Kalbin direnişi

41416

Sıradan insanın vatanın uğradığı büyük bela karşısında kahramanlaştığı, külli cesaretin bir ülkenin kaderini değiştirdiği istisnai zamanlardan geçiyoruz. ‘Hayasızca akın’ı durdurmak için gövdesini siper eden, her biri yürüyen istiklal marşına dönüşmüş abidevî şahsiyetlerin ahlâk ufkumuzda güneş gibi parladığı zamanlar. Gelecek için bir umut besliyorsak eğer, o soylu ruhların yaydığı ışık, karanlık ruhlardan yayılan zulmeti bastırdığı için. Bu sıra dışı yiğitlik, vatan ve istiklale bu tutkulu sadakat, ruhu göklere savuran bu iman gözlerimi kamaştırıyor. Her yer yıkılsa, sokaklar, haneler harap olsa bile o yiğitlik ve imana yaslanarak yeni bir ülke inşa edebilirsiniz. Memleket en ücra köşesine dek işgal edilse bile yürek işgal edilemez ve sonunda o yüreklerden yürüyüp genişleyerek bir zafer büyür. On beş Temmuz Direnişi insan yükselişinin imkanlarını göstermesi açısından ruhbilim kitaplarında yerini almalı.

Kahramanların öykülerini dinliyoruz, destansı bir yiğitliğin tarihe düştüğü görüntüleri izliyoruz gözyaşlarıyla. Kahramanlık diğerkamlıktan farklı. Diğerkamlıkta kendi benliğinden feragat ederek başkasına yardım etmek var, kahramanlık ise daha derin bir fedakarlık gerektiriyor. Bedenini tankların önüne süren kahraman, yüce bir ülkü için ölümü göze almış kişidir. On beş Temmuz kahramanlarının pek çoğu sadece içlerinin sesini dinlemişlerdir, “içimdeki sesi dinledim ve koştum” diyor çoğu, kalbe dokunan bir İlahi nağme gibi, hesapsızlığın sesi, tertemiz vicdanın sesi. “Bir kötülük var ve o ben karşısına dikilmezsem durmayacak” diyen kadınlar ve erkekler, bize bir ülke verdiler. Zulme rıza göstermediler, haysiyet ve değerlerini çiğnetmediler, bayrağı yere düşürmediler, ezanı susturmadılar. O kadar devrimci bir gecedir ki bu, Batı’da yazılmış psikoloji kitaplarını, orada geliştirilen sosyal psikoloji kuramlarını bir daha elden geçirmeyi gerektirir. “Birileri bir sorumluluk aldığında toplumun büyük çoğunluğu kaytarır, yan gelir yatar” der bu modeller, “kalabalık şehir ortamlarında biri dara düştüğünde çoğunluk izleyici olmayı seçer ve nasıl olsa birinin müdahale edeceğini düşünür” der. Yüz binlerin yiğitliğini, makineli kurşunla biçilen ön safın yerini ikinci safın tereddütsüz almasını, tankların önüne dikilen mangal yürekli ev kadınlarını anlayamaz bu kuramlar. İnsanın yükselişini görmek için o geceye kalp nazarıyla bakmak gerek. Bu toprakların mayasında var olan bir şeylerin kımıldadığını gördük o gece. “Zulme boyun eğmektense ölmek yeğdir” diyebilen adamı modern siyaset kuramlarıyla anlayamazsınız.

Ha, belki şu: Travma zamanında geçmiş ve bugün iç içe geçer, geçmiş bugünde yaşanır. Bazı kahraman amcaların bir gönül sürçmesiyle, “ihtilal var, Menderes asılıyormuş dediler” deyişi bundandır. Onlar içeride bir yerde ağır ve onulmaz kederden durmuş bir saat zembereğinin yeniden kıpırdandığını hissettiler. Tarih, isimsiz kahramanların dokunuşlarıyla yeniden yazıldı. Bir dostumuz anlattı, o gece köprüde en ön safta yürüyen ve direnenler arasında Selam-ı Ali mahallesinin Roman’ları da varmış, latifeyle “şimdi o kardeşlerimize şarap almaya gidiyorum” diyordu. Genel Kurmay’ın önünde darbecilere taş atarken biçilen ve yoğun bakımdan yeni çıkan emekli albay ve psikiyatri hocası Ali’yi, Selam-ı Ali’nin meyhaneden direnişe koşan Roman vatandaşlarını, “mabedimin göğsüne namahrem eli değmesin” diye yüreğinin sesiyle tankların önüne dikilen Halil’i, Erol’u, Mustafa ve Safiye’yi, vatan için tek kurşun atıp otuz kurşunun kanatlarında göklere yükselen Ömer’i birleştiren bir şey var: Vicdan. Düşmanın alçaldığından daha çok yükseldiler onlar. Bu kahramanlıkları kalbin imkanlarını görmeden, bilmeden açıklayamayız. “Ev kiralık ama vatan bizim” diyen adamın samimiyetini, meydan coşkusunu ‘ihtiyaçlar hiyerarşisi’ne bakarak çözemeyiz. İşte böyle, insan bazen de sadece güvenlik aramaz, insan bazen sadece değer arar. Değerleri için yaşamak ve ölmek ister. Bazı ruhlar vardır ki cennetin kokusunu çok ötelerden duyar da gelir, kapıyı azıcık aralık bulduğunda da cennetin kırlarına uzanır. Bazı ruhları tutamazsınız, göğe yükselmek ister. Hakikatin safında saf tuttuğunu bilen er kişiye, “hangi çılgın zincir vuracakmış şaşarız”.

Nelson Mandela’nın meşhur bir sözü var, “cesaret korkunun yokluğu değildir” der, “cesaret korkuya galip gelmektir. Cesur adam korkmayan adam değildir, o korkuyu fetheden kişidir”. Tepemizde uçurulan jetler nasıl ses duvarını aştıysa, bir millet de korku duvarını aştı. Bu cesaretin kalbinde vatana duyduğumuz o tutkulu sadakat vardı. Şimdi o cesareti basirete çevirme zamanı. Trafikte yol kapma yarışına girdiğimiz insan, o kahramanlardan biri olabilir. Ona yol verelim. Buradan yeni bir toplumsal sözleşme çıkarmalıyız. Bu topraklar üzerinde yaşayan ve vatanı imanla seven herkes, bir yiğitlik ve kahramanlık potansiyeline sahiptir. Yiğit insanların ülkesinde kimse bir diğerini hor ve hakir göremez. İncittiğimiz kırdığımız insan belki bir şehit veya gazi yakınıdır, sözlerimiz tahrip değil tamir etsin. Omuz omuza durduğumuzda dünya neler yapabileceğimizi gördü. O uzun gecede kötülüğün dibini gördüğümüz gibi insanın yücelişine de tanıklık ettik. İstiklal ve hürriyetin bizim için artık ekmek ve su kadar aziz ve vazgeçilmez olduğunu yaşayarak bildik. İnsan som akıldan ibaret değil, türkülerin ve derviş kıssalarının mayaladığı bir irfanın çocukları tarihe her an sürpriz yapabilir. Çünkü kalp kötülüğe direnir. Çünkü kalbi olanlar yenilmez.