Kafkas İslam Ordusu ve Bakû’nun Kurtuluşu

kafkas5

I. Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu için bir ölüm kalım savaşıydı. Bu savaşın tarafları için farklı anlamlara sahip olsa da atalarımız son bir hamle yapmak istiyordu. Doğrusu bu son hamlenin hakkını verdiler, savaştığımız bütün cepheler tam bir kan deniziydi. Binlerce, yüz binlerce şehit bugün yerlerini dahi unuttuğumuz topraklarda yatmaktadır. Bütün yirminci yüzyıl boyunca adeta onları hatırlamamak için elimizden ne geldiyse yaptık.

Bizim için iki büyük savaşın sonuçları çok ağır oldu. Bu savaşlardan ilki 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’dır, nam-ı diğer 93 Harbi. Hicret, sürgün, katliam ve hafızalara türkülerle kazınan bir tarih… Bizim açımızdan I. Dünya Savaşı da felaketle neticelenen ikinci büyük savaştır.

Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı adlı eserinde yer alan “Allaha Ismarladık” başlıklı yazısında I. Dünya Savaşı’nda yaşadığımız mağlubiyetin acı sonuçlarını anlatırken, asker oğlunu arayan bir anneden bahseder. Kadın, istasyonda ulaşabildiği herkese, Ahmet’imi gördün mü, diye sormaktadır. Falih Rıfkı’nın, oğlunun hangi cepheye gittiğini bilmeyen anne ile ilgili kurduğu şu cümle çok anlamlıdır: “… Ahmet’ini görsen ona da soracaksın: Ahmet’imi gördün mü?”

Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı adlı eserinde askerlerimizin birbirinden çok uzak cephelerde karşılaştığı zorlukları, imkânsızlıkları ve bunların sebep olduğu yıkımları acı duyan bir kimsenin diliyle anlatır. Zeytindağı, her dönem okunacak kitaplardan biridir.

Zeytindağı’nda tasvir edilen sahnede olduğu gibi iç acıtan başka bir sahne Küçük Ağa’da tasvir edilmiştir. Çolak Salih’in evine dönüp avludan içeri girince annesine seslendiği bölüm çok etkileyicidir. Anne, Çolak Salih’i kucaklayıncaya kadar oğlunun kolunu kaybetmiş olduğunu anlamaz. Edebiyatımızın eşsiz örnekleri olan bu eserler yaşanan insanî acıların bir kısmını adeta yüreklere kazımıştır. Faruk Nafiz’in Han Duvarları adlı şiirinde Maraşlı Şeyhoğlu’nun hikâyesini anlatan mısralar da çok etkileyicidir.

Bizim çocukluğumuzda hâlâ evlerine dönemeyenlerin hikâyeleri anlatılırdı. Yemen ya da Çanakkale türküsü çaldığında büyüklerimiz hüzünlenirdi.

Bugün, Türkiye I. Dünya Savaşı’nı yeniden keşfediyor. Bu yeni bir arayış, yeni bir inşa sürecine işaret ediyor. Bu iki büyük savaşta kaybettiğimiz şeyler hakkında yeniden düşünmeye başlayabiliriz. İki büyük savaşta kaybetmiş olmamızın yanı sıra özellikle I. Dünya Savaşı’nda kazandığımız zaferler de bize hâlâ gurur veriyor.

Çanakkale ve Kûtü’l-Amare’de kazanılan zafer haklı olarak bütün bir millet için övünç kaynağıdır. Fakat I. Dünya Savaşı’nda iki cephede kazanılan zafere bir üçüncü cephe daha ilave edilmelidir. Bu, Kafkas İslam Ordusu’nun 1918’de Kafkasya’da kazandığı zaferdir. Kafkas İslam Ordusu, Kafkas Türkleri ve Müslümanları üzerinde Rus ve Ermeniler tarafından kurulan baskıyı kaldırmak ve Bakû’nun bir Ermeni şehri hâline getirilmesini engellemek bakımından tarihî bir rol ifa etmiştir. Eğer bugün Bakû hâlâ bir Türk ve İslam şehri ise bu, Kafkas İslam Ordusu sayesinde olmuştur.

1917’de Rusya’da meydana gelen olaylar Rus hâkimiyeti altında yaşayan milletlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı bakımından bir imkân doğurmuştu. Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın birlikte hareket etme arayışları neticesinde Mavera-yı Kafkas Konfederasyonu kurulsa da kalıcı bir siyasî etki oluşmadı. Bu durumun ortaya çıkmasında Ermeni milliyetçiliğinin ciddî bir tesiri oldu. 1918 Mart hadiseleri Rusya hâkimiyetinde yaşayan milletlerin kendi kaderlerini tayin etme mücadelesine vurulan büyük bir darbeydi. Azerbaycan Türk tarihine “Mart Faciası” adıyla geçen olayda üç gün içinde 18.000 Müslüman katledilmişti. Ermeni milliyetçileri Ruslarla birlik olup Kafkasya Türklerine büyük bir darbe vurdu.

Kanlı Mart hadiselerini takip eden günlerde Kafkasya Türkleri kendi kaderlerini tayin etme gayesiyle bağımsız hareket etmeye başladılar. 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Milli Şurası tarafından Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulduğu bütün dünyaya ilan edildi. Mehmet Emin Resulzade, kurulan ilk Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanıydı. Gence, kurulan bu yeni cumhuriyetin başşehriydi. Bu dönemde Bakû’yu Stephan Şaumyan yönetiyordu. Şehirde Rus, Ermeni ve İngiliz hâkimiyeti vardı. Ruslar, İngilizler ve Almanlar Bakû petrollerinin akıbetine büyük önem veriyordu.

Yukarıda bahsetmeye çalıştığımız gibi Osmanlı, I. Dünya Savaşı’nda mağlup olsa da Çanakkale ve Kûtü’l-Amare’de zafer kazandı. Bu iki zaferin yanında Kafkasya’da kazanılan önemli bir zafer daha vardı, fakat son günlerde bu zaferden pek bahsedilmedi. Oysa herkesin bitişinden bahsettiği günlerde Osmanlı ordusu küllerinin arasından tekrar doğarak 15 Eylül 1918’de Bakû’ya girmeyi başardı. Bakû en zor günlerinde Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu tarafından kurtarıldı ve Türk ve Müslüman kimliğini muhafaza etmesi sağlandı. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin başkenti Gence’den sonra Bakû oldu. Bütün bir yirminci yüzyıl boyunca varlığını sürdüren 1920 sonrası Sovyet hâkimiyetine rağmen Bakû’nun Türk ve Müslüman kimliğine zarar verilemedi.

Kafkas İslam Ordusu’nun kazandığı bu tarihî zaferle Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa’nın adı tarihe silinmez harflerle yazılmıştır. Nuri Paşa, bu ordunun komutanıydı. Aynı şekilde bu zaferde Nuri Paşa’nın yanında Mürsel Paşa’nın adı da tarihe silinmez harflerle kazınmıştır. Kafkas İslam Ordusu’nun bu zaferi kazanmasında Dağıstan gönüllü birlikleri ile Azerbaycan Türklerinden müteşekkil birliklerin önemli bir rolü olmuştur. Bu zafer, Kafkasya’da yaşayan Türk ve Müslümanlarla Anadolu Türklerinin yardımlaşmasının tezahürüdür. Kafkas İslam Ordusu’nun zaferi bugünkü Azerbaycan ve Türkiye arasındaki yakın münasebetlerin de temelini atmıştır.