Sayı 848 - Sayı 848

Bu yazıyı yazdığım sırada ABD’de devir-teslim töreni yapılıyordu. Barack Obama, arkasında ağır bir enkaz, derin bir hayal kırıklığı bırakarak, etkisiz bir ABD Başkanı olarak veda ediyor. Donald Trump ise ABD tarihinin en sıradışı adamı olarak Beyaz Saray koltuğunu devralıyordu.

Dört yıldır, çok ağır travmalar yaşayan, bilinen her türlü çokuluslu operasyona maruz bırakılan, bizzat ABD istihbaratının düzenlediği 15 Temmuz saldırısını göğüsleyen, içeriden çökertilmek, parçalanmak, iç savaşa sürüklenmek isteyen Türkiye, ABD’deki yönetim değişikliğini belki de en dikkatli takip eden ülkelerden birisiydi.

Çünkü ABD yönetimi, altmış yıllık ittifakı sarsmış, Türkiye yerine terör örgütlerini ortak ilan etmiş, Türkiye’yi içeriden vurmuş, düşman bellemiş, var olan bütün ilişki ve güveni derinden sarsmış hatta bitirmişti. Bundan sonra Türk-Amerikan ilişkileri ne olacaktı?

Obama gibi, Kahire ve İstanbul’da verdiği mesajlarla İslam dünyasıyla yeni bir başlangıç sözü veren bir lider, bütün bu ilişkileri hiç olmadığı kadar çöküşe sürüklemişse, Trump gibi ırkçı tonu ağır, Beyaz Amerikalı kimliğiyle öne çıkan, yerleşik bütün kurum ve ilişkilere savaş açan, İslam kimliğinden adeta nefret eden bir kişi nasıl bir yıkıma yol açacaktı?

Yine de Türkiye, ABD’den beklentiler içindeydi. Devletten devlete ilişkileri yeniden tesis etmek istiyordu. Devlet-terör örgütü ilişkilerinin Trump döneminde sorgulanacağına inanıyor, ABD’nin PKK ile birlikte Türkiye’ye karşı oluşturmaya çalıştığı o harita planından vazgeçeceğini umuyordu.

Ama Trump’ın öncelikler listesinde çok daha önemli ülkeler, konular vardı. Özellikle ABD iç politikasında derin bir sarsıntıya yol açacak, kurulu düzeni hırpalayacak, sosyal düzeni dinamitleyecek, ABD ekonomisini içe kapatacak, yabancı düşmanı bir güvenlik politikası izleyecekti. Rusya ile yakınlaşma, Çin ile savaş hali gibi bir önceliğe sahipti sanki.

Uzlaşma mesajlarından çok çatışma mesajları veren yeni ABD Başkanı, ülkesini ya toparlayacak ya da dağıtacak, bir çözülme dönemi başlatacaktı. Trump bu yönüyle ABD’nin Gorbaçov’u olur mu? ABD içinde bir Perestroyka başlatır mı? Aynı ikilem dış politikada kendini gösterir mi? Trump dünyayı küresel ölçekte bir savaşa, krize sürükler mi? Bilmiyoruz ama endişeliyiz. Bütün dünya endişeli. Trump adı hep aşırı cümlelerle, aşırı ihtimallerle, sert sözlerle, keskin tespitlerle anıldığına göre, olağan bir ABD Başkanı olmayacağı aşikâr.

Daha göreve başlamadan bizzat kendi istihbarat teşkilatı tarafından ajan ilan edilen, tehlikeli görülen, güvenilmez muamelesi yapılan, ABD sistemik güçleri tarafından dışlanan, yadırganan, aşağılanan bir ABD Başkanı var ortada.

Başkanlık sürecini bitirebilecek mi, ne tür olağanüstülüklere imza atacak, yoksa terbiye edilip evcilleştirilecek mi? İzleyip göreceğiz. Bu dönemde dünyanın en tartışmalı ülkesi elbette ABD olacak, ABD iç politikası olacak, ABD içindeki tartışmalar olacak. Tahmin ediyorum ki bu tartışmalar hem ABD, hem de dünya siyasi tarihinde derin izler bırakacak. Ya yeni bir Haçlı Savaşları dönemini başlatacak, ya ABD’yi kendi iç kavgalarına sürükleyecek ya da büyük bir Doğu-Batı çatışmasının yani bir dünya savaşının işaret fişeğini ateşleyecek.

Tabi kendi haline bırakılırsa…

Benzer konular