“Buradayım çünkü buna değersin. Buradasın, o halde ben de buna değer olmalıyım.” İnsan olmak, öteki ile buluşmaktır. Yüzyıllar önce bir üstat öğrencilerine sorar: “Öfkelendiğimizde neden bağırırız?” Öğrencilerin hiçbiri doğru dürüst cevap veremeyince üstat kendi sorusunu cevaplar: “İki insan birbirine öfkelendiklerinde, kalpleri birbirine uzaktır ve o mesafeyi aşmak için birbirlerine bağırmaları gerekir. Ama birbirlerini seviyorlarsa bağırmazlar ve yumuşak bir ses tonuyla konuşurlar çünkü kalpleri yakındır. Birbirlerini daha da sevip ruh yoldaşı haline geldiklerinde, fısıldamalarına bile gerek kalmaz çünkü birbirlerine baktıklarında her şeyi anlayabilirler.”
“Merhamet zaman zaman bulutların ardında kaybolsa da yükselmekte olan bir yıldızdır. Ne kadar yükseleceği ise insanların gayretine bağlıdır: İnsanlar eski moda merhametle yetinip yetinmeyeceklerine karar vermek, başkalarına vicdanlarını rahatlatmak için yardım etmeyi sürdürmekle merhametin yeni tarzını benimsemek, yani başkalarını bir insan olarak tanımak, onları anlamak ve onlar tarafından anlaşılmak arasında seçimlerini yapmak zorundadır’’ der Theodore Zeldin, “…çünkü her insanın eşit ölçüde değerli sayıldığı bir dünyada, merhamet göstermenin kabul edilebilir yegâne biçimi, iki tarafın da ortaya bir şey koyduğunu hissedebilmesini, iki tarafın da birbirine kulak vermesini gerektirir. Merhamet duygusunun hiç uyanmadığı karşılaşmalar ise eksik ve ziyan olmuş karşılaşmalardır.”
Güney Afrika’da Başpiskopos Desmond Tutu, Apartheid (ırk ayrımı) kurbanlarını Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu süreçleri marifetiyle zalimleri ve işkencecilerini affetmeye çağırmıştı. Hem zalimleri hem de kurbanları karşılaşmaya çağırmakla yaptığı şey aslında bu kamusal olaya tanıklık eden tüm Güney Afrikalıları bir merhamet eylemine çağırmaktı. Elbette bu tarz bir eylemle adalet dağıtılmış olmaz ama ileride adaletin önünü tıkayacak zehirli duyguların önü bir nebze alınmış olur. Merhametin risklerinden birisi, onun tarafından değiştirilmektir. Cömertliğin dilini öğrenerek cimriliği unutabiliriz. Nefret ettiklerimizi bağışlamayı öğrenebiliriz. Bunun gibi duygusal olarak yüklü uygulamalar hesaplanabilir çabuk sonuçlar vermeyebilir ama bizi ahlaken canlı tutar. Bizi bir diğerimizden sorumlu kılar.
Merhamet acımaktan ve sempati göstermekten çok farklıdır, bizi eyleme davet eder ve acı çekenle aradaki mesafeyi kısaltır. Merhamet duyan bir insan ötekinin ıstırabını dindirmek için bir kasıt taşır ve bunu hayata geçirir. Merhamet kaçınılmaz bir biçimde risk içerir çünkü kendimizi ötekilerin acısına açmak ne mantıklıdır ne de içinde yaşadığımız duyarsızlık çağında bizden beklenen bir vazifedir.
“Her insan, gevşek ya da sıkı bağlarla, başka kimseninkine benzemeyen, yer ve zamanın sınırlarını aşıp giden bir iplik demetiyle başkalarına bağlıdır”. Buna kimi yazarlar, “varlıklar arası olma” (interbeing) diyor. İnsanlar birbirinin hayatlarına etki ettiklerini fark ettiklerinde güçsüz birer kurban olmaktan çıkar ve böylece en mütevazı insan bile dünyanın gidişine, olayların seyrine küçük de olsa katkıda bulunabilecek bir birey haline gelir. Tanrısal özelliklere sahip kahramanların yerini herkesin bir parça kahraman olduğu bir dünya alıyor. Sıradan yurttaşın adaletsizlik ve acımasızlık karşısında sesini yükselttiği ve eyleme geçtiği, “merhametli cesaret”in erdemiyle donandığı bir dünya. Ötekine ilgi ve şefkatin ruh koordinatlarını belirlediği bir dünya. Bunun için bütün insani etkinlikleri yeni bir gözle değerlendirmemiz gerekiyor. Ekonomi insanın kökten rasyonel ve bencil bir varlık olduğu yolundaki sabit fikrinden vazgeçebilir. Hayırlı ekonomi, insanın başarısını sadece kendi çıkarını gözetmekle ölçmeyen bir ekonomidir. Hayırlı siyaset çoğunluğun zaferini alkışlamak ve insanın insana bağlılığı ilkesinden hareket ederek “kaybedenlere de karşılıklı uzlaşmaya dayalı alternatif zaferler” sunmaya çalışan siyasettir. İnsanlar inanç sistemlerinin onları birleştiren doğası üzerinde durabilir, saygıyı yalnızca kendi kabile ve inancı için talep etme tuzağına düşmeden, öteki için de saygı ve adalet talep edebilir. Farklılıklarımızı birbirimizin gözüne sokmak ve geçmişin hayaletlerinin bizi yönetmesine izin vermek yerine, ortak noktalarımızın üzerinde durmak ve bir ihtimam ahlakını çoğaltmak dünyayı daha güzel bir yer kılar.
Geçtiğimiz on yılda demokratik değer ve uygulamaları sürdürmek, yaygınlaştırmak ve kalıcı hale getirmek için merhamet ve diğerkâmlığın ahlaki ve politik önemi giderek daha çok tartışılıyor. Tutkuların politik önemi âdeta yeniden keşfediliyor. Demokratik kurumların istikrarının, yurttaşların duygusal anlatılarının demokratik norm ve ilişkileri desteklemesine bağlı olduğu dile getiriliyor. Çünkü merhametin eli aklın aritmetiğinden hızlıdır. Bu görüşe göre merhamet, yurttaşları ötekilerin ıstırabına, rasyonel seçime nazaran çok daha hızlı ve güvenilir bir biçimde cevap vermeye teşvik ediyor. Kendilerine zarar verme pahasına insanlar, ötekini adaletsizlik ve zarardan sakınmak isteyebiliyor. Bu yönüyle merhamet, adaletli bir dünya toplumunun gelişmesine hizmet edebilir. Demokratik düzenin doğru işlemesine, küresel bir adalet sisteminin tesis edilmesine ve politik uzlaşmaya katkıda bulunabilir merhamet. Çatışma sonrası ve sömürgecilik sonrası toplumları sarsan şiddet dalgasının zapturapt altına alınabilmesi ve tedavi edilebilmesi için de merhamete ihtiyacımız var. Merhamet üzerine kurulmayan bir ahlakın, acıyı dindirmek için acele etmesine gerek yoktur.
Bana uzak ve yabancı olanı da içine almayan bir merhamet, dar bir merhamet anlayışı olmakla kalmaz, dünyayı “biz” ve “onlar” olarak ikiye ayırma riskini de içinde taşır. Kendi çocuklarımıza karşı duyduğumuz merhamet, kaygan bir zeminde kolayca başka insanların çocuklarının pahasına kendi çocuklarımızın iyiliğini sağlamaya dönüşebilir. Kendi milletimize duyduğumuz sevgi, yine bulanık sularda, başka milletlere boyun eğdirme arzusuna geçit verebilir. Hikâyesini duyduğumuz ve bizden saydığımız insanlara daha fazla merhamet gösteririz. Bize uzak olan, hikâyelerini pek sık işitmediğimiz ve bize de benzemeyen Ruanda’da yaşanan katliam dikkatimizi çekmez ama bize yakın olduğunu düşündüğümüz coğrafyalar için gözyaşı dökeriz. Oysa asıl merhamet, yabancı saydığımı da içine alabilen, sesi bana kadar yeterince ulaşamamış toplumlar için de adalet talep edebilmemi sağlayan merhamettir.
Türkiye’ye bakıyorum. Merhamet arayışından çok samimiyet sorgulaması var havada. Gördüklerimize inanmıyor, inandıklarımızı görüyoruz. Her cenahta, sadece bize benzeyenlerin haklılığı üzerine kurulu bir politik dil. Ötekilerin hak taleplerinin, onu da geçtim yaşama taleplerinin bile samimiyet sorgusuna tâbi tutulduğu bulanık bir hava.
Korkarım bu puslu havada, aklın aritmetiği merhametin elinden daha çabuk davranıyor. Kalpleri birbirine yakın kılmak ve usulca konuşmak dururken, bağırmak neden?