Sayı 809 - Sayı

Sadece meydan okuyarak kurtuluruz

Müslüman dünyanın önündeki en büyük tehdit mezhep krizidir. Pakistan’dan Nijerya’ya kadar olan geniş coğrafyanın bu kimlik savaşı üzerinden paramparça edilmesi planlanıyor. Her ne kadar İran-Suudi Arabistan çatışması ekseninde takip etsek de mezhep kimliği üzerinden servis edilen kriz, bütün ülkeleri sarsacak ölçüde yıkıcı bir güce sahip. Afganistan işgali ve direnişi sırasında İran’ın bölgedeki Şiileri nasıl ileri karakol olarak kullandığını gördük. Lübnan’daki Şiileri nasıl ileri karakol olarak kurguladığını da gördük. Yemen’de bu kimlik üzerinden bir güç arayışına girdiğini gördük.

Ancak bütün bunlar, bir ülkenin dışarıdaki güç arayışı ile sınırlıydı. Yani daha yereldi, sadece İran’la sınırlıydı. Yine Suudi Arabistan’ın Balkanlar’dan Afrika’ya kadar hemen her yerde bir tür mezhepsel kimlik mücadelesi yürüttüğüne tanık olduk. Bu da S. Arabistan’ın bu kimlik üzerinden güç arayışı ile sınırlıydı. Yani iki ülkenin girişimleri de yereldi.

Şimdi durum farklılaştı. Soğuk Savaş’ın hemen ertesinde başlayan “İslam’la Savaş” doktrini, Batı’nın küresel hakimiyete dönük bütün tezlerinin önüne geçti. Afrika ortalarından Ortadoğu’nun her ülkesine, Güney ve Güneydoğu Asya’ya kadar her bölgede bu doktrine bağlı saldırılara tanık olduk. ABD ve Avrupa, İslam’ı çevrelemek, kontrol altına alıp yönetmek, Müslüman Orta Kuşak üzerinden küresel ölçekte bir itirazın yükselmesine, oyun bozucu bir arayışın güçlenmesine engel olmak istiyordu. Hemen hemen tüm güvenlik stratejilerini bunun üzerine kurdular. Türkiye dâhil, Müslüman ülkelerle ilişkilerini bu yönde biçimlendirdi. 28 Şubat bile bu çerçevede bir uluslararası müdahaleydi. 17 Aralık müdahalesinin arkasında yatan düşünce de buydu. Müslümanların itirazları susturulup, coğrafyanın bağımsız bir çıkış yapması engellenecekti. Bu yüzden hemen her ülkede iç karışıklıklar çıkarıldı, bazıları işgal edildi, bazıları iç çatışmalara sürüklendi. Birçok ülkede korkunç iktidar kavgaları başlatıldı.

“İslam’la savaş” büyük projenin ilk aşamasıydı. Yaklaşık yirmi yıl sonra ikinci aşamaya geçildi. Bu da, “İslam iç savaşı” doktriniydi. Savaş İslam’ın kalbine yayılacaktı. Müslümanlar kendi içlerinde çatışacak, Batı’nın işi kolaylaşacak, bu kaos yıllarca devam edecekti. Hiçbir ülke bu krizin dışında kalamayacak, belki de 21. yüzyıl boyunca Müslüman dünya kendi içine gömülecekti. Çatışmanın, güç hesaplaşmasının ana cephesi İran ve S. Arabistan olacaktı.

Bugün Suriye bu çatışmanın ilk cephesi olarak inşa ediliyor. Suriye sonrası Basra Körfezi ülkelerine yayılacak İran-Suud kavgası, en azından Tahran’ın zihin haritasında Mekke’ye kadar uzanacaktır. Mezhep krizinin bölgeselleşmesi işte tam da burasıdır. Basra Körfezi bütün coğrafyayı ateşe atacak bir savaş alanına dönüşebilir. Bu gerçekleşirse, Müslümanlar 21. yüzyıl boyunca kendi içlerinde çatışacaklar demektir. O aşamada hiçbir ülkenin siyasi haritasının anlamı kalmayacaktır. Batı’nın bölge hesaplarının arkasında işte bunlar var. Rusya ve Çin gibi ülkeler de “İslam’ın çevrelenmesi” projesinde Batı ile aynı yerde durmaktadır. En azından bugün böyledir.

ABD Başkanı Barack Obama’nın Suudi Arabistan ziyaretini bu anlamda ele almak gerekiyor. Ziyaretten sızan iddialara göre Obama, “İran ile bölgeyi paylaşın” telkinlerinde bulunmuş. ABD’de, Suudileri 11 Eylül’den sorumlu tutan yasa tasarısının görüşüldüğü bir dönemde gerçekleşen ziyareti ABD-İran yakınlaşması ile birlikte değerlendirirseniz, Riyad’ı köşeye sıkıştırmaya dönük bir adım göreceksiniz. Suudilerin 800 milyar dolarlık fonlarından küçük bir bölümünü çekme girişimleri bile dünya ekonomisini sarsacaktır. Tabii ABD’yi de. Buna izin vermeyecekler. O para geri verilmeyecek. 11 Eylül’le ilgili yasa tasarısı da muhtemelen bu paraya el koymanın hukuki altyapısını oluşturma girişimidir. Yasa çıkartılırsa, “terör fonu” olarak el koymanın yolu açılacaktır.

Bir taraftan bölge ülkelerini rehin almaya dönük girişimler sürerken, diğer taraftan işi sağlama alıp bütün coğrafyayı mezhep çatışmalarına sürüklüyorlar. Çok tehlikeli bir yüzyıla, Birinci Dünya Savaşı kadar büyük bir senaryoya tanık oluyoruz. Türkiye’ye yönelik arkası kesilmez saldırıların sebepleri de bu büyük hesapla bağlantılı. Bölgenin tek dik durabilecek ülkesini diz çöktürmeye çalışıyorlar.

Rüzgarı tersine çevirmek için hepimizin omuzlarında çok ağır bir yük var. Kuşatma Yüzyılı, Hesaplaşma Yüzyılı’na dönüştü. Bizler bu hesaplaşmanın ana omurgasıyız. Bu kaostan ancak ve ancak meydan okuyarak çıkabileceğiz.

İbrahim Karagül
Gerçek Hayat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

Benzer konular