Türkiye’nin yönetim sistemi kimi, niye ilgilendirir?
Bir ülkenin Cumhurbaşkanlığı sistemine geçme tercihi neden bütün Batı dünyasını telaşlandırır? Neden bütün Avrupa harekete geçer? Ortak bir akıl ve karar üzerinden Türkiye’yi vurmaya başlar? Neden bir Türkiye korkusu pompalanır, yüzyılların düşmanlıkla örülü tarihi bugüne çağrılır?
Neden Avrupa genelinde bir Türkiye cephesi kurulur, bütün terör örgütleri Avrupalı devletlerle omuz omuza Türkiye’ye karşı seferberlik havasına girer?
Mesele Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisi midir, yoksa Türkiye’ye liderlik ediyor oluşu mudur? Onun şahsına duyulan öfke midir, yoksa Türkiye’ye on beş yıl içinde elli yıllık sıçrama yaşatması mıdır? Mesele yönetim sistemi değil de Erdoğan ve öncülük ettiği siyasi aklın Türkiye’ye yeni bir elli yıllık sıçrama yaptırması korkusu mudur?
Bugüne kadar konu biz olunca, hep geçmiş korkusunu yaşatan Batı için, artık konu “biz” olunca bir gelecek korkusunun başlaması mıdır? Mesele Türkiye’nin bugünü mü yoksa geleceği midir?
Geleceğidir…
16 Nisan referandumu ya da bir ülkenin başkanlık sistemine geçişi hiçbir ülke için bu kadar derin tartışma konusu olamaz. Bütün Batı dünyası, hiçbir ülkenin iç siyasi sistemi için böylesine teyakkuza geçmez, bir tür Haçlı söylemini öne çıkarmaz, o ülkeye topyekün saldırma, yıldırma girişimleri başlatmaz.
Mesele daha derindir. Mesele yeni bir ülkenin öne çıkması, yükselişe geçmesi, yıldızlaşması, iddialarıyla var olmasıdır. Artık dizginlenememesi, durdurulamaması, eski vesayetçileriyle boy ölçüşecek hale gelmesidir. Mesele Türkiye’nin onlar için bir “cephe ülkesi” olmaktan çıkıp bir “merkez ülke”ye dönüşmesidir.
Çünkü merkez ülke olmak pay almaktır, güç haritasına dâhil olmaktır, çevresini harekete geçirmektir, tarihsel hesaplaşmada dengeyi sağlamaktır.
“İslam ve tehdit” eşleştirmesi, sadece Müslümanların Batı medeniyetine karşı siyasi muhalefet dili üretebilecek güce sahip olduğunun önceden fark edilmesi üzerine başlatıldı.
Şimdi eğer bir “Türkiye korkusu”, bir “Türk korkusu” üretiliyorsa, böyle bir kavram öne çıkarılıyorsa, bütün Batı dünyasına yeni bir korku pazarlanıyorsa, Türkiye’nin gelecekte neler yapabileceğine, ne kadar yükselebileceğine dair yeni bir “okuma” yapılmış demektir.
Öyleyse, bütün terör örgütleriyle ittifak kurup “Türkiye karşıtı cephe” kurmalarının sebebi budur. Yeni bir düşman, yeni bir korku, yeni bir hedef pazarlamasıdır bu. Batı dünyasını bu korku üzerinden formatlama, ırkçılığa bu korku üzerinden güç verme arayışıdır.
“Kötü Müslüman” imajı oluşturdukları gibi “kötü Türk” imajı da çizecekler. Batı medyasının son dönem yayınları, siyasi figürlerin akıl almaz açıklamaları bu amaca yöneliktir. Müslümanları ötekileştirip terör safına itenler, antisemitizmden sonra İslamofobiyi keşfedenler bundan sonra Türkofobi diye bir kavramı işleyip, ötekileştirmenin ötesinde düşmanlaştırma girişimi başlatacaklar. Müslümanlara karşı anti terör merkezleri kuranlar belki de Türklerin yaşadığı her yere, Türkiye’nin etkin olduğu her bölgeye benzer mücadele merkezleri kuracaklar.
Öyleyse, Birinci dünya Savaşı’ndan sonraki en derin ayrışma önümüzde demektir. ABD aşırı sağı İslam’ı, Avrupa aşırı sağı Türkleri düşmanlaştırıyor demektir. ABD İslam’la, Avrupa Türklerle savaş yürütüyor demektir. Önlemek istedikleri şey şudur: İslam’ın meydan okuması, Türkiye’nin meydan okuması… Türkiye’nin Müslümanlara öncülük etmesinin anlamı, yüzlerce yıllık Osmanlı-Batı ilişkileridir. Onlar, bugünü değil, gelecek yüzyılları rehin almanın hesapları üzerine hareket etmektedir.
Öyleyse mesele 16 Nisan referandumu ya da bir ülkenin Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmesi değil. Mesele 16 Nisan’dan sonra başlayacak yeni tarihtir. Çünkü 16 Nisan ulaşılması gereken bir hedef değil, yeni bir başlangıç tarihidir. Bunu bütün dünya bilmektedir.