Filistin’e kaç adımda gidilir?

Hiç unutulmayacak bir tarih, 15 Mayıs 1948’de gerçekleşen Nekbe, geçen hafta nihai noktasına ulaştırıldı Filistin topraklarında. Tam yetmiş yıl sonra ABD, İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı.

Yerin altı senelerdir kazılıyordu Kudüs’te, bir tarih inşası için. Bu köşede yayımlanan “Altı Oyulan Üstü Dar Edilen Filistin” başlıklı yazım, Eyal Weizman’ın bu yerleşimlerin mantığını irdelediği “Oyuk Topraklar-İsrail’in İşgal Mimarisi” isimli kitabını esas alıyordu. Açılım Yayınları tarafından 2016’da yayımlanan kitabı okurken geçtiğimiz yüzyılın başından beri adım adım ilerleyen işgalin nasıl da arkeolojik bulgular ve sembollerin desteğinde gerçekleştiğini fark ediyorsunuz. Haddizatında İsrail’in ilk başbakanı David Ben-Gurion, otobiyografisinde Siyonistlerin Filistin üzerindeki “haklarını” iki pratiğe, tarıma ve arkeolojiye bağlıyordu.

Bütün bunları bir kez daha hatırlamamızın yararı olsa keşke… Hiç hatırlamamaktan iyidir, fakat bir sonraki adım ne olacak? Kaçımızın Filistin konusunda bir sonraki adımı var?

Talanı, gaspı kendine yediremediği için nasırlaşmamış kalpler elbette ki dönemsel tepkilerin ötesine geçmek istiyor. Sadece seyirci kalmamak için ne yapılabilir? Ben bu satırları yazarken, İsveçli insan hakları aktivisti Benjamin Ladraa, Lübnan’a geçmek için Konya’dan sahile inmeye çalışıyor. 7 Mayıs’ta ise İstanbul’da düzenlenen Zeytin Dağı Barış Ödülü törenlerine katıldı ve ödülünü aldı.

Naci el Ali, Rachel Corrie gibi Filistin meselesinin önemli sembollerinin hatırasını canlandıracaktı ödüller. Toplantıya ertesi gün gerçekleştireceğim yolculuk nedeniyle katılamamıştım. Ertesi gün Ankara uçağında yanımdaki boş koltuğa oturmak için izin isteyen yolcunun Ladraa olacağı aklıma bile gelmezdi. İlk bakışta, boynundaki kefiyenin etkisiyle “Filistinli misiniz” diye sorduğumda kendini tanıttı. 25 yaşında İsveçli bir gencin Filistin meselesini canla başla benimsemesi istisnai bir olay değil, ancak Ladraa farklı bir eylem gerçekleştiriyor. İsrail rejimi, gördüğü siyasal desteğe rağmen bakışları çıkar sistemlerinin üretimleriyle kirlenmemiş gençlerin nezdinde işgalci bir zulüm makinesi. Ladraa da kariyer planları yapacağı bir yaş döneminde Filistin’in işgalini ve İsrail’in sürdürdüğü insan hakları ihlallerini dünyaya duyurmayı vazife biliyor. Sıklıkla Rachel Corrie’ye atıfta bulunuyor.

Filistin’de yaşanan zulüm ve hukuksuzluk, güçlü olanın sorgulanamazlığını telkin eden sistem karşısında parçalı, dolayısıyla kolaylıkla dağılan itirazlar yüzünden de hükmünü sürdürüyor.

Kimi insanlar büyük bir safiyetle “uluslararası kamuoyu” diye güven veren bir yapıya inanıyorlar. Olsaydı keşke ama yok böyle bir yapı. Tek tek seslerin, asil itirazların bir çığa dönüşmesi nasıl mümkün olabilir? Ladraa ile bu konuyu konuştuk.

Tepkiler yükselip tavan yapıyor, sonra geçici bir yatışma yaşanıyor ve Filistin yine kaderine terk ediliyor; bir sonraki katliama kadar. Birbirimize düşüp parçalanmaya bunca meyyal olduğumuza göre Filistin’de yaşananlara niye şaşırıyoruz ki?

Naomi Klein, İsrail’in ancak üç önlemle yalnız bırakılarak durdurulabileceğini yazmıştı: Boykot, yatırımları geri çekmek ve yaptırımlar.

Ladraa ise İsrail Hükümeti’ne karşı bir uluslararası baskı dağı oluşturmanın gereği üzerinde duruyor. Kendisi bu amaçla 15 Ağustos 2017 tarihinde İsveç’in Göteborg şehrinden yola çıktı; Almanya, Avusturya, Slovenya, Hırvatistan ve Yunanistan gibi 11 ülkeyi geçtikten sonra Mart ayında Türkiye’ye ulaştı.

Filistin’le ilgili başka türlü bir tepki dalgası oluşmalı; mevcut olan her zaman yetersiz, süreksiz ve parçalı…

***

Akif Emre Filistin Enstitüsü

Filistin meselesinin her kanayışında, kıymetli düşünür merhum Akif Emre’nin yazılarını arıyor gözlerimiz. 23 Mayıs’ta bir yıl olacak vefat edeli; Allah rahmet etsin. Zaman bazen nasıl da hızlı geçiyor. Onun yazılarının eksikliğini duyuyor oluşumuz, yeryüzünde bıraktığı anlamlı izin açıklaması.

Akif Emre adına bir “Filistin Enstitüsü” niye kurulmasın?

Dış politika diye bilinen başlık altında aslında doğru görmenin ve çarpıtmalara kapılmadan dile getirmenin ölçülerini yazdı yıllarca Emre. Moriskolar üzerine belgesel yaparken, yazılar yazarken bizleri “kaybetme” sebeplerimiz üzerine düşünmeye çağırıyordu. Bakmayı bilmek, bakış körlüğü, simülasyonlar yüzünden gecikmeden görülmesi gerekene uzak düşmek… Aslında isterdi ki fotoğraflar çektiği, belgeseller yaptığı bir hayat yaşasın. Doğru bir siyaset arayışı bir borçtu, hakkı verilmemiş bir medeniyete ilişkin borç. Başka türlü bir siyaset bir sanat dili nasıl mümkün olabilir?

Soru, başka bir soruya götürürdü: “Evimiz neresi?” Kudüs adım adım işgal edilirken kendimizi evimizde nasıl rahat hissedebilirdik?

Suat Köçer’le birlikte sunduğumuz İrfan Sineması’nda belgeselleri üzerine konuşmak için çağırmıştık 5 Mart 2015 tarihinde. Kırmayıp gelmişti. Kudüs belgeseli üzerine konuşurken dile getirdiği bir hususu her zaman hatırlatıyordu. Filistin parçalı bir dava konusu olmamalı, bir bütün olarak ele alınmalıydı. Ve elbette, sürekli işgal şartları altında yaşayan Filistinlilerin arzusuydu bu: Yolculuk etmeliydik Filistin’e, karşılaşacağımız engellere takılmadan.

“Biz” adılıyla yaklaşıyordu meselelere Emre ve sorularını da “Biz” diye başlayarak soruyordu; “Filistin gerçeğini parçalayan propagandanın Kudüs’ün işgal edilmişliğini ustaca gizlediğini akıldan çıkarmamalı” diye de hatırlatıyordu hep.

31 Ekim 2016’da, “İslam âlemi için Filistin meselesi ne ise Keşmir de odur” diye yazmıştı Twitter’da. Filistin için kalbimiz ağrıyor. Peki Keşmir ne durumda?