Hz. İsa’nın, Yahudi din bilginleri ile o günkü Yahudi toplumsal hayatı üzerinde çok etkili olan Ferisiler’e mahsus bir vaazı vardır, Matta incilinde.
İncil’in kimi Türkçe çevirilerde “Vay Halinize” ara başlığı altında verilen bu vaazında Hz. İsa, Tanrı ile yanlış ilişkileri ve toplumsal hayata dair olumsuz uygulamaları nedeniyle Yahudi din bilginlerini ve Ferisiler’i yerden yere vurur. Sözlerinin bitiminde ise uyarıyı da içeren önemli bir tehditte bulunur.
Hz. İsa’nın bu vaazını, kendi inanç dizgemiz açısından makul olmayan kimi hususları ve aynı kalıptaki hitapları es geçerek naklettikten sonra iletelim kendi yorumlarımızı:
Matta’ya göre şunları söylüyor Hz. İsa:
“(H)epiniz kardeşsiniz. (…) Aranızda en üstün olan, ötekilerin hizmetkarı olsun. Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir.
Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler. İkiyüzlüler! Göklerin Egemenliği’nin kapısını insanların yüzüne kapıyorsunuz: ne kendiniz içeri giriyor, ne de girmek isteyenleri bırakıyorsunuz!
Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler! İkiyüzlüler! Tek kişiyi dininize döndürmek için denizleri, kıtaları dolaşırsınız. Dininize döneni de kendinizden iki kat cehennemlik yaparsınız.
(…) Siz nanenin, dereotunun ve kimyonun ondalığını verirsiniz de, Kutsal Yasa’nın daha önemli konularını –adaleti, merhameti, sadakati- ihmal edersiniz. Ondalık vermeyi ihmal etmeden asıl bunları yerine getirmeniz gerekirdi. Ey kör kılavuzlar! Küçük sineği süzer ayırır, ama deveyi yutarsınız!
(…) Bardağın ve çanağın dışını temizlersiniz, oysa bunların içi açgözlülük ve taşkınlıkla doludur. Ey kör Ferisi! Sen önce bardağın ve çanağın içini temizle ki, dıştan da temiz olsunlar!
(…)Siz dıştan güzel görünen, ama içi ölü kemikleri ve her türlü pislikle dolu badanalı mezarlara benzersiniz. Dıştan insanlara doğru görünürsünüz ama içte ikiyüzlülük ve kötülükle dolusunuz.
(…)Peygamberlerin mezarlarını yapar, doğru kişilerin anıtlarını donatırsınız. ‘Atalarımızın yaşadığı günlerde yaşasaydık, onlarla birlikte peygamberlerin kanına girmezdik’ diyorsunuz. Böylece peygamberleri öldürenlerin torunları olduğunuza kendiniz tanıklık ediyorsunuz. Haydi atalarınızın başlattığı işi bitirin.
Sizi yılanlar, engerekler soyu! Cehennem cezasından nasıl kaçacaksınız? İşte bunun için size peygamberler, bilge kişiler ve din bilginleri gönderiyorum. Bunlardan kimini öldürecek, kimini çarmıha gereceksiniz. Kimini havralarınızda kamçılayacak, kentten kente kovacaksınız. Böylelikle doğru kişi olan Habil’in kanından, tapınakla sunak arasında öldürdüğünüz Berekya oğlu Zekeriya’nın kanına kadar, yeryüzünde akıtılan her doğru kişinin kanından sorumlu tutulacaksınız. Size doğrusunu söyleyeyim, bunların hepsinden bu kuşak sorumlu tutulacaktır.
Ey Yeruşalim! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşalim! Tavuğun civcivlerini kanatları altına topladığı gibi, ben de kaç kez senin çocuklarını toplamak istedim ama siz istemediniz. Bakın eviniz ıssız bırakılacak! Size şunu söyleyeyim: ‘Rabbin adıyla gelene övgüler olsun!’ diyeceğiniz zamana kadar beni bir daha görmeyeceksiniz.”
Hz. İsa, 30’lu yıllarda söylemiş bunları, yani yaklaşık olarak bundan iki bin yıl önce.
Biz bunlara “ayet” olarak bakmıyoruz. Çünkü “velev ki ayet bile olsalar”, Tevrat ve İncil’in kitap olarak Kur’an tarafından neshedilmiş olmaları nedeniyle, bizim nezdimizde inanç (din) planında bir geçerlilikleri bulunmuyor. Sadece, Hz. İsa’ya mal edilen bu sözlere, belirlemelere, yorumlara ancak hakikatle irtibatı, kendi zamanını aşan bir gerçekliğin ifadesi olması bakımından itibar ediyoruz.
Bu manada, Hz. İsa’nın, din-Tanrı-insan-toplum ilişkileri açısından otuzlu yıllarda dile getirdiği toplumsal problemler, doğrudan bugüne mahsus problemlerin tarihsel karşılıklarına dönüşüyor. Çünkü Yeni Haçlı Seferleri’nin mantığında, Yahudilerin 1900’lü yılların başından beri Filistin’de sürdürdükleri işgal ve zulümde Ferisiler cihetinden bir etki, bir işleyiş görünüyor.
Ancak, biraz daha geriye çekilerek, Hz. İsa’nın yukarıdaki sözlerinde dile getirdiği hakikatlerin, tek bir Tanrı’nın varlığına inanan herkese yönelik olduğunu düşünürsek, bizlere de onun öfkesine ve ilencine neden olan tarihi suçlardan, şimdiki zamanda bir pay düştüğüne hükmetmemiz ve hatta bunları vahiy olmaları değil, hakikat olmaları nedeniyle, Yahudilerden ve Hristiyanlardan daha çok önemsememiz gerekir.
Çünkü kendinden öncekileri nesheden bir kitabın (vahyin) müminlerinin, neshedilende saplanıp kalmaları nedeniyle zaten doğru düşünmeleri, insani sorumlulukları gereğince taşımaları mümkün olmayanlardan, hakikatlerin tahakkukunu, bunların toplumsal hayata doğru yansıtılmasını sağlamak bakımından daima bir adım önde olmaları beklenir.
Şu halde, Yeni Haçlıların, İşgalci Yahudilerin kendilerinin dışındaki insanlara, halklara yönelik olumsuz tutumları ve bunların boyutları ne olursa olsun, Müslümanların onlarla aynı düşünce ve eylem bağlamında yer almamaları, adalette, merhamette ve dini sadakatte vahyi esasları gözetmeleri insani ve imani bir yükümlülük olarak öne çıkar.
Dolayısıyla Hz. İsa’nın eskimeyen hakikatlerin içinden, bugünün gerçeklikleri olarak yükselen öfkesini ve ilencini, muhatapları salt sosyal rol ve kabile olarak belirtiliyor diye kendimizden uzaklaştıramayız.
Bu manada, Kuran-ı Kerim’de Yahudilere ve Hristiyanlara atfedilen kusurları, zaafları, yöneltilen eleştirileri kendimizden öteleyemeyiz, dışımıza itmeyiz ki, söz konusu uzaklaştırmaya da tevessül edelim.
Şimdi, vurguladığımız bakış açısıyla Hz. İsa’nın yukarıdaki vaazını tekrar okuduğumuzda, zikredilen hakikatler karşısında kendimizi suçüstü yakalanmış gibi hissetmiyorsak, bu durumda Muhammedî vahiyle kurduğumuz ilişkinin sıhhatini acilen sorgulayalım.