Cephe ne kadar genişse, saldırı ne kadar
yoğunsa, korkuları da o kadar büyüktür…
Avrupa’dan Türkiye’ye her alanda yoğunlaşan saldırıları nasıl anlamalıyız? ABD ile Avrupa’nın “Türkiye karşıtı eksen” görünümü veren durumunun arkasında ne var? Son beş yılda, hemen her yıl başka başka formatlarla Türkiye’ye niye müdahale ettiler?
Bu müdahalelerde, Türkiye’nin içinde, solcusundan muhafazakârına, liberalinden ulusalcısına hemen her kesimden nasıl ortak bulabiliyorlar? O zaman Türkiye karşıtlığını, içerideki ortaklığı, dış müdahalecilerle iç işgalciler arasında hiçbir kimlik, ideolojik farklılık bulunmadığını, hepsinin aynı cepheye sürülebildiğini nasıl anlamalıyız.
PKK gibi faşist bir yapı ile FETÖ gibi muhafazakâr bir CIA istihbarat örgütlenmesi, Erdoğan’a karşı muhafazakâr çevrelerden muhalif cephe oluşturma çabaları nasıl bir projenin ürünü? Türkiye karşıtları, dışarıda da rahat ortaklık kuruyor, içeride de rahat ortaklık kuruyor. Erdoğan’ı devirme projesi dışarıda da büyük bir cephe oluşturuyor, içeride de büyük bir cephe oluşturuyor.
Erdoğan karşıtı bir seferberlik Avrupa başkentlerinde de var, ABD başkentinde de var, İsrail ve bazı Arap başkentlerinde de var. Yine Erdoğan karşıtı seferberlik Türkiye’de, asla bir araya gelemeyecek siyasi partileri, çevreleri, örgütleri tek çatı altında topluyor, aynı cepheye sürüyor.
Bu nasıl bir durum? Nasıl bir savaş? Bunları böyle bir savaşa, ittifaka, cepheleşmeye iten sebep nedir? Askeri olarak saldırıyorlar, ekonomik olarak saldırıyorlar, medya olarak acımasız saldırılar yapıyorlar, bir “kötü adam” imajını küreselleştirmeye çalışıyorlar. İslamofobi gibi bir Erdoğanfobi, bir Turkofobi inşa etmeye çalışıyorlar.
Mesele nedir gerçekten? Mesele Erdoğan’ın görevi bırakıp yerine kendi adaylarının Cumhurbaşkanı, Başkan olması mı? Bu bir politik yarış mı, rekabet mi, bunun verdiği husumet mi? Türkiye’nin, bu meselenin ne olduğu konusunda bir an önce kafasının netleşmesi gerekiyor.
Mesele hiçbir şekilde bir siyasi yarış değil. Mesele hiçbir şekilde kendi adaylarını Cumhurbaşkanı seçtirmekle sınırlı değil. Mesele hiçbir şekilde kendi istedikleri siyasi iktidarı biçimlendirmekle de sınırlı değil.
Mesele Türkiye meselesi… Erdoğan’ın yeni bir Türkiye’ye öncülük etmesi meselesi. Tarihi değiştirecek bir ülkenin yeniden doğuşunu hazmedememeleri meselesi. Bin yıllık tarihin, Avrupa ile yüzyıllara dayanan hesaplaşmanın bugüne taşınması meselesi. Erdoğan’ın bir tarih değişimine öncülük etmesi, millete yol göstermesi, Türkiye’yi yıldızlaştırması, büyük iddialara ve büyük projelere girişmesi meselesi.
“Erdoğan’ı vur, Türkiye’yi vur” şeklinde projelendirilen ve Batı dünyasının tamamının katıldığı bir saldırı yürütülüyor. Türkiye’nin 21. Yüzyılını ve sonrasını çalmaya dönük bir Haçlı İttifakı oluşmuştur. Ne gariptir ki, içeride muhafazakâr/İslamcı kimlikli bazı çevreler de bu Haçlı İttifakı çatısı altında yer alıp ülkesine, tarihine ve değerlerine açılan savaşa ortak olmuştur. Birçoğu henüz nerede durduğunun farkında bile değil. Ama üç-beş yıl içinde nasıl bir vahamete imza attıklarını dehşet içinde göreceklerdir.
Erdoğan’ın şahsı ile kişisel bir hesapları var. Ondan intikam almak istiyorlar. Ama asıl Türkiye’den intikam almak istiyorlar. Erdoğan’ın siyasi kaderi, yürüyüşü ile Türkiye’nin geleceğe doğru büyük adımlar atması, kaderi birleşmiştir. Tarihte böyle öncüler vardır, ülkelerin kaderini değiştirmiş, yıldızlaştırmıştır. Bu da böyle bir örnektir.
Öyleyse topyekûn saldırılara, ortak cephelere, içerideki tarih bilmezlere karşı bu ülkeye sahip çıkacağız. Bu Haçlı ortaklığının ana hedefinin Türkiye olduğunu bileceğiz. Türkiye o kadar büyüdü ki, o kadar yükseliş ve güçlenme grafiği izliyor ki, karşısında bu kadar büyük bir cephe inşa etmek zorunda kalıyorlar.
İşte bu korkudur. Düşmanlıklarına değil korkularına bakarsak, zayıflıklarını görürüz. Türkiye’den korkuyorlar. Onu durduramamaktan korkuyorlar.
Haksız da değiller…