Kötülerin tutkusu, iyilerin basireti

Bütün fundamentalist/öncü hareketler modern hareketlerdir. Dinin daha doğru ve saf bir biçimini uyguladıklarını iddia etseler de dini ‘yenilikçi ve radikal’ bir biçimde yorumlar ve bu uğurda her şeyi eğip bükebilirler. Kendi ideolojileriyle uyum içinde olmayan herkesi dünyadan temizlemenin derdindedirler. Peki, neden bazı ‘sorunlu’ gençler için IŞİD ve benzeri örgütler bir çekim merkezi olabiliyor? Çünkü onları hayal kırıklığına uğratan bazı kurulu düzenlere veya Batı’ya karşı bir intikam alma hissini tatmin ediyor. Zalimlik ve barbarlığı bir kamusal gösteriye çevirerek dünyanın ilgisini toplayan IŞİD gibi oluşumların en büyük yeniliği, hiç utanması olmayan bir zalimlikle övünebiliyor olmaları.

Fundamentalist gruplar hayat ve düşünceyi basitleştirirler. Hayat eylem yoluyla dönüştürülür. İyi ve kötünün sınırları, üzerinde düşünmeye değmeyecek kadar nettir. Kahramanlık ve ibadetin en üst noktası olarak kişinin hayatını grubu veya inancı adına feda etmesi beklenir. Böylece yabancılaşmış, kafası karışık, aşağılanmış ve umutsuz kişi, hayatın ikilemlerine bir cevap bulacaktır. Zaten bütün aşırılıkçı hareketlerde bu hayatın karmaşasını siyah ve beyaza indirgeme eğilimi mevcuttur. Düşünce esnek değildir ve olayları bir başkasının gözünden görmeye çalışma yoktur. Çeşitli bilimsel veriler bize düşünsel esneklik ile empati arasında yakın bir ilişki bulunduğunu gösteriyor.

Zaten IŞİD vb. örgütlerin bilinen vahşet gösterilerinin amacı da toplumda bir kötülük kamplaşması yaratmak, iyi ve kötü raflarını iyice ayırmak ve bu cepheleşmeden kendi efsanesini üretmek. Özcü hareketlerin kıyamet beklentilerini de hatırda tutmak gerek. Apokaliptik anlatı, dünyanın bütün yaşanan bozulmalar neticesinde sonunun geldiğini, ahir zaman alametlerinin belirdiğini ve iyilerle kötüler arasında nihai bir savaşın yakın olduğunu söyler. Tarihteki diğer binyılcı gruplar gibi IŞİD de, bu ifadelerine bakarak, dünyayı arındırmak ve kendisine göre dinin daha saf haliyle hükümran olacağı yeni bir dönemi açmak derdindedir. Bu daha önce Kayıp Arkadaş adlı kitabımda tartıştığım gibi tipik bir binyılcı projedir ve dünyayı her zaman, dini veya politik olarak, olduğundan daha saf bir hale getirmeyi hedefler. Sıradan insanlar arasında hadiselerin yanlış gittiğine dair inanç o denli yaygınlaşmaktadır ki, pek çok kişi, toplumda erdem ve doğruluğun düzelebilmesinin ancak aşırı tedbirlerle mümkün olabildiğini düşünmektedir. Yaşadığımız hayatta hepimizi rahatsız eden bir şeyler var ve hepimiz bizi içten içe kemiren sorularla bağırıyoruz: Apokaliptik gruplar işte bu duygulara oynar, bir dünyayı kurtarmak için onu yok ederler.

Terörizm, hep söylendiği gibi, psikolojik savaştır. En acil hedefleri destekçilerinin moralini yükseltmek ve kurbanlarını korkutmak ya da onları destekleyenleri demoralize etmektir. İzleyenler için korkunun çapı, ölüm ve yaralanmaların hasarından çok daha büyüktür. Terör bizi korku içinde aşırı tepki vermeye zorlar. Korkuyu yaymak ve tepkisel politikaları tetiklemekle teröristler bir ölçüde amaçlarına ulaşır. Haddi zatında bizi korkutan şeyler çoğu zaman bize zarar veren şeylerden farklıdır. Risk algısı işittiğimiz haberlerle çok yakından ilgili. Medya, istemese de teröristlerin teatral performanslarını kolaylaştırıyor. Zihnimize yerleşen terör imgeleri yüzünden, muhtemel bir terör olayından hayatımızdaki farklı muhtemel risk etkenlerine göre daha çok korkuyoruz. Kafa kesme sahneleri evlere, odalarımıza sızarak kötülüğün ne kadar güçlü olduğunu fısıldıyor. İnsanlar seçimleri statükoya göre tartıyor; Kazançtan çok kayıpları önemsiyoruz, bir şeyi kaybetmemek için onu kazanmaya ayıracağımız emekten fazlasını harcıyoruz. Nadir olayların olma ihtimalini abartıyor ve daha yaygın olanların olma ihtimalini ise görmezden geliyoruz. Zaten terör de bu korkuyu yayarak kitleleri felç ediyor.

Steven Pinker, örgütlü zalimliğin, Batı’da on sekizinci yüzyılın sonundan itibaren azalmaya başladığını yazar. Yazar, insan hayatına giderek daha fazla saygı duyulmasını okuryazarlık oranlarıyla ilişkilendirir. Kişi okuduğunda kendi aile, kabile veya milletinin ötesinde insanlarla da empati kurabilmeyi öğrenmektedir. Başka insanların bakış açılarını kavrayabilmekle kişi onları kolayca düşman kılamaz. Empati bazı insanlarda, psikopatlarda yoktur, bazı durumlarda da zayıflama eğilimi gösterir. Aşırı derecede korkutulan, kurbanlaştırılan veya şiddete teşne kalan kişi bir süre sonra duygularını hissedememeye başlar. Vahşete çokça maruz bırakılarak eğitilen kişi, hasım saydıklarını kolayca yok edilebilecek nesneler sayar. IŞİD vb. örgütler şiddeti, kendi üyelerinde empati duygusunu köreltmek için yaygın bir teknoloji olarak kullanır. Kafa kesme ve vahşetin görsel vasıtalarla yaygınlaştırılması örgüt müntesiplerinde ikincil bir psikopatiyi ve başkalarına zarar verme arzusunu çoğaltır.

Bugün dünyada üç yüz bin çocuk asker olduğundan söz ediliyor. Bu çocuklar depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu kadar ‘ahlaki hasar’ dan da mustarip. Etik normların vahşi bir biçimde ihlal edildiği eylemlerde bulunmak, onlara tanık olmak ve engelleyememek bilince ağır bir hasar veriyor. Katlanması güç bu acı ‘ahlaki hasar’ olarak isimlendirilebilir. Cinayet her kültür ve dinde yasaklanmıştır. Terörizm eylemlerine kalkışan herkes ahlaki hasara uğrar ve bunun sonunda sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmak da kişiyi ikincil psikopatiye sokar. Daha tehlikeli olan bir başka durum da bütün toplumun, ahlaki hasar üreten eylemlere tanık olarak uyuşması, duygularını kaybetmesi ve empati hissini kaybetmesidir.

IŞİD vb. terör yapılanmaları Irak ve Suriye’de yaşanmış olan kolektif tarihsel travmalar üzerinden kendilerine alan açıyor. Şiddet, paranoya ve kimlik politikaları üzerine yükselen bir alan. Geçmişin yaralarını kullanan bu kabil oluşumlar aynı insanlarda daha büyük travmalar, daha derin ve iyileşmesi güç ruhsal yaralar açıyor.

‘Dönüp dururken genişleyen girdapta / Şahin şahinciyi duyamıyor / Her şey dökülüyor, merkez tutunamıyor / Safi anarşi boşalıyor dünyanın üstüne / kanla kararmış dalga serbest kalıyor ve her yerde / masumiyetin töreni boğuluyor / en iyiler inançtan yoksunlar, en kötüler ise / tutkulu bir kuvvet ile dopdolu.’ Böyle yazmıştı W.B. Yeats kötülüğün çoğalayazdığı bir zamanda. Bizi onaracak olan kötülerin her türlü kutsalı çiğneyerek gemi azıya aldıkları bir çağda, sadece iyilerin inancı ve basiretidir. İnancımız onurumuzdur, sevincimiz ve neşemizdir. Onu kötülerin elinde rehin almaktan kurtaracak olan da iyilerin iyiliğe duydukları sadakattir ancak.