O haritaları kim çizecek: Büyük hesaplaşmanın merkezindeyiz
2003 yılında, Irak’ın işgal edildiği dönemlerdi. ABD basınında Ortadoğu diye tanımlanan Müslüman coğrafyadaki hemen bütün ülkeler için parçalanmış haritalar yayınlanıyordu. Bazıları, aynı ya da benzer haritaları Pentagon’da, ofis panolarında da gördüklerini söylüyordu. O zamanlar bunları fantastik söylemler olarak görüyorduk. “Nasıl olur, bu kadar ülke nasıl parçalanır, bunları çizenler tipik Amerikan uçukları olmalı” diyorduk.
O haritalarda Irak parçalanmış, Suriye parçalanmış, Pakistan ve Suudi Arabistan parçalanmış, İran ve Türkiye paramparça gösteriliyordu. Bütün parçalanmış haritalar etnik kimlik, dini ayrışma ve mezhep çatışmaları üzerinden planlanmıştı. Demografi incelenmiş, enerji kaynakları belirlenmiş, ulaşım koridorlar oluşturulmuş, Müslüman coğrafyanın merkez ülkeleri için küçültme planları hazırlanmıştı.
Soğuk Savaş bittiği ve Sovyet tehdidi kalmadığı için de İslam tehdit ilan edilmiş, buna bağlı “İslamcı terör” diye bir kavram üretilmiş, hemen bütün Müslüman ülkeler bu yeni tehdide göre konumlandırılmıştı. Ne gariptir ki Türkiye dâhil, parçalanma haritaları çiziler her ülke, bu yeni tehdide karşı savaşa sürülmüştü. O zamanlar bunların hiçbiri, aslında kendileriyle savaştıklarını, attıkları her kurşunun kendi ülkelerini biraz daha parçaladığını görmüyor, anlamıyordu.
11 Eylül saldırıları dünyayı olduğu kadar parçalanacak ülkeleri de büyük savaş için sıraya sokmuş, hemen ardından Afganistan işgal edilmişti. Bu istila Taliban ve El Kaide olarak pazarlandı bu ülkelere. Hepsi büyük bir olgunlukla dünyayı kurtarma derdine düşen siyasi iktidarlara!
2003 yılında da Irak işgal edilmiş, bu sefer Saddam Hüseyin’in diktatörlüğü pazarlanmıştı. Her Müslüman ülke Saddam karşıtı oldu, kimyasal yalanlarla hizaya sokuldu. Afganistan ve Irak, biri Orta Asya’nın kapısı, diğeri Mezopotamya’nın kalbiydi. Aptalca bahanelerle iki bölgenin merkezine yabancı ordular yerleşiyordu. Haçlı savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi…
Süreç devam etti. Libya savaşı başladı, Yemen savaşı başladı, Suriye savaşı başladı. Ülkeler işgal ediliyor, kaynaklar yağmalanıyor, askeri stratejik bölgeler üslerle donatılıyor, kara ve deniz ticaret yolları kontrol altına alınıyordu. Buna direnebilecek bütün ülkelere, “İslamcı” kimlikli terör örgütleriyle diz çöktürülüyordu. Senaryo hep aynıydı, söylem hep aynıydı, sadece terör örgütlerinin adı değişiyordu. Sadece düşman ilan edilen, tehdit ilan edilenlerin sayısı artırılıyordu.
Irak fiilen parçalandı. Şimdi Suriye fiilen parçalanıyor ve bir Batılı garnizon ülke inşa ediliyor. Kürt etnik kimliği üzerinden Ortadoğu’nun kalbinde bir tür İsrail misyonu yüklenecek bir ülke şekillendiriliyor. Şartlar olgunlaştırılınca bu haritanın Türkiye’ye, İran’a genişleyeceğini görmemek körlüktü. Şimdiden daha güçlü ülkeler tehdit ediliyor, çevreleniyor, kuşatılıyor, içeriden işgal girişimlerine maruz bırakılıyor.
Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan harita yeniden biçimleniyor, ülkeler yeniden belirleniyor. Bir Batılı istila dalga dalga Müslüman coğrafyanın her yerini yakıp yıkıyor, bunu Müslüman toplulukların gafletiyle örtüyor, onların zaaflarını kullanıp onların ülkelerini ve zihinlerini parçalıyor.
Kuzey Irak’ta Mesut Barzani’nin referandumu, işte bu harita çalışmasının ilk örneği, Batılı istilanın ilk meyvesidir. Şimdi Türkiye ve bölge ülkeleri ya bir direnç hattı oluşturup yeni Haçlıları durduracak ya da parçalanmaya boyun eğecek. Osmanlı mirasçısı Türkiye, ilk kez tehlikenin büyüklüğünü fark etti ve bir pozisyon almaya çalışıyor.
Hindistan kıyılarından Atlas Okyanusu kıyılarına kadar bütün bölgeyi sarsan bu yıkıma karşı büyük bir direnç hattının oluşturulması gerekiyor. İşte şimdi bunun zamanı.
Yeni haritaları onlar mı çizecek bölgenin direnci mi? Büyük savaş bu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük kapışma bu.
Ve biz bu büyük hesaplaşmanın tam merkezindeyiz!