Evin ruhu

Suriye’nin harap ol­muş şehirlerine ba­kıyorum fotoğraflar­dan. Harap evlerine, evsiz kalıp da yola düşen insanlarına. Bir yere ait ola­mayışın, dönüp dolaşıp ru­hu sükûna erdirecek bir güvenlik alanına giremeyi­şin ıstırabı nasıl da büyük. Evinden edilen yurdundan edilmiştir.

Ev bizi hayatın fırtınala­rından korur. Güvenlik sağ­lar bize, sıcaklık verir, aşi­nalığıyla sarıp sarmalar. Ayaklarımızı sağlam basa­bileceğimiz bir zemin, yal­palayan ruhlarımıza bir çapa, akışkan hayatın hı­zından dinleneceğimiz bir yastık sunar. Dış dün­yada ne kadar omuzları­mız düşse de evin hakimi­yizdir. Yorgunluğumuzu ve düş kırıklıklarımızı ora­da onarır, geçmişle bugün arasında orada bir bağ ku­rarız. Evin ruhu biraz da bu güven ve aidiyet hissinde­dir. Ben şahsen en çok kitap kokan evleri sever, kitapsız evleri çok can sıkıcı ve tek­düze bulurum. Düş kurma­nın, hayallere dalıp gitme­nin, bir kitabın koynunda uyuyakalmanın imkanla­rını bize vaat etmeyen bir ev boştur. Ev geri çekilme­nin, inzivanın, ses ve im­gelerden ricat ederek ruha dikkat kesilmenin de yeri­dir. Dünyaya kapıları ka­pattığınız anda ruhun kapı­larını açma ihtimali her an eşiktedir.

 

Devamı Gerçek Hayat’ın 796.sayısında…