1892 yılında Çamlıca’da dünyaya gelen Şerif Muhittin Targan, Osmanlı Devleti’nin son Mekke emiri, Evkaf nâzırlarından Ali Haydar Paşa’nın oğlu, Hz. Peygamber’in otuz yedinci kuşaktan torunuydu. Küçük yaşlarından itibaren musikiye duyduğu ilgi hanelerinde düzenlenen fasıl geceleri ile doruk noktasına ulaşmış, ailesi eğitimine zarar verir düşüncesiyle başka meşgalelere izin vermemişti. Buna rağmen Targan daha o yaşlarda gündüzleri kardeşiyle beraber ders çalışır, ödevlerini bitirir; aile efradının odalarına çekildiği gece yarısı sakladığı uduyla sabah ezanına kadar talim ederdi. Birkaç sene süren bu geceli gündüzlü tempo Targan’ın on üç yaşında sağlığının bozulmasına neden oldu. Aslında beklenen bu durum genç müzisyen adayının şimdiye kadar gizlice yürüttüğü çalışmalarını da ortaya çıkardı. Musiki sevdasını anlayan ve bir hayli şaşıran aile büyükleri derslerini bitirdikten sonra ona akşamları uduyla ilgilenmesine müsaade etti hatta bir müddet sonra Targan, evde misafirlere mini konserler dahi vermeye başladı.
Türkiye’de ilgi görmedi…
On üç yaşındayken klasik üslupta hüzzam saz semaisi besteleyen; Zekai Dedezade Ahmet (Irsoy), Ali Rıfat (Çağatay) ve Rauf Yekta Bey gibi üstatlardan ders alan ayrıca bir taraftan da viyolonsel derslerine devam eden Şerif Muhittin Targan, Darülfünun ’un önce Hukuk ardından Edebiyat Fakültelerine kaydolmuştu lakin beş sene süren okul hayatı boyunca müzik çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı. Mezuniyetinden hemen sonra yaşanan I. Dünya Harbi ve babasının bu süreçte Mekke Emiri tayin edilmesi müziğe verdiği aranın istemeden de olsa uzamasına neden oldu. Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne karşı başlattığı isyana babasının iştirak etmemesinden dolayı ailesi maddî ve manevi büyük kayıplara uğrayan Targan, imparatorluğun dağılmasından sonra zaten zorluk çeken babasına külfet olmamak için sanatını icra edip para kazanmak üzere 1924 yılında Amerika’ya gitti. Öyle anlaşılıyor ki Targan kendi vatanında sanat çevrelerinden bir ilgi görmemişti.
Amerika’da boş durmayan Şerif Muhittin Targan dört yıl boyunca viyolonsel dersleri almaya devam etmiş, muhtelif yerlerde sanatını icra ederek geçinmeye çalışmıştı (Başkan Roosevelt’in oğlu Archibald’dan büyük yakınlık gördü). Gurbete gelişinden ancak dört sene sonra büyük mücadelelerin ardından 13 Aralık 1928’de Town Hall’da bir viyolonsel ve ud resitali veren Targan, müzik eleştirmenlerinden son derece olumlu tepkiler aldı. Bu konserin benzerleri çeşitli eyaletlerde (Boston, Detroit) de icra edildi. Şerif Haydar Paşa vasıtasıyla Çamlıca’daki köşklerinde Targan ile tanışan Mehmet Akif de bir manzumesinde hem bu konsere hem de sanatçıya duyduğu hayranlığa atıfta bulunmuştu. Akif’in hayranlığı onun sazına olan üstün hâkimiyeti ve batılıların kendisini bir virtüöz olarak kabul etmesinden ileri geliyordu.
Safiye Ayla ile evlendi…
1929 yılında Amerika’da yaşanan ekonomik kriz Targan’ın konser programlarını alt üst etse de o, sanat hayatına burada devam etmekten yana oldu, ta ki 1932 yılına dek. Yaşadığı trioit ameliyatından sonra İstanbul’a gelmek zorunda kalan usta sanatçının sağlığı ancak iki yıl sonra bir konser vermesine müsaade etti. (Beyoğlu’nda Fransız Tiyatrosu’nda). Ne yazık ki memleketinde musiki ile ilgili kendisine önemli bir görev verilmeyince Irak Hükümetinin davetiyle Bağdat’a giderek Doğu ve Batı musikisi bölümlerinin yer aldığı Bağdat Konservatuarı’nı kurdu, ud ve viyolonsel dersleri verdi (1936). On iki sene idare ettiği ve pek çok talebe yetiştirdiği konservatuardan yine sağlık sebepleriyle ayrılıp İstanbul’a geldi ve İstanbul Belediye Konservatuarı’nda iki yıl kadar ilmî kurul başkanlığı yaptı. 8 Nisan 1950’de Safiye Ayla ile evlenen Şerif Muhittin Targan, eşi ile bazı hayır kurumları yararı dışında hiçbir müzik etkinliğinde yer almadı, hiçbir sanatçıyla çalışmadı. 13 Eylül 1967 tarihinde hakkın rahmetine kavuşan Targan Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’na defnedildi.
Yeri dolmaz…
Bir peygamber torunu olarak batı müziğini çok iyi bilen lakin yerli ve milli duruşu daima ön planda olan Şerif Muhittin Targan, besteleriyle de Türk Musikisine katkıda bulunmuştu. Aynı zamanda iyi bir ressamdı. Uzun saatler boyunca süren müzik çalışmalarından sonra dinlenmek için şövalesinin başında resimler yaptığını ressam Elif Naci anlatıyor. Yaptığı portreler arasında Mehmet Akif ve Abdülhak Hâmid’e ait olanlar da var (Hâmid’e ait olan portrelerin biri Topkapı Sarayında diğeri ise İstanbul Üniversitesi Profesörler Kurul Odası’ndadır). Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca bilen, ava meraklı, kibarlığı ve mütevazılığı ile tanınan Şerif Muhittin’in hatırı sayılı kütüphanesi ve değerli tabloları vasiyeti gereği eşi Safiye Ayla tarafından Süleymaniye Kütüphanesine bağışlandı.
Sanatında bu kadar ileri seviyeye yükselmiş, batı sanat camiasında bu kadar ciddiye alınmış bir değerimizin kendi memleketinde yeterli ilgi görmeyip ömrünün yirmi yılını yâd ellerde geçirmesi hayretle karşılanacak bir durum. Bugün İstanbul’da doğmuş ve burada yetişmiş bir peygamber torununun beynelmilel bir sanatkâr olduğunu kaçımız biliyor…