- Sayı 886

Bir terör yöneticisi olarak John Bass:
15 Temmuz cinayetlerinin sorumlusu

 ABD Ankara Büyükelçisi John Bass’in giderayak Ankara ile Washington arasında çıkardığı kriz, sadece bir büyükelçi krizi, sadece Metin Topuz krizi, sadece 15 Temmuz faillerini kollayıp korumalarından doğan bir kriz değildir. Durum çok daha ciddi, kriz çok daha derindir, coğrafya ölçeğinde tarihi bir kopuşun, ayrışmanın güçlü işaretlerinden biridir.

Afganistan’a giden bir elçinin, Türkiye’de görev yaptığı süre içinde PKK ile ortak çalıştığı, DEAŞ’la dolaylı çalıştığı, Türkiye içindeki terör eylemlerinde parmağı olduğu, 15 Temmuz gibi Türkiye tarihinin en ağır saldırısının organizatörlerinden biri olduğu doğrudur, darbe girişiminin içerideki yöneticisi olduğu kuvvetle muhtemeldir.

Dolayısıyla Büyükelçi’nin 15 Temmuz saldırısı nedeniyle insanlık suçlarından, terör örgütleriyle ilişkisi nedeniyle o örgütlerin Türkiye içinde yaptığı sivil katliamlardan sorumlu tutulması mümkündür. Büyükelçi Türkiye’ye karşı suç işlemiş, Türkiye Cumhurbaşkanı’nı öldürmeye yönelik suikast girişimlerinde rol almıştır. Çünkü 15 Temmuz bir CIA operasyonudur, o operasyonun Türkiye’deki sivil ayağı John Bass’tir, askeri ayağı ise İncirlik’teki ABD askeri çevreleridir.

FETÖ üst yapısının ABD elçiliği ile bağlantısı, 15 Temmuz sonrası darbecilerin kaçırılmasındaki rolü, DEAŞ ve PKK/PYD ile ilişkisi artık gizlenebilir olmaktan çıkmış, güçlü bir kamuoyu kanaatine dönüşmüştür. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidara gelişinden bu yana, darbe girişimlerini, örtülü operasyonları birlikte ele aldığımızda, 17-25 Aralık’la değerlendirdiğimizde, son olarak 15 Temmuz’la özetlediğimizde bütün fotoğraf açığa çıkmaktadır.

Bütün bunlar, Ankara-Washington arasında bir büyükelçi ölçeğinin çok ötesinde krizlerdir. Adı konulmamış bu kriz aslında hep vardı. ABD’nin Türkiye’ye “ilan edilmemiş bir savaş”ı aslında hep vardı. 15 Temmuz’un ABD bağlantıları çözüldükçe kriz daha da büyüdü ya da kamuoyuna daha fazla yansıdı.

Mesele John Bass ile sınırlı değildir, Türkiye ile ABD arasındaki ayrışmadır, kopuştur. Türkiye üzerindeki ABD vesayetinin tükenişidir. Washington’ın bunu hazmedememesidir. Türkiye’yi yeniden kontrol altına alabilmek için akılsızca, aptalca girişimlerde bulunmasıdır. Türkiye içindeki bütün unsurları, ulaşabildiği bütün siyasi, ekonomik ve sosyal çevreleri Türkiye’ye karşı kullanma cüretidir.

Ama mesele bu kadar da değildir. Fırat Kalkanı’ndan sonra İdlib operasyonunun başlatılması, ABD ve İsrail’in Suriye ve Irak’ın kuzeyinde oluşturmaya çalıştığı yeni harekâtın Türkiye tarafından boşa çıkarılması, büyük bir oyunun bozulmasıdır. PKK/PYD’ye, Barzani’ye ve DEAŞ’a verdiği destekle Türkiye’yi güneyden kuşatma planının tehlikeyi girmesidir. Ülkemize yönelen bütün tehditlerin ABD ve İsrail’in güney sınırlarımızda oluşturmaya çalıştığı harita üzerinden servis edildiğinin farkına varmamızdır. Buna karşı önlem almamız, harekete geçmemizdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta yaptığı bütün konuşmalarda bu tehdide dikkat çekmesi, “Artık el pençe divan durma dönemi bitti, ABD’ye muhtaç değiliz” şeklindeki sözleri bundandır.

Akdeniz kıyısından, Türkiye’den Çin sınırına kadar ABD karşıtı bir kuşak oluşması, İsrail ve PKK/Barzani dışında herkesin ABD’nin kaçması gerçeği işin mahiyetini ortaya koymaktadır. Washington coğrafyayı kaybetmiştir, kaybedecektir. John Bass, 15 Temmuz’u eline yüzüne bulaştırmış, Türkiye’yi ikinci dalga ile, Suriye ve Irak’ın kuzeyinden vurma planını başaramamıştır. Türkiye ise bu oyunu görmüş, harekete geçmiş, ABD’nin Suriye planlarını, Kuzey Irak planlarını altüst etmiştir.

Yani kavga büyüktür ve devam edecektir. Bundan sonra FETÖ de, PKK/PYD de, Barzani de ABD’ye yetmeyecektir. Türkiye ile ABD arasındaki ayrışma, coğrafya ölçeklidir, o açının kapanması artık çok zordur. Çünkü Türkiye, ABD ağzıyla, Barzani oyunlarıyla, PKK/PYD terörüyle, FETÖ entrikalarıyla başarılı bir mücadele yürütmektedir. Bunların kaybettiği her yerde ABD de kaybedecektir ve kaybetmeye başlamıştır.

Benzer konular