15 Temmuz çokuluslu darbesinin üstünden tam bir yıl geçti.
Ne öğrendik, ne konuştuk, neye hazırlandık, karşımıza nasıl bir çokuluslu cephe çıktı, yüzyıllara dayanan mücadele tarihimizin neresindeyiz, bundan sonra nasıl bir Türkiye olacak, coğrafya lime lime edilirken Türkiye hangi düşmanla ne tür mücadeleler yürütecek, tarihe yön veren yeni büyük kırılmanın eşiğinde miyiz, küresel güç haritaları yeniden şekillenirken Türkiye küçülecek mi, büyüyecek mi?
Bütün bunları okumamızın, anlamamızın, öngörebilmemizin yolu 15 Temmuz’u anlamaktan geçiyor. Bu nasıl bir projeydi, nasıl bir Türkiye tasarımıydı, FETÖ denilen terör örgütü kimler tarafından nasıl kullanıldı, darbe başarılı olsaydı Türkiye kaç parçaya ayrılacaktı, PKK’ya neler vaat edilmişti, Suriye’deki harita çalışmalarının Türkiye ayağı mı başlatılacaktı, Anadolu ile Trakya’nın ayrılması planlanmış mıydı, iç savaş senaryosu hazır mıydı, “Türkiye cephesi” böyle mi açılacaktı?
15 Temmuz’u anlamak sadece o gün yaşananları anlamak değildir. Onu geçmiş ve gelecekle birlikte okumak, siyasi tarihle bütünleştirmek, Endülüs’e yönelen nefretle anmak, Haçlı Savaşlarıyla bağlantılandırmak, Kudüs’ün işgaliyle ilişkilendirmek, Viyana kuşatmasıyla değerlendirmek, Suriye ve Irak’taki çözülmeyle anmak ve on beş yıldır devam eden Türkiye devrimini boğma planlarıyla tanımlamak gerekir.
15 Temmuz’u medyatik heveslere, siyasi hırslara, popüler eğilimlere, çıkar hesaplarına kurban vermeden, zamana ve mekâna yönelen güçlü bir söyleme, duruşa, teyakkuz haline, iddiaya dönüştürmek boynumuzun borcudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü sözlerine, “Türkiye iddiası”na milletimizin verdiği desteğe yazarlar, çizerler, entelijansiya da katılmalıdır. Onlar, bu söylemin, bu duruşun altını doldurmak, onu beslemek, geleceğe dönük büyük ufuklar çizmek zorundadır.
15 Temmuz, Birinci Dünya Savaşı sonrası karşılaştığımız en büyük, direnilmesi en zor saldırıdır. Yüz yıl sonra “neden bunlarla yüzleştik” sorusunun cevabı net biçimde ortaya konulmalıdır. Çünkü bunun bir darbe girişimi olmadığı ortadadır.
Operasyonda kullanılanların ABD tarafından, NATO tarafında, Avrupa ülkeleri tarafından korumaya alınması, onların kontrolündeki bazı Arap ülkelerinin ve örgütlerin 15 Temmuz sonrası bize karşı ortak cephe kurması ibretliktir. Nasıl bir savaş içinde olduğumuzu, ne tür bir düşman cephesiyle uğraştığımızı, ne büyük mücadelelere hazırlanmamız gerektiğini bize haber vermektedir.
Unutmayın, bizler hiçbir zaman tek bir düşmanla mücadele etmedik. Karşımızda hep çokuluslu bir cephe oldu. Hep birden fazla güç ve ülke oldu. Bu, yüzyıllardır böyledir. Ve bizler her zaman düşmanın en büyüğüyle, en güçlüsüyle, en zalimiyle, en yabancısıyla mücadele ettik.
Tarih yapıcı rol, misyon, kader buydu hep. 15 Temmuz’da bu kaderin, bu sorumluluğun devam ettiğini gördük. Çünkü karşımızda hep düşmanların en güçlüsünü gördük.
İçimizi ferahlatan şudur: Biz, o büyük mücadelelerin hepsinden zaferle, güçlenerek çıktık. Mücadele ettikçe güç kazanan bir milletiz. Böyle bir siyasi genetiğe, böyle bir siyasi kültüre sahibiz. Bunların sonuncusu Birinci Dünya Savaşı’ydı. Ama onda yenildik, kaybettik. Sıkı durun, o tarih bitmedi henüz. Yeniden dirildik ve şimdi onu da yeneceğiz.
Daha yeni başlıyor.
Biz cevabımızı yeni vermeye başladık.
15 Temmuz böyle bir mücadeledir.