Mutluluk reçetesi

shutterstock_268647056

Mutmain bir hayat bir reçeteden devşirilemez. ‘Mutlu olmak için nasıl yaşamalıyız?’ sorusu beyhudedir zira sosyal adaletsizlik, salgın hastalıklar veya kıtlık gibi insan mutsuzluk ve sefaletinin yaygın nedenleri ortadan kaldırılsa bile, mutsuzluk pek çoğumuzu avlamaya devam ediyor. O halde soruyu başka bir biçimde sormalıyız. Bu dünyada neyi yapıyor veya neyi yapmaktan geri duruyoruz ki hâlâ mutsuzuz. Mutmain insan evvel emirde mutluluk yarışından kendisini alıkoyabilen kişidir. Hayatın çağıltısına katılır ve onun anlam ve gayesini kendi içinden devşirebilir. Eğlence, rahatlık, güç ve şöhret gibi dışarıdan gelecek ödüllere bağımlı değildir onun iyilik hissi, daha bağımsız ve özerktir, dışarının tehdit ve ödüllerine kolayca gönül indirmez. Mutsuz olmak için binlerce yol vardır evet ama ruhu sükûna erdirmek için bir yol varsa, o da mutluluğu kovalamaktan vazgeçmektir. Kendine yardım kitaplarının, pozitif düşünce gurularının söylediğinin aksine daima mutlu olmak zorunda değiliz, zaten buna imkân da yok. Dur durak dinlemeden hep en neşeli halleri ve en keyifli anları çağırmak ve onlar gelmediğinde hüzünlenmek, dağın tepesine bir kaya parçasını yuvarlamaya çalışmak gibi.

Psikoloji araştırmaları pozitif düşünmenin kendisinin bazen mutsuzluğu davet ettiğini gösteriyor. Sözgelimi düşük özgüveni nedeniyle her gün ayna karşısında ‘ben sevilesi bir insanım’ diye kendi kendine konuşması, bu ifadeyi yüzlerce tekrar etmesi istenen bir insan, bu cümleyi her söylediğinde aklına ters yönde başka düşünceler geldiği için mutsuz olabiliyor. ‘Pozitif hayaller’ kurmaları istenen insanların bazılarında da, başarılı bir sonucun sık sık hayal ediliyor olması gerçekte onu daha az başarmalarına yol açabiliyor. Yas tutmaktan kaçınan kişilerin yastan iyileşmeleri çok daha uzun süre alıyor. Gözyaşlarını tutan ve acısını göstermeyen kişiler, kaybın yarattığı örselenmeyi daha derin yaşıyor. Endişeli insanlar kendilerine gevşeme yönünde çok fazla komut verdiklerinde daha fazla strese giriyor. Pozitif düşünmek, anlayacağınız çok yerde işe yaramıyor. Pozitif düşünmeyi aşırı bir optimizm doktrinine dönüştüren The Secret gibi kitaplar ise ciddi etik sorunlar ihtiva ediyor: Eğer gerçekliği yaratan düşünceler ise yoksulluk, kronik hastalık veya kanser mağdurları sıkıntılarının kaynağı olarak kendi olumsuz düşüncelerini mi suçlayacaklar? Bütün bu sıkıntılı halleri kendi hayatlarına kendileri mi davet etmiş sayılacak? İki binli yıllarda yaşanan ekonomik krizin dahi, kısmen de olsa, Amerikan şirket dünyasının pozitif düşünceye fazla bel bağlamış olmasıyla ilgili olabileceği varsayılıyor. Öyle ya yenilgiyi asla kabul etmemek gibi bir düsturu varsa şirketinizin, yaklaşmakta olan kıyameti nasıl sezecek değil mi? Aşırı hırs, tamahkârlık ve büyüklük hezeyanından kendisini kurtarıp gerçeği nasıl görecek, yenilmeyi de hayatın bir parçası olarak göremeyenler?

Hedonizmin güttüğü bir ‘mutlu hayat’ arayışı duygusal ve bedensel zevkin en üst seviyeye çıkarılmasını salık veriyor. Modern tüketici kapitalizminin imzası var bu arayışın altında. Tatmin kaynakları hep dış dünyada! Kariyer başarısı yoluyla statü arayışı bunun en belirgin örneği. Farklı bir yaklaşım, itminan arayışında kişinin kendisini geliştirmesinin ve arındırmasının önemine dikkat çekmek olabilir. Kişi hayatta kendi imkân ve potansiyellerinin izini sürerek, insan olarak daha fazla gelişmek yolunda çaba harcayabilir. Mutlu hayat arayışı bugünden keyif almak için gelecekten ödünç alırken, mutmain hayat geleceği güçlendirmek için bugüne yatırım yapar. Mutmain hayatın vasıfları arasında şunları sayabiliriz: Anlam duygusu, kendine saygı, yüksek nitelikli ilişkiler, daimi bir olgunlaşma hali ve çevreye duyarlılık. Ancak bütün bunlar yeterli değil. Mutmain ama aynı zamanda anlamlı bir hayatın peşinde koşmalı insan. Kişi kendinden büyük bir idealin peşi sıra uçurtmalarını uçurduğunda, gelişimini sadece kendiyle değil içinde bulunduğu toplumla da mukayyet kıldığında, yani hayatı kendisi için değil, âlemdeki bütün varlığa da bir ışık taşımak için yaşadığında o hayat daha mutmain ve tutarlı bir hayat haline geliyor. İçsel bütünlüğü olan bir hayat. Bu anlamlı hayatı yaşayanlar için benlik ve öteki arasındaki sınırlar daha geçirgendir. Ben ve o arasındaki duvarlar yıkılmıştır artık. Mutmain hayat, bu açıdan baktığımızda, erdem peşinde bir hayattır. Benlikle kaîm olmayan, benliği aşan ahlâki ilkelerin peşinde bir hayat.
İlerleme düşüncesi insanlığın bütün felaket ve musibetleri önünde sonunda def edeceği yanılsamasını besliyordu. ‘Bu peri masalı gerçekleşmemekle kalmadı, belirli bir ölçüde, yok etmeyi amaçladıklarını da güçlendirdi’ der Pascal Brückner, ‘…Modern olmak, alnımıza yazılan talihten payımıza düşeni alma becerisine sahip olmamaktır’. Beklentilerimizi gemleyemediğimiz ve arzularımız da şaha kalktığı için sürekli bir hayal kırıklığı dünyasında yaşarız. Kimse yeterince sevilmiş, tatmin olmuş veya ödüllendirilmiş hissetmez. İlahi bir lütuf olarak hayat yerine bir hak olarak hayat düşüncesi yerleşir. Çektiğimiz acılar, daha iyi bir hayatı hak ettiğimizin diplomatik pasaportu olarak bizi yeni haklara buyur eder. Acı ve hoşnutsuzluk eşiğimiz düştüğünde kolayca bağrışıyoruz: Hayır, benim hakkım bu değildi, bu acıyı ben hak ediyor olamam! Belki daha hakkaniyetli bir tutum, ‘dünyada bunca insan acı çekerken, neden ben onlardan biri olmayayım ki?’ sorusunu kendimize yönelterek bulunabilir. Sahi, bizi acı çeken milyonlardan ayıran görünmez bir yasa mı var?

İnsanlar acısız bir hayatı ve maddi başarıyı her şeyi temize çıkaran bir sonuç olarak algılıyor. Eğer maddi başarı hayattaki başarının tek ölçüsü haline gelirse insan giderek zalimleşir ve birbirine yardım elini uzatan hiç kimse kalmaz. Hayatta itminan ve sükûn; başka insanların hayatına ne kadar dokunabildiğiniz, başka insanların hayatını ne kadar değiştirebildiğiniz ve kendi hayatımızı ne kadar olgunlaştırabildiğimiz, kendi kör noktalarımızı ne kadar görünür kılabildiğimizle alâkalı.

Biz dünyayı ele geçirsek bile, kendi nefsimize boyun eğerek köle kalmaya devam ediyorsak, metafizik planda hiçbir başarı elde etmiş olamayız. Bir başarı arayacaksak eğer, bu bizim yola çıkmadan önce ruhsal olarak durduğumuz yer ile vardığımız menzil arasındaki mesafeden ölçülmesi gereken bir şey.

Mutlu insan değil, ıstırap çeken insan bu dünyanın vicdanıdır. Eğer bilinci yapmış olduğu şeyin yanlış olduğunu fısıldamıyorsa bir işkenceci de mutlu olabilir. Meselemiz mutlu insanı aramak değil, dertli ve mutmain insanı aramak olmalı. Alkışa ram olmamış ruhlar. Soru soran, kendini ve içinde yaşadığı toplumu, dünyanın adaletsizliğini ve insanın zalimliğini sorgulayan, nerede bir susamış varsa oraya su taşımak isteyen insanlar iyiliğin gizli soylularıdır. Bu insanlar mevcut mutluluk endüstrisine, o yanılsamalı mutluluk çarkına da çomak sokar. Onlar ‘bir derdim var, bin dermana değişmem’ der ve kendileri güzelleştikleri gibi, dünyayı da imar ederler.