Simalarında Bosnalı kadınlarda da fark edilen hak edilmemiş acıların sorularını okuyorsunuz. Hantal bir sistem çökerken onları tam olarak yerleşemedikleri kamusal alanda çatısız bıraktı. Azerbaycan’da yaşadığım yıllarda da gözlemlemiştim bunu: Sovyet idelojisi ütopyayı kamusal mekânlarda gerçekleştirmek istediği için özel alana konutlar son derece dar ve imkân açısından da sınırlı tutulmuştu. Hiçbir zaman tam anlamıyla içselleştirilmeyen kolektif hayat çöktüğünde ise bundan en çok kadınlar etkilendi. Kaos, makine düzeni yerine vahşi mücadelenin şartlarını dayatıyor ve savaş hiç eksik edilmiyordu.
Ağır kış şartlarında kar küremeyi sürdürüyor belediye işçisi kadınlar caddelerde ve parklarda. Bana rehberlik eden Asya İlçenko ile Kiev’de dolaşıyoruz. Hayat şartları ağır, buhran üzerine buhran yaşayan bu ülkede.
Ukraynalı kadının yaygın profili elbette bıçkın muhayyilede ağırlık kazanan komşu kızı imgelerine karşılık gelmiyor. Ciddi, birikimli, işini hakkıyla yapmaya gayret eden birçok kadınla tanıştım üç günlük yolculuğum sırasında. Kamusal alanda çalışırken aileyi de ayakta tutma hatta aileye reis olma pratiğini ortaya koyan bir sorumluluk sergiliyorlar. Akla Dr. Jivago’nun Lara’sını getiriyor ifadeleri.
Yunus Emre Enstitüsü Kiev Müdürü Ender Korkmaz’la Ukraynalı kadınlarla ilgili dünyadaki ve Türkiye’de mevcut algıların gerçekdışılığı üzerine konuşmuştuk. Medya organları bu kadınları beden ve yüz güzellikleriyle öne çıkarırken bir tüketim maddesine dönüştürüyor. “Halbuki” diye anlatmıştı Korkmaz, “Ukraynalı kadın çilekeş, kıymet bilir ve ince ruhlu… İmkânsızlıkların şekillendirdiği yüzyıllar boyunca hep ailelerini var etmeye çalıştılar. Orta Çağ’da Leh ve Moskova akınlarında kaybettiler toplumlarının erkeklerini… I. Dünya Harbi’nde… II. Dünya Harbi’nde… Her defasında yeniden kurdu Ukrayna kadını Ukrayna’yı… Bugün 300 bin Ukraynalı erkek ülkenin doğusundaki karışıklıklar nedeniyle silah altında… Ve yine bir milleti kalkındırmak, asaletlerini çilelere göğüs gererek kazanmış olan Ukrayna kadınına düşüyor.”
Kiev’de bulunduğum günlerde kadınlara ilişkin gözlemlerimi doğrulayan açıklamalar bunlar. Ölçülü, çalışkan, şımarıklıktan uzaklar. Bir sohbete daldığınızda ülkelerinin içinde bulunduğu çifte açmaz karşısındaki kaygılarını fark ediyorsunuz.
Asya ile Lva Tolstogo metrosuna bindik ve Kontraktove Meydanı’nda indik. Grigori Skovoroda gibi filozofların, Bohdan Khmelnytsky gibi milli kahramanların heykelleriyle kaplanmış meydanı da kapsayan Şevçenkovskiy Mahallesi’nde gezindik bir süre. Sonra Bulgakov Müzesi’nin bulunduğu buzlanmış karlarla kaplı Andreyevskiy yokuşunu çıkmaya başladık. Yokuş boyunca rastladığımız seyyar satıcıların hemen hepsi kadındı. Gözlemlerimi daha sonraki sohbetler de doğruladı. Devlet çöktü, ama insanlar eski hizmetlerin sürmüyor olmasını hazmedemiyorlar. Kapitalizmin vaatleri en cafcaflı yönleriyle algılanıyor. Gururlu erkekler iş beğenmeyince de hayatın yükün kadınlar kaldırmaya çalışıyor.
En tepedeki mavi ışıltılı Andreyevskiy Katedrali’ydi. Yokuş üstündeki seyyar satıcı kadınlarla alışverişimiz sohbet eşliğinde uzadığı için katedrale kadar çıkmaya zamanımız kalmadı. Kalina ağacından tahta işleri üzerindeki resimleri bize hoş bir dille anlatan Lidya Hanım, üşüdüğümüzü düşünüp kendi elleriyle yaptığı tarçınlı kurabiyelerden ikram etti.
Lidya’nın anlattığı Galya ve İvanko efsanesi gibi tezgâhındaki ağaç işlerinde yer alan figürler de Sovyet kültürünün ülkede yerleşik büyü ve masalı ortadan kaldıramadığını gösteriyor. Bir halk şarkısında da yer aldığı üzere, İvan Galya’ya âşık oluyor ama Galya bu aşka karşılık vermiyor. Gerçi konuşuyor, tebessüm ettiği de oluyor bazen, ama bunun ötesine geçmiyor utangaç bir kız olan Galya. İvanko ise karşılık bulamasa da umudunu hiç kaybetmiyor ve her gün su içmek için Galya’nın bahçesindeki kaynağa gelmeye devam ediyor. Şarkı kavuşmayı bildirecek şekilde sonlanıyor. Lidya’ya göre kalina ağacı üzerindeki bütün bu desenler, sadakat sembolü kuğular, tetikte olmayı sürdüren horuz, evimizi ve ailemizi kötülüklerden koruyacaktır.
Kalina ağacı, atfedilen koruyuculuk anlamları nedeniyle düğün ve doğumlarda da yer buluyor merasimlerde. Geçmiş yıllarda gelinin saçına kalina ağacından bir salkım tutturulurmuş. Bu salkım gelinin sadık, kocasını seven bir eş olacağına yorulurmuş. Düğünün ardından çift bahçelerine kalina ağacı dikermiş. Evin yanı başında kırlangıç veya leylek yuvası varsa, aileye bir bebeğin katılacağının habercisi olarak görülürmüş.
Tabii ben Lidya’nın sözlerini anlamıyordum ama öylesine hoş bir anlatımı vardı ki sıkılmadım dinlerken. Daha sonra Asya’dan öğrendim konuşmalarının içeriğini.
Kiev günlerinin en güzel hediyelerinden biri oldu bana Asya’yı tanımak O, üç yıl önce Kiev’deki Al Rahma Camii’nde Kelime-i Şehadet getirdikten sonra Olga olan ismi yerine Asya’yı kullanmaya başlayan yirmi iki yaşında Odessa’lı bir genç kız. Hali hazırda Kiev Milli Dilbilim Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenim görüyor. Ülkedeki ekonomik şartlar nedeniyle babası uzun yol şoförü olarak Avrupa’ya sefere çıkmaya başladı. O da ailesine destek olmak için zaman zaman otel resepsiyonlarında çalışıyor, Türkçe dersler veriyor.
Çocukluğundan beri dil öğrenmeye eğilimi var Asya’nın, ana dili olan Ukraynaca’nın yanı sıra Rusça, Türkçe, İngilizce, ayrıca biraz Azerice ve Bulgarca biliyor. 2017’de Giresun’da bir Türkçe yaz okuluna katıldı.
Ukrayna kadınlarının haksızlıklara itiraz edebilen bağımsız ruhlu bir karakteri olduğunu anlatıyor bana Asya. Kendilerini rahatsız eden konularda sessiz kalamıyorlar. Beri taraftan ailenin selameti için susmayı tercih eden birçok kadının bulunduğu da bir vakıa. Hayat şartları ise nahif olmalarına izin vermiyor. Sıklıkla polis, güvenlik görevlisi veya şoför olarak da çalıştıklarını görebilirsiniz. Okullarda, mağazalarda, otellerde, fabrikalarda çalışıyorlar. Devlet evli çiftlere çocuk sahibi olduktan sonra belli bir yardımda bulunuyor ama bu yardım çocuklarının kaliteli eğitimi için yeterli olmuyor.
Asya’yla Ukrayna’nın sembolik bir kişiliği olan şair ve yazar Lesya Ukrayınka’yı (1871-1913) da konuştuk. Lirik şiirlerin şairi, masalların, epik destanların yazarı romantik devrimci Ukrayınka, hastalığı yüzünden genellikle yatarak sürdürmüş yazma faaliyetini. “Geceleri bile uyanıp şiir yazmaya başlıyordum. Kafamda bir ses gibi bana anlatıyordu ben de yazıyordum.” diye anlatmış şiirlerini yazdığı anları. Asya’ya göre ülkesinde Ukrayınka’nın düzeyine erişen çağdaş bir kadın yazar, şair yok.
Premier Otel’de beni Türkçe konuşarak karşılayan resepsiyon görevlisi Svetlana, ünlü Khreshchatyk Caddesi üstündeki Asya ve Cennet’le gittiğimiz Kırım lokantası Musafir’in görevlisi vakur duruşlu Yuliya, karla kaplı kaldırımda masalları duayla karıştırarak güler yüzünü koruyan seyyar satıcı Lidya… Yunus Emre Enstitüsü memurlarından Mehmet Karakısa’nın Ukraynalı eşi Olga Akinina üzerine anlattıklarında öne çıkan ise aileye sahip çıkarken aynı zamanda yeni bir kamusallık tasarımı için çaba gösteren iradeli, çalışkan bir kişilik… Uluslararası ilişkiler alanında tahsil gören Olga Hanım, ardından Rus Dili ve Edebiyatı okumaya başlamış.
Sovyet döneminde ev hayatının fonksiyonlarının kamusal alana yerleştirilmesi yönünde büyük bir faaliyet gerçekleşti. Sistem yıkıldığında ise, kadınların kaba matematiğe dayalı kamusal rollerine karşılık sahiplenmeyi sürdürdükleri aile düzenleri toplumu ayakta tutan başlıca sebeplerden biri oldu. Ukrayna kuşatıldığı sayısız probleme karşılık sahip olduğu direnci büyük ölçüde kadınlardan yayılan bu gayretten alıyor. Dr. Jivago’nun gururunu, Lara’nın çabasını hatırlamamak mümkün mü?