Suriyeli mülteciler konusu yeniden Türkiye’nin gündemine oturmuş durumda. İdlib’de devam eden belirsizliğin de tetiklediği bir teyakkuz hâli söz konusu. Birtakım mihraklar Türkiye’nin yumuşak karnı olarak gördükleri bu meseleyi kaşımaktan kendilerince menfaat devşirme peşinde. İşin kötüsü, bu mihraklar içimizde gittikçe çatallaşan uzantılara sahip. Gerek yazılı ve görsel, gerekse sosyal medyada yürütülen algı operasyonlarıyla Türkiye mülteci meselesi üzerinden hedef gösterilmeye çalışılıyor. İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliği tarafından son alınan kararlar özellikle Türkiye karşıtı Arap medyasında inanılmaz çarpıtmalarla kamuoyuna sunuluyor. Amaç belli: Türkiye’de kargaşa çıkarmak. Konuyu en iyi bilenlerden biriyle, Suriyeli Semir Hafız ile konuştuk. Suriye Türkmenleri Meclisi eski başkanı olan Semir Hafız, aynı zamanda Uluslararası Arap Akademisyenleri Derneği Şeref Başkanı. Uzun yıllar ABD’de yaşayan, dolayısıyla meseleye birçok açıdan bakabilen Semir Hafız’ın tespitleriyle sizi başbaşa bırakıyoruz.
Suriyeli mülteciler konusunda bilhassa son zamanlarda yoğunlaşan bir gündem söz konusu. Darp olayları ve daha birçok olumsuz yaklaşımlara şahit oluyoruz. Durumun sosyolojik fotoğrafı ne gösteriyor sizce?
Aslında konuyu iki taraftan ele alalım. İlki kanunî olarak diğeri ise insanî olarak. Türkiye’de 2014’de Suriyelilere bir sistem kurdu. İstanbul doldu, artık gittiğiniz şehirlerde kalın dendi. Bir kanun olarak yürürlüğe kondu, herkesin bundan haberi vardı ama insanî olarak uygulanamadı. Bunun da elbet sebebi var. Dini açıdan bir Müslümanın kalbinde nasıl Mekke, Medine yatıyorsa İstanbul da siyaseten bir merkez, bir cazibe yeri. Müslümanların kalbinde İstanbul’un böyle bir yeri var. Ne derseniz deyin bu bir vâkıa.
Enteresan olan şu: Suriyeli mültecilere karşı sadece Türkiye’de değil, Ürdün Mısır ve Sudan’da bir hamle söz konusu. Birdenbire ortaya çıkıveren bir şey bu. O yüzden enteresan. Mesela Sudan eskiden Suriyelileri ülkeye çağırıyor “Bize gelin, kapımız her zaman size açıktır” diyordu. Mısırlılar da her zaman “Ülkemizi Suriyeliler adam etti” cümlesini kuruyordu. Şimdi rüzgar terse döndü. Bunun arkasında ne var? Üzerine çalışılmış bir durum göze çarpıyor. Sosyal medyada mültecilere dönük olarak Türkiye aleyhine çıkan haberlerin kaynağına bakıyorsunuz; Mısır, Suudi Arabistan ve BAE. Neler söyleniyor, bir bilseniz! “Ayaklanın” diyorlar. “Dükkanları kapatın, işe gitmeyin” diyorlar. Türkiye içinde mültecileri tahrik ederek büyük bir kargaşa yaratmak istiyorlar. Arap Baharını kışa çevirenler şimdi de Türkiye’nin mülteciler için yaptığı onca şeyin heba olması için uğraşıyorlar. Bunun arkasında çok büyük güçler ve entelijansiya var.
ABD ve yamaklarını mı işaret ediyorsunuz? S-400 bağlamında ‘rayından çıkan’ Türkiye’yi cezalandırma harekatı mı söz konusu?
Cezalandırma değil de kargaşa çıkarmak diyelim. Evet, amaçları kargaşa çıkarmak. Kargaşa demek, istikrarsız bir Ortadoğu demek. Bakın, Suriye savaşı şu an bitebilirdi. Savaş duruyor, bir müddet sonra tekrar devam ediyor. Öyle bir süreç ki bu, Suriye’de savaşacak asker kalmadı. İran’dır, Hizbullah’dır filan derken Esed nâmına yabancılar savaşıyor sahada. Suriye ordusu diye bir şey kalmadı. Alevi kesimden duyumlar alıyorum. Esed’in taraftarları bunlar. İllallah diyorlar. Dile kolay, 180 bin Alevi genci ölmüş savaşta. Suriye’de Alevi olsun, Sünni olsun doğru dürüst genç kalmadı. Yaşlılar ve kadınlar kaldı. Tam da birilerinin istediği bir manzara bu. Gelelim Türkiye’de yaşananlara…
Geçen İkitelli’deki dükkanları yıkan kişilere bakın, hepsi kriminal geçmişi olan tipler. Bu durum ortada bir provokasyon olduğunu gösteriyor. Batı’nın arkasında olduğu bir kargaşa talebidir bu.
ÇOCUKLARINI ŞEKERLİ SUYLA BESLİYOR
İstanbul Valiliği’nin mültecileri kayıtlı oldukları illere geri gönderme politikası neyi amaçlıyor, bu doğru bir politika mı?
İstanbul’da evini tutmuş, zor belâ para kazanıp içini döşemiş adamı alıp Konya’ya gönderiyorsun. Sonra bu adam beni arayıp diyor ki: “Benim bütün hayatım İstanbul’da. Burada iş bulamıyorum.” Bu bir sıkıntı. Halkta bir kargaşa havası hakim. Birtakım çevrelerin arayıp da bulamadığı fırsatı ellerine vermiş oluyoruz. İyi Partili Fatih Belediye Başkan adayının ortaya çıkış amacı neydi? “Fatih’i temizleyeceğim” demişti. Sonra da çıkmış “Amacım AK Parti’nin oyunu düşürmekti” diye açıkça beyanda bulunmuştu. Nitekim benzer zihniyetin neticesini ikinci seçimde net olarak gördük.
Alınan karar bazı boşluklara yol açıyor gibi. Suriyeli birisi diyelim Kilis’te kayıtlı ama İstanbul’a geldi ve yatırım yaptı. Büyük para bağladı. Bu şahıs Kilise dönerse yatırımı ne olacak?
Hadi bu kişi zengin, bir şekilde kendini kurtarır diyelim. Ya maddi durumu olmayanlar, fakir olanlar ne yapacak? Burada zor belâ iş bulmuş adamı başka şehre gönderdiğinizde ne olacak? Bugün bana birisi geldi, dedi ki: “Cebimde 2 TL var. Evden çıkamıyorum.” Sadece 2 TL yahu. Adam dertli: “Bakkala gittim, seni buradan çıkartacaklar. Sana veresiye vermem dedi. Ben günlük 70 TL’ye çalışıyordum artık çalışamıyorum, kimse izin vermiyor” diyor. Bir kadın geldi “Çocuklarımı şekerli su ile besliyorum. Evden çıkamıyorum. Altlarına af edersiniz naylon torba bağladım” diyor. Sıkıntı büyük.
SURİYE DİYE BİR YER VAR MI?
Suriyeli insanlar bu denli vahim durumdayken yardım kuruluşları uzak coğrafyalara yöneliyor, oralarda kurban organizasyonları düzenliyor. Neden böyle bir dengesizlik var?
Propaganda büyük bir rol oynadı burada. İnsanlar durumu kötü olanlara merhamet besler. Ancak bir kişinin durumu kötüyken iyi duruma geçmesi aynı insanlara rahatsızlık verir. Mesela ben Los Angeles’da 14 sene kaldım. Meksikalı geliyor, köşebaşında mango, avokado satarak hayata tutunmaya çalışıyor. Fakat bu adam bir zaman sonra iyi bir ev kiralayıp araba aldığında, çocuklarına iyi imkanlar sunduğunda komşuları bundan sıkılmaya başlıyor. “Bu adam daha geçen gün meyve satıyordu, bak şimdi ne hâlde” diye. Bu, dünyanın neresine giderseniz gidin, aynı şey.
Fakat Türkiye söz konusu olduğunda bunu köpürtme üzerine özel bir çalışma mevcut. Batı, Türkiye ve Ortadoğu’nun stabil kalmasını istemiyor. Bugün Türkiye’nin Suriye’lilere yaptığını hiçbir ülke yapmadı, yapamaz da. Türkiye’nin Suriye ile 950 km. sınırı var. Biliyor musunuz, beş Suriye Cumhurbaşkanı Türk’tü. Esed iktidara gelene kadar hepsi Türk’tü. Soyadları bile Türkçe. Biz Türkmenler dilimizi koruduk. 2013 yılında bir TV programınında Bayırbucak dedim, çünkü ben oralıyım, moderatöre telefon yağdı. “Orada Türk mü var?” diye. Fakat bilmiyorlar ki Suriye’de 3.5 milyon Türk var. Arapça öğrenmeden önce evimizde Türkçe öğreniyoruz biz. Benim bütün köylerimin adı Türkçe.
Bu bir yana, tarihe bakalım. Suriye diye bir ülke var mıydı? Bunu Fransızlar icat etti. Bu ismi Fransızlar verdi. Önceden Halep Vilayeti vardı. İskenderun, Antep, Antakya hepsi bu vilayetin içerisindeydi. Halep, Şam vilayetinden bile büyüktü. Ben liseyi Suriye’de okudum. Bütün kitaplar Osmanlı’yı ve Türkiye’yi kötülüyordu. Türk asıllı olduğumuz için bizi belki etkilemedi fakat bundan etkilenen bir nesil olduğu da gerçek. Özellikle yaşı 60’ın üzerinde olanlardan bahsediyorum.
Bir de tabela meselesi var. Tabelalara getirilen yüzde 75 Türkçe şartının İngilizce tabelalar ülkeyi istila ettiğinde gündeme getirilmemesi ilginç. Arapça niçin rahatsızlık veriyor?
Bu konuda alınan karara katılmasak bile ortada bir sıkıntı olduğu için hükümetin kararına uymamız lazım. Çünkü ortalığı karıştıran çok fazla kesim var. Açık konuşayım, ben Los Angeles’da İngilizce tabelalı bir Lübnan restorantı görmedim. Oralarda bu gibi şeyler sorun olmuyor. Fakat Türkiye’de farklı bir durum var. Siyasi ortam Suriyeliler aleyhine işlediğinden dolayı belki bunu sineye çekmek, idare etmek gerekiyor. Suriyelilerin durumu idare etmesi lazım. Bu konuda benim itirazım uygulamanın çok hızlı bir şekilde yapılıyor oluşu. Bu işleri sindire sindire yapmalı. Yoksa bir kaos ortamına yol açıyor. Nitekim bu kaos hakkında geçenlerde bir yazı yazdım.
MEDENİ HAKLAR MESELESİNDE BİLGİSİZLER
Meselenin içinden gelen birisi olarak bir değerlendirme yapsanız, bugüne dek neler iyi yapıldı, neler yapılamadı?
Türkiye’nin Suriyeli mülteciler konusundaki tavrı takdire şayandır. Kolay değil, diken üzerinde bir ülkede yaşıyoruz. Güllük gülistanlık bir durumda değiliz. Sınırlarımız PKK, PYD dolu. Afrin ve İdlip’te birçok sorun var. Doğu Akdeniz’de yaşanan hâdiseler malumunuz. Bütün bunlara rağmen 4 milyon mülteciyi bağrına basan bir ülke burası. Hangi ülke bunu kaldırabilir? Almanya’ya 600 bin Suriyeli geldi diye Macaristan’la savaşacaklardı neredeyse. Türkiye 4 milyon kişiyi aldı, dile kolay. Geçen gün bir toplantıda dedim ki: “Ben 1966 yılında geldiğimde Türkiye çok fakir bir ülkeydi. Para kazanmak için Almanya’ya bildiğin insan ihraç ediyordu. Bugün 4 milyon mülteciyi bağrına basan bir Türkiye var. Ama bu kolay değil. Bakın AB bu konuda birçok söz verdi, yarısını bile tutmadı.
Türkiye’nin bu konuda beceremediği tek şey, bence reklam. Yaptığı onca şeyi gerek kendi kamuoyuna, gerekse dünya kamuoyuna gereği gibi pazarlamayı bir türlü yapamıyor. Bir de Suriyeli mülteciler konusunda şöyle bir yanlış yapıldı. Bu insanlar Esed rejiminde yaşadıkları için medeni haklar meselesinde son derece bilgisiz durumdalar. Mültecilere adaptasyon sürecini olduğu gibi anlatan bir eğitim verilmeliydi. Kamuoyunu doğru bilgilendirme sıkıntısından bahsettim. Türk toplumuna bilgi değil maalesef algı hâkim durumda. Bütün Suriyelilerin devletten para aldığını sanan ciddi bir kesim var. Bu elbette yanlış. Para yardımı alan 1 milyon 600 bin Suriyeli var ve bunlar Türkiye’den değil, Birleşmiş Milletler’den alıyor bu yardımı.
İdlib meselesi nereye varır? Esed rejimi işin peşini bırakacak gibi değil. Çünkü arkasında Rusya var. Rusya ikna edilebilir mi? İkna edilemezse yeni bir mülteci dalgası mı bekleyeceğiz?
İdlip meselesi çok hassas. Esed’in İdlib’i ele geçirecek bir gücü yok. Bu mesele tamamen Rusya’nın inisiyatifinde. Rusya, İdlib’i Türkiye’yi siyasi olarak köşeye sıkıştırmak için kullanıyor. Nitekim Suriye’den füze geldiğinde gidip Esed’le görüşmedik, doğrudan Rusya ile görüştük. Demek ki bu iş böyle. İdlib’de 4 milyon kişi yaşıyor. Türkiye bu konuda taviz veremez. Zaten 4 milyon Suriyeli mülteciyi barındıran Türkiye, bir 4 milyon kişiyi mümkün değil kaldıramaz. Esed’in acziyetini şuradan görün. Geçen bir saldırı yaptı ve tam 1000 adamını yitirdi. Esed bitik durumda. Rusya var orada. Ruslarla daha sıkı bağlar kurmak suretiyle, sanayi ve ekonomik bağları genişletmek suretiyle, gaz güzergahı olduğumuzu masada koz olarak kullanarak İdlib’den vazgeçirebiliriz. Rusya da orada artık duvara çarptı. Bunu görmesi lazım.
Suriye’nin kuzeyi, PYD meselesi ne olur? ABD sürekli oyalama peşinde. Afrin benzeri bir operasyon gündeme gelir mi sizce?
Bir ABD’li siyasiye sorsanız “Türkiye’yi mi tercih edersin, PKK’yı mı?” diye, cevabı “Tabii ki Türkiye” olur. Fakat bugün PKK’yı kullanıyor. Çünkü işine öyle geliyor.
ESED KALDIKÇA KİMSE KEDİSİNİ BİLE YOLLAMAZ
ABD’yi bu konuda İsrail yönlendiriyor gibi, ne dersiniz?
Bakın ben küçüktüm, yıl 1953. Şöyle bir haber duyduk. Dediler ki Irak’tan 150 bin Yahudi Kürt İsrail’e geçti. İsrail o bölgede hep cirit atmıştır. Zaten nerede bir sancılı durum varsa İsrail oradadır, fırsatı kaçırmaz. Nitekim Kürt bölgesinde hep vardı. İsrail çevresinde güçlü bir ülke istemiyor, işin gerçeği bu. İsrail’in hayali, coğrafyamızda parçalanmış ülkeler görmektir.
Son olarak, Suriye’nin ve de bilhassa diasporadaki Suriye’lilerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Çok açık bir şey söyleyeyim. Esed, Baas Partisi ve Esed’in etrafındaki Alevi-Nusayri kesim başta kaldıkça Suriye’ye huzur geri dönmez. Huzur olmayınca insanlar da dönmez. Esed kalırsa, büyük ihtimalle Suriye dörde bölünür. ABD’nin oturduğu Suriye’nin Kuzeyi ayrı bir yer olur. Deniz kıyısındaki Aleviler ile birlikte Humus’dan Lazkiye’ye kadar ikinci bölüm Rusların elinde kalır. Üçüncü bölüm İran’ın elinde tuttuğu iki büyük şehir, Şam ve Halep. Dördüncü bölüm ise Türkiye’nin garantörlüğündeki İdlib, Afrin, Cerablus, El- Bab bölgesi. Fırat’ın doğusunu da bir şekilde buraya eklemek şart. Netice olarak dediğim gibi, Esed kaldıkça kimse kedisini bile yollamaz Suriye’ye.