Uzun yıllar sonra Ketebe Yayınları tarafından ‘Dönemeçler’ kitabı yeniden yayınlanan Yaşar Kaplan, okuyucularına yeni kitaplarının da geleceğinin müjdesini verdi. 90’lı yıllarda hakkında açılan davalar nedeniyle Almanya’ya yerleşmek zorunda kalan Kaplan, “Türkiye’nin yanında durmak bir insanlık vazifesidir” diyor.
Aylık Dergi, Bu Meydan, Hüner gibi dikkat çeken dergiler, hikâyeler, düşünce yazıları, köşe yazıları ve yasaklanmış kitaplar ile tanınan bir yazarsınız. Ancak bir süredir yazı ve eserlerinizi görememiştik. Bunun nedeni nedir, yazmayı bırakmış mıydınız ve bir yazar yazmayı bırakabilir mi?
Yazmayı bir hayat tarzı olarak benimsemiş yazarların okuma ve yazmaları hiçbir zaman sona ermez. Yazmak, geçici heveslerle ve geçici hedefler için yapılacak bir iş değildir. Yazarın son nefesine kadar bütün hayatını dolduran bir yaşama biçimi olarak yazmak; bütün boyutlarıyla ihata alanı çok geniş bir varoluş biçimidir. Bu bakışla, yazmak var olmanın, var olmak yazmanın bir ayrılmazıdır. Yazarın durduğu yerden bakılınca yazmak ve paylaşmak aynı şey değildir. Fakat okurun durduğu yerden bakılınca, yazdıklarını paylaşmayan yazar yazmayı bırakmış kabul edilir. Bize gelince, sürekli yazmamıza rağmen yazdıklarımızı bir zamandan beri kitap, dergi ya da diğer medyalarda (ortam) paylaşma imkânımız olmadı.
Sizin bu anlamda yaşadıklarınızı, yeni düzeninizde kurduğunuz ya da kuramadığınız alışkanlıklarınızı sorsak…
Bizim okuma ve yazma etkinliğimiz (faaliyet, aktivite) en zor şartlarda bile durmadı. Cezaevlerinde geçirdiğimiz yıllarda dahi yanımızda çuval dolusu notlar, yazı defterleri ve kitaplarla “sevkiyat”a çıktık. Hayatımıza dair bir cümle istiyorsanız, şunu diyebilirim: Yol uzun, şartlar çetin, karanlık zifiriydi. Bu bir romanın, bir hikâyenin ilk cümlesi ya da sonundaki zaman ekini kaldırırsak bir şiir dizesi olabilir. Ama bu sadece, bizim yaşanmışımızı özetleyen bir cümle. Davası olan, kendisini kuşatan zorluklara değil, hedefindekine bakar. Normal zamanlarda günlük alışkanlığım, her gün mutlaka nisap miktarı okumak, nisap miktarı yazmaktır. Yazmak, canlı yaşamanın doğal sonucu olarak kendiliğinden geliyor zaten.
Ya Türkiye’ye bir şey olursa
Dönemeçler’in ilk baskısı 1976’da bambaşka bir Türkiye’de yapılmıştı. Bugün bize nasıl bir mesaj veriyor?
Tüm sanat eserleri gibi edebî eserler de bir zaman kesiti olarak tarih’ten ya da güncel’den bazı hadiseleri konu edinebilir, ama farklı kurgu ve anlatım özellikleri nedeniyle içerdiği düşünce ve duygu, yaygın kelimeyle söylersek, mesaj bakımından zamanla sınırlı olmaz. Bunu bir cümleyle şöyle formülleştirebiliriz: Sanat eseri, geçici olandaki kalıcıyı anlatır. Bununla birlikte, Dönemeçler’in önceki baskısında çok katmanlı ve çok sıkı örülmüş, belki yer yer zor nüfuz edilecek bir dokusu vardı. Yeni baskıda ana tema ve ana yapıyı korumakla birlikte birkaç “açılım” müdahalesi yaparak daha rahat okunabilecek, hatta roman okurlarının da tercih edebilecekleri bir eser haline getirdik. “Bugün bize nasıl bir mesaj veriyor?” sorusunun cevabı uzun. Kitabın verdiği birçok mesaj var. Her çeşit okuyucu kendine göre farklı mesajlar bulabilir. Şunu söyleyebilirim; bu kitap bugünün ve bu ülkenin elem ve ümidini hem özel hem genel bakışlarla ele alıyor. Bu vesileyle önemli gördüğüm bir noktaya dikkat çekmek isterim. Dönemeçler’in Ketebe’den çıkan yeni baskıdan okunması gerekir. Eski baskı ile yeni baskı arasında ifade ettiğim gibi önemli bazı açılım farkları var. Bu bakımdan önceden okumuş olanlara da yeni baskıdan tekrar okumalarını tavsiye ederim.
90’lı yıllarda yaşanan sıkıntıların ardından Almanya’ya gitmek zorunda kaldınız. Oradan Türkiye’ye baktığınızda neler görüyorsunuz?
Türkiye gelişiyor ve değişiyor. Hem sorunlar, hem çözümler düzleminde bir gelişme var. Müzmin sorunlara çözümler getirilirken, bu çözümler de yeni sorunlara neden olabilir. Ayrıca ülke olarak hedefler büyüdükçe, yük ve sorumluluklar daha da artıyor. Meselâ bir küreselci projesi olarak ülke âhengini bozmak ve sosyal dayanışmayı parçalamak için Türkiye’yi önemseyen ve önemseyen vatandaş diye bir ayrışma yaratıldı. Bu bağlamda AB lideri ülkelerden gelen “Türkiye’de yüzde 49 oyumuz var” açıklaması, iktidar karşısında tek cephe olmaya zorlanan vatandaşlarımızı kendi vatandaşları gibi gördükleri anlamına geliyor. Eksiklerine rağmen Türkiye ümit ve heyecan verici bir yolda. O nedenle dünyanın gözü kulağı Türkiye’de. Türkiye’nin büyüyüp güçlenmesini isteyenlerde “Ya Türkiye’ye bir şey olursa” korkusu, Türkiye’nin güçlenmesini istemeyenlerdeyse “Ya Türkiye’ye bir şey olmazsa” korkusu var. Buradan baktığımda yolu çok uzun bir ülke görüyorum.
Bu ülkede yaşamanın bedeli ağır
Sizi yurt dışında yaşamaya iten süreç boyunca Türkiye çok yara aldı. O günlerde neler yaşadınız?
Evet, ülkemiz çok zor dönemeçlerden geçerek bugünlere gelmeyi başardı. Ülkemizle birlikte bu ülkeyi savunan insanlar da çok zor yıllar geçirdi. Fakat malûm zahmetsiz rahmet olmuyor. Geriye dönüp bakınca zor olduğunu değerlendirdiğimiz şeyler yaşadık. Ama bunları yaşarken o kadar zor gelmedi. İnsan niyetlendiği yolun zorluklarını bilir ve hayatın her türlü cevr’ü cefâsına kendini hazır hissederek yola çıkarsa, çekilenler zor gelmiyor. Esasen, tarih ve coğrafyamızın bir özelliği olarak; bu ülkede yaşamanın bedeli her zaman ağır olmuştur.
En başta Aylık Dergi ve Bu Meydan’dan bahsetmiştik. Çıktığı dönemin önemli dergileriydi bunlar. O günlerde bu dergilerde yazan isimler, bugün edebiyat dünyamızın önemli isimleri. Siz bu yayınların bıraktığı izi nasıl yorumluyorsunuz?
Samimiyetle yapılan işlerin bıraktığı izler ve etkiler zannedilenden daha güçlü ve kalıcı oluyor. Bizim çıkardığımız dergiler içinde özellikle Aylık Dergi’nin yeri başkaydı. Bir “mektep dergi”ydi. Bu gibi süreçlerin uzmanları tarafından ayrıca ele alınması yararlı olacaktır.
Yazı hayatınız değerlendirildiğinde önemli kırılmalara, serüvenlere sahip. Bir yazar olarak, insan olarak bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zorluklarımız oldu, ama direnmek ve her şeye rağmen ayakta kalmak insanı daha güçlü kılıyor. O nedenle, yaşadıklarım bende düşünce ve sanat anlayışı yahut bakış ve duruş bakımından bir kırılmaya neden olmadı. Türkiye’de olduğunu varsayarak öyle ifade edeyim, düşünce dünyamızda bazı kavramlar temelden yanlış anlaşılır ve yanlış kullanılır. Bu kırılma bunlardan bir tanesi. Olur olmaz yerde kullanılınca kırılma olanla olmayan birbirine karışıyor. Bu tür kavramlar konusu ülkemizin entellektüel düzeyine bir katkı olarak detaylı bir şekilde ayrıca ele alınması gerekir.
Ünlü bir sinema yönetmeni “vatanım ayakkabılarımdı” diyor. Yeryüzünde dolaştığı tüm coğrafyayı kendi için vatan saydığına, bütün coğrafyayı vatan olarak gördüğüne işaret ediyor. Anavatanınızdan uzak biri olarak, bu durumla ilgili neler söylemek istersiniz?
Bağlanacak bir ülkesi olmayanlar için her yer vatan gibi görünebilir. Ama bağlanacak yeri ve değerleri olanlara her toprak vatan olmuyor. Bizim güzel ülkemiz, yerine bir başka ülke konulamayacak kadar farklı ve değerlidir. Üstelik Türkiye sadece Türkiye’de yaşayanların değil, yeryüzünde gönülleri Türkiye’yle birlikte çarpan milyara yakın insanın da gönül vatanı. Çünkü Türkiye, insanî değerleri ve hakkı yenmişlerin hakkını yüksek sesle savunan, onlara gücü yettiğince destek veren tek ülke. Bugün içinde yaşadığımız şu berbat dünyada insan onurunu yücelten duruşuyla başka ülkelere çok büyük fark atan bir ülke olarak Türkiye için ancak şu söylenebilir: Türkiye’yi sevmek, Türkiye’yi savunmak ve Türkiye’nin yanında durmak bir insanlık vazifesidir.
Ben ülkemi derleyip gönlüme koydum
Gitmek zorunda kaldığınız ülkeniz, yaşadığınız şehir, mahalleniz, memleketinizle ilgili duygusal mesafeniz nasıldı?
Ayrılmak kolay olmadı. Tabir caizse karış karış dolaştığım, “sokaktaki insan”ıyla, kanaat önderleri, cemaatleri, tarikatları, vakıfları, sivil toplum kuruluşları, çeşitli siyasal ve sosyal oluşumları, medyası ve akademik çevreleriyle tanıdığım, her kesimiyle diyalog içinde olduğum, geleceği için kafa yorup taban eskittiğim, bu yolda bedel ödediğim bir ülke bırakıyordum arkada. Çok zor bir karardı. Onun için ben ülkemi olumlu olumsuz neyi varsa her şeyiyle derleyip gönlüme koydum ve yanımda getirdim.
Şimdi hikaye zamanı
Okuyucular Yaşar Kaplan’dan yeni kitaplar beklemeli mi?
Elbette. Kutular dolusu notlarımız, bitmiş defterlerimiz var. Ömrümüz vefa ederse bunların en azından bir kısmını hazırlamayı ümit ediyoruz. Türkiye’de iken çalışmalarımıza yeterince zaman ayıramadık. Özellikle hikâyelerimize haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Şimdi hikâye zamanı… Önce biraz hikâye, sonra başka kitaplar inşaallah!