İblis etkisi

Nasıl da aldanıyor insan. Haddini aşan şey nasıl da zıddına inkılap ediyor. Mahviyetkarlık ve hoşgörü kılıfı altında gizlenen şey dünyevi ihtiras, habis enaniyet ve cana kıyıcılık imiş. Bu ihanet bildik bir ihanet değil, kötülüğün serhat beyleri, karanlığın uşakları ölüm kusmakla yetinmediler, aynı zamanda bu ülkenin manevi sermayesini de dinamitlediler. Kutsal olan her şeyi itibarsızlaştırdılar, yalan, iftira, hırsızlık, cinayet gibi dinin nehyettiği ne varsa, Allah’ın yapılmasını istemediği ne varsa yaptılar. Canına kıydıkları masumlar için yalandan bile olsa üzülmek gereği duymadılar, kurbanın suçlu olduğunu, ‘toplumun helak edilecek kavimlerle benzer bir sinyal yaydığı’nı söyleyecek kadar alçaldılar. Grup narsizmi kavramı tam da bu durumları tarif ediyor: Kendi cemaatinin seçilmişliğine ve üstünlüğüne o kadar inanmıştır ki, onlarla hemfikir olmayan bir toplum, onun gözünde yerle yeksan olmayı hak etmiştir.

Utanç ve suçluluk insanları iyiye yönlendiren ve kötülükten sakındıran ahlâki duygular olarak kabul edilir. Bu cinayeti işleyenlerin ifadelerine bakıyorum, onlara yol verenlerin beyanlarını izliyorum, milletimizin yaşadığı bu ağır travmadan sonra hiçbir nedamet görmüyoruz bu beyanlarda. Psikopat bir katilin suçu maktule atan pişkinliğiyle yalan söylemeye ve suyu bulandırmaya devam ediyorlar. Ve her suç örgütü gibi tehdidi elden bırakmıyor, arsızca bu milletin ve vatanın başına yeni çoraplar örmek istediklerini haber veriyorlar. Bir vatanları yok, ruhlarına istikamet tayin eden bir yer ve yön yok, riyakârlığın Alamut’unda çoraklaşmış ruhlarına, iblisin fedailiğinden özge bir anlam biçemiyorlar. 15 Temmuz’dan sonra onca katliamı, onca ihaneti görüp de hâlâ orada, o ruha en uzak ve en yabancı ülkede varlığını sürdüren ve varoluşlarının çapasını demirledikleri o bataklıktan bir türlü alamayanlar, aramızda katilin yardakçıları olarak dolaşıyor. Bunca tufandan sonra orada devam eden kişi, bir şekilde suça ucundan bucağından bulaşmış kişidir. Bu kültün üyelerine birkaç yıldır, ‘sabredin, güzel günler yakında’ denilerek bir sahte umut şırıngalanıyor. Pek çoğu kendi gruplarının mutlak muzafferiyetini bekliyor, bunun için gün sayıyordu. Bu sahte umuda tutunan ve kendi mutlak doğrularının şu veya bu yöntemle önünde sonunda galip geleceğini düşünen ‘taban’, suça iştirak ettiği oranda sıradanlıktan çıkar, suç örgütünün bir maşası ve parçası haline gelir. Artık arada gri alanların olmadığı bir tercih noktasında bulunuyoruz. Yol burada çatallanıyor. Yerli misiniz yoksa kökünüz dışarıda mı? İstiklalden mi yanasınız, yoksa esareti mi istiyorsunuz? Millete dost musunuz yoksa düşman mı? Canını ortaya koyanlarla mı saf tutuyorsunuz, cana kıyanlarla mı?

Birey olma hüviyetlerini yitirmiş ve ruhlarının yularını önderlerinin marazî ruh hallerine teslim etmiş kişilerden ancak soru soramayan, kötülüğe itiraz edemeyen, grup menfaatlerini insanlığın ortak doğrularının üzerinde tutan bir zombiler topluluğu ürüyor. İradesiz bireyler. Yaşayan ölüler. Düğmelerine basıldığında bir istihbarat ajanına, bir suç makinasına, bir hırsıza, bir zorbaya, gözü dönmüş bir katil robota dönüştürülebilen cyborglar.

Sosyal psikolojide ahlaki çözülme diye bir kavram var. Kişi ahlâki standartların bazı özel şartlarda kendisini bağlamadığına inandığında ahlâki çözülmeden söz edilir. İnsanlık dışı davranış ahlâki tepkilerden arındırılır ve kişi şer eyleminden ötürü kendisini kınamaktan kaçınır. Utanç ve suçluluğa yer açmaz. Tahripkâr eylem meşrulaştırılır. Ayıplanası, utanç duyulası o davranışın algılanma biçimi değiştirilir, mazeretler bulunur buna. Darbe girişiminin sebebi üçüncü sınıf demokrasidir onlara kalırsa. Kendi kafalarındaki mülevves dünyayı zorla insanlara dayatarak onları kurtarmak gibi bir misyon biçerler kendilerine. Onlar madem Mehdi’nin askerleridir, kutsalın gölgesine karşı çıkan herkes onların nazarında insan değil, ezilecek birer böcektir. Bilişsel çarpıtmalar bununla bitmez: Eylemin sonuçları görmezden gelinir ya da minimize edilir. Hiçbiri şehitlerimizden söz etmez, parçalanan gövdelerden, biçilen gencecik yavrulardan, kahpece katledilen kadınlardan dem vurmaz. Sanki bir katliam yaşanmamış, sanki çocuklar babasız kalmamış, sanki milletimizden çaldıkları silahları milletimize doğrultmamışlardır. Ve nihayet, kurbanlarını insan saymazlar, onlar da sokağa çıkmasalardı demeye getirir ve katlettikleri kurbanı suçlu bulurlar. Bir milletin istiklal zaferini kutlayışı, onlar için ‘ahmakça bir sevinç’tir. Meslek ve meşrepleri baştan aşağı hile haline geldiğinde, sadakat ve doğruluğun toprağından kopmuş ve çoktan şeytanın terkisine binmişlerdir.

Batıl tarikatlar bireysel kimlikle büyük grup kitlesi arasındaki sınırları belirsizleştirir. Hayatın bütün veçhelerinde grup beklentilerine uygun hareket beklenir. Bireysel düşüncenin yerini grup düşüncesi veya grup konuşması alır. Bireysel sınırlar zayıflar ve kişinin iç uzayı adeta ilhak edilir. Kültler veya batıl tarikatlar dünyayı biz ve onlar ekseninde ikiye böler. Biz, yani aydınlanmış, seçilmiş, kutsanmış olanlar ve onlar, zavallılar, lanetliler. İnanç sistemi tuhaflaştıkça dış dünya ile aradaki yarık da büyür. Dışarıdakilere bazen korku bazen düşmanlıkla bakarlarsa da çoğu zaman onlara yönelik bir acıma vardır içlerinde. Çünkü dışarıdakiler kendileri gibi ‘seçilmiş ve üstün’ değillerdir. Hiyerarşinin üst katmanlarındaki insanların normal bir insanın yetenek ve bilgilerinin fevkinde olduğu düşünülür, onlar neredeyse Tanrısal varlıklardır, lider de kadir-i mutlaktır. O lider ruhlarına mucizevi dokunuşuyla onları baştan aşağı değiştirmiş, özlem ve ıstıraplarını dindirmiştir. Varoluşun bütün anlamını bir başka kula bendelik yapmakta bulan kişiler, kült yapılanmalarında, liderin kusur ve suçlarını görseler de görmezden gelirler. Bu tür yapılar gerçek anne ve babayla olan ilişkiyi çözer ve onun yerine daha geniş grup kimliğini anne ve baba rolüne yerleştirir. Çocuk, ruhun en derinlerinde koruyucu bir babayı özler. Kişi kendisini koruyan, kollayan, gözeten bir grup içinde giderek kendi tercihleri olmayan, ihtiyaçları tez elden karşılanan çocuksu bir halet-i ruhiyeye bürünür. Batıl tarikatlarda tüm güçlü baba, sahip olduğu iktidarla bağlısı olan kişiye bir şemsiye sunar ama onu ruhsal ve maddi olarak da istismar eder. Onun kişiliğini, şahsi ve grup menfaatleri için oyuncağa çevirir.

Dünyanın sonunu bekleyen gruplarda, kehanet gerçekleşmediğinde, grup üyelerinin birbirlerine daha da çok bağlandığı gösterilmiş. Üyelerin bu başarısızlık ve yetersizlikle ruhsal olarak başa çıkmanın bir yolunu bulmaları gerek. Davranış, düşünce ve duygu kontrolü. Bilgi akışının kontrolü. Gelen bilgi inançlara göre süzülür, inançlar bilgiyi tahrif eder, dönüştürür. Korku yoluyla kitle uyarılır: Dışarıda bizim kötülüğümüzü isteyen düşmanlar vardır. Bir diğer korku da yeterince iyi olamadığınızda liderin veya cemaatin gözünden düşmeniz, artık eskisi kadar sevilmemenizdir.

Phillip Zimbardo İblis Etkisi adlı kitabında sıradan insanın uygun koşullar oluştuğunda nasıl bir canavara dönüşebileceğini, her insanın içinde kötülüğün kol gezdiğini ve fırsat kolladığını tartışıyor. Kör inanç ve sorgusuz sualsiz itaat, kötülüğün en yaygın sebeplerinden biri. Önümüzdeki yıllar bir tamir ve kenetlenme dönemi olacak. Aynı zamanda sorgulama, çuvaldızı kendimize batırma, nerede hata yaptığımızı anlama, yani iblis etkisinden arınma dönemi.