Sayı 819 - Sayı

Osmanlı’dan bu yana ilk kez ‘büyük oyun’la yüzleşiyoruz

Güzel ülkemiz, yıllardır terör saldırılarıyla terbiye edilmeye, kontrol altına alınmaya, diz çökmeye hatta parçalanmaya zorlanıyor. İç politik yapısı yıllarca bu şiddet ve güvenlik planları üzerinden biçimlendirilen, dizayn edilen, kimlikler üzerinden ayrıştırma ve çatıştırma projelerine tâbi tutulan Türkiye, son on yılda yakaladığı büyük sıçrama sonrası çok daha geniş ölçekli operasyonlarla, güvenlik hesaplarıyla durdurulmaya çalışılıyor.

Birileri artık Türkiye’yi kontrol altında tutamayacağını, iç politik ayarlamalarla istediği yöne çekemeyeceğini anladı. İstediği gibi provoke edip savunmacı politikalara mahkum edemeyeceğinin farkına vardı. Türkiye büyüdü, oyun da büyüdü. Artık o oyun; Türkiye’yi durdurma oyunudur. Coğrafyada durdurma, etkinlik alanını daraltma, küresel ölçekte itibarını zayıflatma, birçok ülkeye uzanan elini kesme oyunudur. Yani Türkiye, Osmanlı sonrası ilk kez “Büyük Oyun”la yüzleşmektedir.

Çünkü Türkiye küresel bir aktördür. Avrupa Birliği’nin bile parçalanmaya, küçülmeye sürüklendiği, Atlantik ittifakı ülkelerinin “ulusal kimlik”lerine yöneldiği ve daha dar alanlara yoğunlaştığı bir dönemde Türkiye, geniş coğrafyalara açılarak küresel rolünü güçlendirmektedir. Böyle olunca da rekabet, hesaplaşma, çatışma güçlenmekte, zorlaşmaktadır. Bu, ülkemiz için kaçınılmaz bir tarihi süreçtir.

Büyümekten başka seçeneği olmayan, yerinde durmanın bile parçalanma anlamına geleceği bir Türkiye gerçeği var ortada. Bu yüzden, sadece dışarıdaki hesaplaşmalar değil, iç politikada, toplumsal alanda da hesaplaşma şiddetlenmekte, işte tam bu dönemde, içerideki uzantılar harekete geçirilmektedir.

Gezi ayaklanmasından bu yana dalga dalga gelen krizler, içeride yaşadığımız ama dışarıda yüzleştiğimiz hesaplaşmanın birer parçasıdır. Bu krizlerin hepsi, Türkiye’yi durdurma senaryolarının içeriye servis edilmiş halidir.

Öyle tehlikeli, öyle çılgınca senaryolar servis ediliyor ki coğrafya bizim için bir hapishane haline getirilmek isteniyor. Doğumuzda Orta Asya Türk-İslam dünyasıyla bütün bağlarımız, coğrafi ilişkimiz kesilirken güneyimizde Kuzey Suriye koridoruyla Müslüman Arap dünyasıyla da aramıza kalın duvarlar örülüyor.

Bu küresel ölçekte bir “çevreleme” stratejisidir. Türkiye’yi Anadolu’ya hapsetme, sonrasında da etkin savaşlarla, mezhep krizleriyle Anadolu’yu bir yangın yerine çevirme hesabıdır. Dikkat edin, bu senaryolar büyük oranda Türkiye’nin geleneksel müttefikleri üzerinden veya onlar tarafından uygulanmaktadır.

Dünya başkenti İstanbul’umuza yönelik son terör saldırısı maalesef son olmayacaktır. Çünkü örgütler ve terör bu yıkım planları için en elverişli araçtır ve bu amaçla sahaya sürülürler.
Terör örgütlerinin etnik veya dini kimliği sakın sizi yanıltmasın. Bugünkü küresel güç hesaplaşmasında bu kimlikler sadece savaşı pazarlamak için bir söylem biçimidir. Savaşı kitlelere bu kimlikler üzerinden pazarlıyorlar. Bu yüzden PKK–PYD ile IŞİD arasında, DHKP-C ile bir başka İslami motifli örgüt arasında hiçbir fark yoktur.

Örgütlerin hepsi ihale alır, ihale arzı arttıkça örgütlerin sayısı artar ve maalesef günümüz dünyasında hiç olmadığı kadar terör ihalesi dağıtılmaktadır. Artık bu ihaleler yoğun olarak Türkiye “cephesi” için dağıtılır olmuştur. Güneydoğu’da PKK’ya, Kuzey Suriye koridoru için PYD’ye, şehirler için DHKP-C ve IŞİD’e ihale verilmektedir.

Tüm bunların dar anlamda, teknik anlamda “terör” olmadığını, çok uluslu savaşın bir parçası olduğunu biliyoruz. Uzunca bir süredir Türkiye’nin hem içeride hem de çevresinde bu çok uluslu saldırıların hedefi olduğunu biliyoruz. Türkiye büyüdükçe, güçlendikçe, kendine geldikçe ihale dağıtımlarının ve saldırıların daha da arttığını biliyoruz.

Biz doğru yoldayız. Türkiye doğru yolda. Güç sende yoğunlaşırsa tehditler de sana yönelecektir, bu gücü kimse hazmetmeyecektir, biliyoruz. Öyle de oluyor. Osmanlı sonrası ilk kez “büyük oyun”la yüzleşiyoruz, ilk kez kendimiz olmaya çalışıyoruz, ilk kez vesayetten kurtulup tarihsel akışa yöneliyoruz. Bu yüzden de saldırılar ardı ardına geliyor. Dışarıdan da içeriden de ihale alanlar nefesimizi kesmeye, bizi boğmaya çalışıyor.

Bize düşen tek seçenek direnmek ve yola devam etmektir. Korkarsak, ürkersek, vazgeçersek yok oluruz. Ortada ülke de kalmaz, devlet de kalmaz, millet de kalmaz. Şehirlerimiz harabeye döner ve bu şehirlerin ahı bizi tarihe gömer. Anadolu on parçaya bölünür, bu parçalanmışlıktan kurtulmak en az yüz yılımızı alır.

Türkiye’nin ana omurgası dimdik ayaktadır ve yüz yıldır ilk kez omuz omuza ülkesine güç vermektedir. Türkiye’nin en yerli dergisi Gerçek Hayat’ın okurları işte bu ana omurgadan oluşmaktadır.

Bu yüzden de o omurga hedef alınmaktadır.

Tarih boyunca hiç vatansız kalmamış bu millete “vatansızlığı” reva görenlere karşı “acımasız direniş” tek yol haritamızdır.

Coğrafyamız terör örgütleri ve terör saldırıları üzerinden yeniden biçimlendiriliyor, haritalar çiziliyor, demografik düzenlemelere maruz bırakılıyor.

İbrahim Karagül
Gerçek Hayat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

Benzer konular