Yol uzun, yürünecek, emek verilecek ve zafer gelecek…
Haftalık bir derginin özetini bile yapmakta zorlandığım hareketli günler yaşıyoruz. Türkiye’nin kendi içindeki dönüşümü, güç kazanması ve yeniden biçimlenmesi konusunda hem içeriden hem de dışarıdan yürütülen yıpratıcı saldırganlık, bu iki cephenin ortak hareket ediyor oluşu, söz konusu “savaş”ta terör örgütlerinin bile kullanılabilir hale gelmesi gibi hazin, ibretlik ve son derece talihsiz gelişmelere tanık oluyoruz.
İçerideki direnci harekete geçirenlerin, onlara yol yordam gösterenlerin dışarıdan da, özellikle çevremizden, coğrafyadan Türkiye’ye yönelik yoğun bir kuşatma, çevreleme, hatta savaş hali artık gizlenemez boyutta.
Bu yüzden, konforlu söylemlerle anlatabilme, tartışabilme lüksümüz kalmadı. Rüzgar o kadar sert esiyor ki, o kadar zarar veriyor ki, ülke, vatan, millet, gelecek kaygılarımız öne çıkıyor.
Böyle olunca da hesaplaşma sertleşiyor. Sadece demokrasi ve özgürlük kavramlarıyla yetinemeyecek hale geliyoruz. Güvenlik, ülke bütünlüğü, toplum huzuru gibi kavramlar da önceliklerimiz arasına katılıyor.
Bu yüzden kelimelerimizi, cümlelerimizi değiştirmek zorunda kalıyoruz. Doğru da yapıyoruz. Bu kavramlarla konuşmalarımızı yargılayanların, içeride ve dışarıda yürütülen Türkiye karşıtı coğrafyayı yıkıma götürmeye dönük operasyonların bir parçası olduğunu anlamakta zorlanmıyoruz artık. Bu şekilde avutulma ihtimalimiz yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır.
O ezberletilmiş söylemlere, riyakarlığa, kitleleri aldatmaya dönük toplumsal söylemlere, Türkiye’yeibir yerlere yamamaya dönük projelere karnımız tok. Onlarca yıldır sadece bu rolü oynayan bir çevre var ve bizler yıllarca bu çevreleri baş tacı ettik.
Ama bugün görüyoruz ki o çevreler hiçbir zaman bu ülkenin önceliklerine sadık olmamışlar. Hep başka başkentlerin, çevrelerin, güçlerin içerideki pazarlamacıları olmuşlar. Onların yönlendirdiği devlet iktidarı, bürokrasi, siyasi projeler hiçbir zaman yerli olmamış.
Türkiye yerliliğin anlamını yeni yeni kavrıyor ve buna göre hem toplumdaki hem de devletteki dönüşümü kendi önceliklerine göre şekillendirmeye çalışıyor. Tabi bu güçle alakalı bir durum ve Türkiye, ilk kez bu gücü hissediyor. Devlet söylemi ile toplumsal öncelikler arasındaki açı daralıyor, devletin kavgalı olduğu çevrelerle barıştığını görüyoruz.
İşte tam bu sırada o “dışarıdan” olanlar harekete geçiriliyor. Bazen terör olarak, bazen muhafazakâr örgütlenmeler olarak, bazen sermaye olarak, bazen de en liberal söylemleri kullanarak o çatışma alanlarını yeniden genişletmeye çalışıyor. Bugün Türkiye işte bu sinsi saldırganlığa direniyor. Hesaplaşmanın adı bu.
İşte Gerçek Hayat, bu hesaplaşmada yerli olan, Türkiyeli olan, coğrafya aidiyeti olan, bölgemizi saran bütün ayrışma ve çatışma söylemlerine karşı ortak alanları pekiştirmeye, savunmaya çalışanların yanında yer alan bir dergi.
Fırtına ne kadar sert eserse essin, hesaplaşmanın bedeli ne kadar ağır olursa olsun, bu öncelikleri savunmaktan bir adım bile geri durmayacak, durduğu yerden bir milim oynamayacak bir dergi. Coğrafyaya ve Türkiye’ye yönelik oyunlar ne kadar karmaşık olursa olsun, derin bir ferasetle bunları çözmeye, anlamaya ve anlatmaya çalışacak bir dergi.
Bize katılın. Bu büyük mücadelede omuz omuza, gönül gönüle verelim. Kardeşliğimiz, dostluğumuz, dayanışmamız bütün Anadolu’ya yayılsın. Hepimizin ortak çatısı olan bu ülkenin direncini şehir şehir, sokak sokak, ev ev güçlendirelim.
Biz bu toplumun ana omurgasıyız. Biz ne yöne gidersek Türkiye o yöne gidecektir. Doğru yoldayız. Ülkemizi ve dünyayı doğru okuyoruz. Türkiye’nin yönü, bu yüzden on yıllarca değişmeyecektir.
Öyleyse yol uzundur, yürünecektir, emek verilecektir ve zafer gelecektir. Gerçek Hayat bu direncin güçlü sesi olmaya devam edecektir. Unutmayın, hepimiz aynı yerdeyiz.
İbrahim Karagül
Gerçek Hayat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni