansımasıdır.

Sevgili dost, sana dost diyorum zira beni olduğum gibi kabul ediyorsun. “Arkadaşlar seni tanımalarına rağmen seven insanlardır”. Bana buyurmak, nasihat etmek, benden bir şey talep etmek gibi tasaların olmadığı için yanında kendim olabiliyorum. Bir hata yapsam biliyorum, kolayca bağışlayacaksın beni. Sadece birbirimize değil, dostluğa da sadakat duyuyoruz. Beraber değilken de birbirimizin sesini duyuyoruz.

En iyi arkadaş ruhumu bütün çıplaklığıyla ona göstermekten çekinmediğim kişidir, yanında açık ve dürüst olmaktan başka bir imkan bulamadığım kişi. Hakiki dostluk dünyanın ruhları örtmediği, ruhların birbirine en yalın haliyle dokunabildiği bir dostluktur. En yalın ve en cesur. Güzel zamanlar biriktirirken ve zor zamanları aşarken omuz hizamda duran ve benimle aynı ufuklara bakan kişi. Zaten, “dostu göremezsem bu gözler neme gerek?” Dostluğun kapısında, aşkın kapısında bir meziyet varsa eğer, “köpekler kadar sadık olmak”tır o. Çünkü zor zamanlarla sınanır arkadaşlık, bağlılığımızı miyara vurur, birbirimize yaslanarak zor yokuşları tırmanmaya davet eder bizi.

“Mutluluk, yaşamda bir şey ters gittiğinde arkadaşına kaçabilmektir”. Bir ilticagâh, bir sığınma yeri olarak dostluk. “Mutluluk, beraberce mutsuz da olabilmektir… Mutluluk çekip gittiğinde ve mutsuzlukla hatta bir felaketle başa çıkmak gerektiğinde arkadaşlar birbirleriyle konuşabilir, birbirlerine manevi dayanak olabilirler”. “İnsan arkadaşlarıyla beraberken en ücra yerde bile evinde hissedebilir kendini” zira günlük hayatın maskeleri inmiş, her arkadaş olduğu gibi bir insan olarak insan dostuyla konuşmaktadır, orada çocuklaşabilir, muzipleşebilir, sahiciliği kuşanır. Evet arkadaşlık pekiyi demekle kaimdir ama hakikatleri de en pervasız ve en destursuz halleriyle arkadaşa söyleriz. Arkadaşlık birbirinden alınmamaktır, incinmemek ve incitmemektir aynı zamanda. “Arkadaşımla beraber değilken de onun içimdeki sesini işitirim”. Ondan uzak olsam bile o kafamın içinde konuşmaya ve bana cevap yetiştirmeye devam eder, ona uzak olsam bile bir meseleyi ona nasıl anlatabileceğimi tartarım zihnimde, böylece bu hayali karşılıklı konuşma içimizde devam eder.

“Ahlak” diyor, Comte-Sponville, “nezaketle başlar ve sadakatle devam eder… Barbar sadakatsizdir. Gelecek zamanın ahlakı yoktur. Her ahlak, her kültür gibi geçmişten gelir. Ancak sadakatte ahlak vardır.” Köksüz bir toplumda endişe ve baş dönmesi yaşıyor modern insan. Gözler birbirine değmiyor, ruhlar yakınlaşmıyor. Adeta dostlukların son günü. Menfaat hesapları hasbî arkadaşlığın altını oyuyor. Yıkmanın hazzı inşa etme cehdinin yerine geçiyor.  Kendisinden yirmi otuz yaş küçük bir gençle arkadaşlık eden, ona yarenlik eden kaç kişi kaldı bugün? İnsan yetiştirmenin hevesini içinde bir kor gibi taşıyan kaç dava delisi adam var? Acı olan şu ki, pek az insan, insana sadakati önemsiyor. İnsanlar gölgeler gibi hayatlarımızdan gelip geçiyor. Kısa ömürlü dostluklar bir arkadaşlığın gerektirdiği adanmışlığı nadiren sağlıyor, ruhsal ihtiyaçlarımızı giderdiğimiz, bir yaramıza merhem olan kişiler günü gelip de ihtiyaç ortadan kalktığında hayaletlerin arasına karışıyor.

Sadakat tutunmaktır: Allah’a, ülküye, vatana ve insana.

Not: İsim belirtilmemiş tırnak içi tam cümle alıntıları, Wilhelm Schmid’in Arkadaşlıktaki Saadete Dair (İletişim, 2015) adlı kitabından.