Barbar, öteki

Avrupa’nın İcadı adlı kitabında Gerard Delanty, Avrupa kimliğinin Doğu’nun reddi ve inkarı üzerine kurulu olduğunu söyler. Bugün neredeyse bütün Avrupa, sokaktaki özgürlük söylemlerine rağmen, aşikar veya gizli bir ırkçılıkla boğuşuyor. Bu ırkçılık, Almanya veya Hollanda’da Türk/ Arap/ Müslüman öğrencilerin yükseköğrenim hakkının kısıtlanmasından tutun, Müslümanların bir zamanlar Nazilerin Yahudilere reva gördüğü untermensch (altinsan) kategorisine hapsedilmelerine kadar, değişik tonlarda kendini gösteriyor.

Bugün dünyanın ötekisi; bir türlü entegre edilmeyen, hep dışarlıklı kalan Müslümandır ve bu haliyle de konfor peşindeki zihinlere, mükemmel bir düşman imgesi sunar. O saflığı tehdit eden kişidir. Ona hiç mi hiç benzemeyen bu yeni düşmanın kendisini her an rahatsız edebileceği inancı, Avrupa merkezli narsistik öznelliğin görünmez bir veçhesini oluşturur. ‘Ya benim gibi ol, ya da benden uzak dur’ diyen bir öznellik; değişik propaganda ve telkin yöntemleriyle zihinleri iğdiş eder. Saflık ve tehlike. Bir şey yer değiştirdiğinde, saflığı bozma istidadı taşır ve tehlike teşkil eder. Yoksul Afrikalılar veya Suriyeli göçmenler ne vakit ki sınırları geçer ve refah ülkelerinden ufacık bir pay talep eder, hemen tehlikeli bulunur ve yüz geri edilir.

“İdeolojik açıdan Avrupa (ve onu oluşturan ulus-devletler), Müslüman göçmenleri tatmin edici bir şekilde temsil edilemeyecek şekilde inşa edilmiştir” der Talal Asad. O yüzden, “Avrupalı kimliği söylemi Avrupalı olmayanlar hakkında duyulan endişelerin bir semptomudur”. Avrupa’nın derin bilinçaltında, “barbar, öteki” olarak yaşayan Müslüman, asla onun bir parçası olamaz, ancak birlikte yaşanabilecek bir ötekidir. Biz ve onlar bir arada yaşayabiliriz, ancak biz biziz, onlar da onlar. Yine de Müslüman göçmenlerin üstün aydınlanma değerlerine tabi olmaları, “yüksek Avrupalı değerler”i kabul etmeleri, Avrupa uygarlığına asimile olmaları beklenir.

Artık açıktan açığa sorulması gereken bir soru: Holokost/Soykırım tarihin seyr-ü seferinde bir yol kazası mıydı yoksa Batı şiddetinin bir şahikası mı? Enzo Traverso, Nazi şiddetinin kökenlerini araştırdığı kitabında bu soruya cevap arar. Nazi suçları, çokları bizi aksine inandırmaya çalışsa da,  tarihin içinde bir Big Bang patlamasıyla, kendiliğinden, durduk yerde ortaya çıkmadı. Liberal Avrupa modernleşmesinin bir şahikası, bir tepe noktası olarak da okunabilir Holokost. Nazi rejiminin ayak izlerini geriye doğru takip ettiğinizde, temerküz kamplarının ta kökünde, Avrupa modernleşmesinin yarattığı bir dizi olgunun kesişimi görülür: Öldürmenin sanayileşmesi, ölümün gayrı insanileştirilmesi ve kolonyalist zihniyet  Nazi barbarlığına giden yolun taşlarını çoktan döşemiştir. O yüzden Nazi suçları Batı tarihinde bir sapma veya bir anomali değil; teknik, kültürel ve ideolojik öncülleri olan doğal bir uğraktır. Yani gaz odaları ‘uygarlıkta bir mola’ değil bizatihi o uygarlığın yüzlerinden biridir. Nazi kamplarında adına Muselmann denen biçareleri hatırlamadan edemiyor insan. Müslüman. Zayıf düşürülmüş, insanlıktan çıkarılmış, ölümü bekleyen, secdeye varır gibi bir halde olduğu için Müslümana benzetilen kişi. Solingen’de barbarların yaktığı Türk, sınırdan yüz geri edilen Suriye’li bugünün ‘Muselmann’ıdır. Ölüm kamplarını ve Muselmann’ı aynı uygarlık üretmiştir ve bugün o uygarlık kendi deneyim dünyasıyla doğrudan ilgili olmayan eylemlere karşı ahlaki kayıtsızlığa da alıştırmaktadır müntesiplerini. Nasıl kanlı bir geçmiş hissediş mesafesinin uzağına yerleştiriliyorsa, bugünün kurbanları, ‘yeni Muselmann’lar da görüş mesafesinin uzağına yerleştirilerek ahlak askıya alınıyor.

Bundan iki asır önce Kant ‘misafirperverlik hakkı’ndan bahsediyordu. Misafirperverlik, ona göre bir dünya cumhuriyetinin potansiyel katılımcıları olarak görülen bütün insanlara ait bir haktır, ev sahibinin bir ihsanı, cömertlik veya hayrı değildir. Şöyle der: ‘Misafirperverlik, bir yabancının, başka bir ülkeye geldiğinde düşmanca muamele görmeme hakkını ifade eder. Söz konusu yabancıyı ülkede ağırlamayı reddetmek mümkündür; şayet bu, yabancının mahvolmasına yol açmayacaksa. Ancak yabancı barışçı bir biçimde davrandığı sürece, ona düşmanca muamele gösterilemez’.  İnsanlar, yeryüzünün ortak sahipleri oldukları için bu hakka sahiptirler ve birbirlerinin varlığına hoşgörülü olmak zorundadırlar.

Günümüzün potansiyel suçlusu ‘yabancı’dır ve Avrupalı ulus devlet, ancak ondan arınarak, onu sınır dışı edip yanına yaklaştırmayarak suçu önleyebileceğini iddia ediyor. Etnik nefret ve ayrımcılık, müreffeh Batılı öznenin güvenlik kaygısına eklemleniyor ve buradan bir haklılık politikası üretiliyor. Öyle ya, yabancı suç makinası ise, bizim güvenliğimiz, ona duyduğumuz merhameti önceler! ‘Modern egemen gücün nihai cezası’ der Zygmunt Bauman, ‘birini insanlıktan muaf tutma hakkı olarak ortaya çıkar’.

Avrupa’da dışarıdan gelenlere yönelik öfke ve nefretin tanımlayıcı özelliği yerlicilik. ‘Önce Avusturya! Önce Almanya! Önce Hollanda!’ Yerlici hareketlerin istediği şey Avrupa’nın bütün yabancı etkilerden arındırılması, özellikle de ‘yabancı’ İslam dininden kurtarılmasıdır. İşin kötü tarafı bu tür ahlaksız taleplerin aşırı sağın tekelinden çıkarak, giderek resmi politikalara dönüşmesi. Yeni yurttaşlık sınavları ve bütünleştirme politikaları, Batı Avrupa toplumlarında neyin kabul edilebilir davranış olduğunun öğretilmesinden ‘daha üstün’ Aydınlanma (seküler) değerlerine dayalı fikirlerin benimsetilmesine kadar, geniş bir yelpazede uzanır. Asimilasyona dayalı azınlık politikalarıyla hükümetler, çok kültürlülük ve çoğulculuğa yönelik aşırı sağ saldırısını meşrulaştırır ve eşitliği, kültürel benzeşlik üzerine inşa eder. Kahrolsun farklılık, yaşasın benzeşlik!  Burada ana fikir, ancak aynı olursak eşit olabileceğimizdir. Asimile olmayanların dışlanmasını teşvik eder hükümetler, aşırı sağın yerlici bakış açısını meşrulaştırır ve sınır dışı edilme yahut yurttaşlık hakkını reddetme yoluyla, onları temel insani haklardan mahrum bırakır. Yutamadığın lokmayı kus!  Göçmen artık kapatılması ve etkisizleştirilmesi gereken bir insandır.

Irkçı bakışa göre Müslüman, sadece içerideki düşman olarak terörle olan savaşında Avrupa’yı zayıflatmaz ama aynı zamanda, İslami norm ve değerlere bağlılığıyla da Avrupalılık mefhumunun kendisini tehdit eder. Yurtseverlik kılığı altında anti-İslam ırkçılığı, çok kültürlü dokuyu tahrip ediyor ve birlikte yaşama pratiklerinin  altını oyuyor. Asimilasyon, bir dizi zecri uygulamayla icbar edilir. Yurttaşlık kanunları güvenlik eksenli olarak yeniden tanımlanır, zorunlu dilbilgisi ve yurttaşlık sınavları getirilir, cami heyetleri için davranış kodları oluşturulur ve Müslüman kadınlar için giyim kuşama dair bazı kısıtlamalar getirilir. Barbar öteki, önce barbarlığın bütün alametlerinden arındırılmalıdır. Hiç bitmeyen bir uygarlık misyonu.

Ahlak, ötekine karşı duyduğumuz sorumlulukla başlar. Ne tarih görülmeyecek kadar uzağa gidebilir, ne de insan.  Her birimiz bir başkasına ötekiyiz. Avrupa kendi karanlığıyla yüzleşmeyi başardığı gün, bize ders vermeyi düşünsün. O zamana dek, bizim bu örgütlü riyakârlıktan öğrenecek bir şeyimiz yok.