Teşhircilik yardım çığlığıdır!

Gün geçmiyor ki sosyal medyada birinin rüküş fotoğraflarla sergilediği görgüsüzlük gündeme gelmesin. Anne karnındaki çocukların cinsiyet partilerinden, yeni doğmuş çocukların abartılı törenlerine yer verilmesin. İnsanların yediği içtiği, gezdiği gördüğü yerler bir yana, absürd evlilik tekliflerinden, doğacak çocukların her aşamasını çeşitli partilerle karşılayan bir kitleyle muhatabız. Yani mahrem kalması gereken her şey sosyal medyada teşhir ediliyor. Üstelik gösterişi tasvip etmeyen bir dini yaşamaya çalışan muhafazakâr kesimden de bu tür paylaşımlar gelince, bu işte bir terslik var dedik ve Nefs ve Maneviyat psikolojisi üzerine çalışmaları olan Dr. Mustafa Merter Hocamızın kapısını çaldık. Sanal görgüsüzlüğün bir tür teşhircilik olduğunu söyleyen Merter, bunu kendini yalnız hisseden insanların yardım çığlığı olarak yorumladı. “O aptal telefonlara ne kadar bakıyorsak, o kadar ifsad oluyoruz” diyen Merter, bütün bu bozulmanın muhafazakârlıkla değil, ekran zamanıyla ilgili olduğunu söylüyor. Deccal olarak nitelendirdiği telefonların başımıza açtığı derde dair Kur’an-ı Kerim’den tedavi tavsiyeleri veriyor. Bu mülakatın yediden yetmişe okunmasını arzu ediyoruz. O hâlde buyurun.

Sosyal medyanın da etkisiyle son zamanlarda insanların yediği, içtiği, gezdiği, gördüğü yerleri paylaşması iyice moda oldu. Hatta abartılı gösteriş fotoğraflarıyla görgüsüzlük boyutuna geldi iş. Bunun sebebini nasıl açıklarsınız?
Bunun adı teşhirciliktir. Eskiden bazı bireylerde gözüken bir hastalıklı davranış iken, şimdi genelleşti. İnsanlar hayatlarını, mahremiyetlerini teşhir eder hâle geldiler. Özel hayat paylaşımlarını kendini çok değersiz hisseden, yalnız, endişeli insanların imdat çağrıları olarak yorumlayabiliriz. Gittikçe “merkez” den uzaklaşan ve terbiyecisini duyamayan şahin gibi… Bakın İrlandalı şair W.B. Yeats, bu “merkez” den kopmayı aşağıdaki şiirinde ne de güzel anlatıyor: “Hep daha geniş dairelerle dönerken Şahin, artık terbiyecisini duymaz; Eşya dağılmaya başlar, merkez onları tutamaz.”

İŞKOLİK BABALAR, NARSİST ANNELER

Neden yardım çığlığını en yakınlarına değil de açık hesaplar vasıtasıyla tüm insanlara duyurma yolunu seçiyorlar?
Çünkü yakınlarına ulaşamıyorlar. ‘Annem-babam beni anlamaz’ diyor. Sanki rabıta kesilmiş. İşkolik babalar, narsist annelerle ilişki kuramayan çocuk, imdat çağrısını sanallık üzerinden yapıyor. İnsan davranışları bazen direkt “bana yardım et” şeklinde değil, imdat çağrısı gibidir. Gençlikte son on senede aşağı yukarı 2012’lerden itibaren büyük oranlarda artan davranış bozukluklarıyla karşı karşıyayız. Özellikle 2012 yılından itibaren yaygınlaşan akıllı telefonlar, “terbiyeci” ile ilişkimizi, rabıtamızı kesen en önemli sebep olarak görünüyor. Sanallığın içine gömüldükçe, Rabb’imizden her ân bize gönderilen âyetler (işaret mânâsında, Fussilet 53) ve nûrdan mahrum kalıyoruz, kalbimiz artık çevreyi algılamıyor, gözler görse de görmüyor, kulaklar duymuyor (A’raf 178)… hayatı hiç tatmamış ölüler haline dönüşüyoruz (Nahl 21) ve ısrarla görmezden gelirsek, yalanlarsak, farkına varmadan nefs yapısının karanlıklarına doğru bir iniş başlıyor (A’raf 182)… İşte bu paylaşımlarla ölü gibi hale gelen insanlar sanki yaşadıklarını ispat etmek istiyor. Bütün bu ince psikoloji Kuran-ı Kerîm üzerinden öğrenilir, adı da “Nefs İlmi” dir.

MATRİKS SENDROMU

Bu gidişatı sadece akıllı telefonların yaygınlaşmasına mı bağlıyorsunuz?
Ben bağlamıyorum, bunu bağlayan J. Twenge. “İnternet Nesli” kitabında ciddi istatistikler yayınlıyor ve bu önemli değişikliklere başka hiçbir sebep bulamadığını söylüyor. Bütün istatistikler o tarihten itibaren yukarı doğru kırılma gösteriyor çünkü. Bu gidişatın, yani kaygının, depresyonun, intihar girişimlerinin, uykusuzluğun birçok anti sosyal davranışın o tarihlerdeki artışını akıllı telefonlara bağlıyor. Normalde kısa sürede sosyal gidişatta bu kadar değişiklik görmeyiz. Bu değişiklikler beklenmedik şekilde hızlı cereyan ediyor. Ve bunun da sanal bağımlılıkla ilgisi var. Bunun adı “matriks sendromu”dur. Dolayısıyla bu tarz davranışları ve daha değişik varyasyonlarını bundan sonraki senelerde de görmeye devam edeceğiz.
Ayetlerden kesiliyoruz, işaretleri göremezsek, sıkılmaya başlıyoruz. Şu anda Turgut Reis’teyim, burada dünyanın en muhteşem gün batımı var. Akşam vakti gün batarken insanlar gelip geçiyor, cep telefonlarına bakmaktan gün batımını göremiyorlar. Tefekkür edemezsek, derinlemesine düşünemezsek, ayetlerden koparsak, gömülmeye başlıyoruz. Bu çocuklar işaretler ve nurdan kesiliyorlar.

ESAS DÜŞÜNME YERİMİZ KALBİMİZ

Nasıl oluyor da sanal bir bağımlılık insanları bu hale getirebiliyor? Psikoloji bilimi bunu nasıl açıklıyor?
Bildiğiniz psikoloji bunu açıklamaya yetmiyor. Çünkü bu psikoloji insanın yapısındaki birçok detayı bilmiyor. Yirmi beş senedir “nefs psikolojisi” diye bir psikoloji yaklaşımının çalışması içindeyim. Kuran-ı Kerim üzerinden insanın nefs yapısını anlamaya gayret ediyoruz. Ancak Kuran-ı Kerim üzerinden anlarsak, ayetler üzerinden anlarsak bu gençlerin yaşadığı dramın nereden kaynaklandığını anlayabiliriz.

GENÇLER ZOMBİLER HÂLİNE GELİYOR

Yukarıda sözünü ettiğim ayeti kerimeleri okuyup üzerinde tefekkür edersek, bu çocukların git gide daha karanlık bir âleme, daha endişeli bir âleme, daha nefs yapısının çukurlarına doğru yavaş yavaş gömüldüklerini görebiliriz. Yani yaşayan ölüler, zombiler haline geliyorlar. Bütün bunları anlamaya batı psikolojisi yetmediği için Kuran-ı Kerim üzerinden anlamamız lazım.

Mesela A’râf Suresi 179. Ayet-i Kerime, “Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdırlar. İşte asıl gafiller onlardır” buyuruyor. Esas düşünme yerimizin kalbimiz olduğunu söylüyor. “Hayvandan daha aşağı” diye bir tabir kullanıyor. Biz umumiyetle dışarıdaki bir şey olarak anlıyoruz bunu. Bizim içimizde yok mu veya “hayatı hiç tatmamış ölüler” diyor. Peki, bizim içimizde ölmüş gibi yaşayan, hayatı yaşamayanlar yok mu?

KESTİRME YOLDAN UÇURUMA GİDİYORUZ

Batı psikolojisi yetemediğini bu anlamda kabul ediyor mu?
Psikoloji bizim anlattıklarımızı bilmiyor ki yetip yetemediğini anlasın. Batı psikolojisi daralmış kalmış, kendi diniyle kavgalı olan Avrupa’nın çıkardığı psikoloji, bizim söylediğimiz birçok şeyi bilmiyor. Nefsin yapısını bilmiyor, kalbi bilmiyor. Kalbi anlamadan bunları anlamak mümkün değil. Batı psikolojisi sadece işe yaramadığının farkında artık.

Bu konuda çok mu geç kaldık? Yine de yapılacak bir şeyler yok mudur?
İnsan ümidini kaybedemez, bir çare buluruz. İnsanlık büyük tehlikelerle karşı karşıya geldi, ama bıçak kemiğe dayandığı zaman, dibe vurduğumuz zaman inşallah bazı çareler üretebileceğiz. Evvela teşhisi koymamız lazım. “Böyle bir hastalık var ve bu hastalık çok vahim, kuş gribinden, domuz gribinden daha da vahim” dememiz lazım.

Bu mevzuyu çok ciddiye alıp acilen tedbirler üretmemiz, millî ve uluslararası bir şura organize etmemiz lazım. Tedbirler üretilmezse millî ekonomiye de milyarlarca zarar getirecek. Mesela
 Bu çocuklar gece uyumuyor. Gece uykusunun iki saat azalmasının hangi psikosomatik rahatsızlıklar yaptığını kitaplar anlatıyor.
 Gençler sosyallikten kaçıyor,
 Kendilerine güvenleri yok,
 İntihar artıyor,
 Eşcinsellik yüzde dörtten yüzde sekize çıktı,
 Çok kestirme yoldan bir uçuruma doğru gidiyoruz.

ELİMİZDEKİ EKRANLAR DECCALDİR

İnanç faktörü insanı intihar, eşcinsellik gibi durumlardan uzak tutması gerekirken, muhafazakâr kesimin çocuklarının da benzer sorunlar yaşamasını nasıl açıklıyorsunuz?
Çünkü muhafazakâr kesimin çocuklarının da ekran zamanı diğerleriyle aynı. Zehir de ekrandan aktığına göre, muhafazakâr kesim beş vakit namazını kılıp orucunu tutsa bile, akan zehir onlara da bulaşır. O aptal telefonlara ne kadar bakıyorsak, o kadar ifsad oluyoruz. Hadisi Şerif’te Efendimiz (s.a.v), âdemoğlunun yaratılışından kıyamete kadar deccal kadar büyük bir tehlike gelmediğini buyuruyor. Elimizdeki ekranlar deccaldir. Bunun muhafazakârı veya muhafazakâr olmayanı yok. Hepsi bakıyor buna. Oradan zehir aktığını düşünün, bu zehirlenme herkes için geçerli. Bakanından doktoruna, psikiyatristinden psikoloğuna herkesin bağımlı olduğu bir toplumda kime anlatacağız bunun zararını?

Nasıl yapacağız hocam o zaman? Ümidi keselim mi?
Evvela okuyup araştırmalıyız. Bunun çok büyük bir tehlike olduğunu anlamamız lazım. En önemlisi de devlet büyüklerinin bu durumu anlaması lazım. Mesela benim çocukluğumda herkes fosur fosur her yerde sigara içerdi. Çocuklarının yanında bile içerlerdi. Sigaranın zararları ancak 10 senedir filan kabul edildi. Bu çok güçlü bir bağımlılık. Bu bağımlılıkla mücadelenin bir stratejisi olması lazım. Bunun da devlet ricaliyle beraber programlanması lazım. Karşındaki insanın aynı alkolikler gibi kafası tütsülü.

Ama işin ilginç tarafı onlar da sanal bağımlı. Cumhurbaşkanı konuşma yaparken onlar da telefonlarıyla uğraşıyor. Kimsenin kimseyi dinlediği yok. Sevgililer birbirinin yüzüne bakmıyor, mesaj atıyor. Bu tam mânâsıyla delilik. Bu delilik arttıkça artıyor.

BÜTÜN CEVAPLAR KURAN’DA

Bu alanda bizlere yol gösterecek bir çalışmanız var mı?
Bütün bu söylediklerimizi delillendirmek mecburiyetindeyiz. Bizim delilimiz de Kuranı Kerim. Kuran-ı Kerim’in psikolojik tevili üzerine aşağı yukarı 5 senedir çalışıyorum. Üçte ikisini bitirdim. Psikolojinin artık ‘delilli psikoloji’ olması lazım. “Ben söyledim böyledir” veya “Amerikalı söyledi böyledir” şeklinde değil. Bizim delilimiz Kur’an-ı Azimüşşan’dır, eğer okumasını bilirsek bütün cevaplar oradan gelir.

Eskiden ‘kalbin kararması” tabiri vardı. Şimdi tam mânâsıyla herkesin kalbi mi kararıyor?
Evet, herkesin kalbi kararıyor ve herkes karanlığa daha fazla gömülüyor. İçim kararıyor, içime kasvet basıyor gibi tabirler, kalp geçidinden gelen nurun bize ulaşmamasının neticesi. İşaret mânâsında ayetlerden mahrum kalmak insanları karanlığa düşürüyor, kasvet getiriyor, ardından da endişe ve korku artıyor. Kuran-ı Kerim’de zikredilen gibi kendi nefsimiz, kalbimiz üzerinden hem işaretler hem de nur geliyor. İşte insanlar bu nurdan mahrum kalıyor. Ama bunu anlamanız için kalbin açık olması lazım. Kalbinizi tıkamayın, kalbinizi paslatmayın, kalbinizi öldürmeyin. Kalp dediğin zaman psikiyatristler iki yüz gramlık et parçası anlıyor. Bundan dolayı artık bu psikiyatri bitti. Kalbi bilmeyen bir psikoloji, psikoloji değildir.

İNSAN RUHU BİLGİSAYARIN İÇİNE HAPSOLDU

Batının yeni felsefesi, içindeki karanlığı keşfetmek. Dizilerinde, şarkılarında bunun üzerinde duruyorlar. Doğu ise içindeki nuru keşfetmeye yöneltir insanları. Bu karanlığı keşfetme yönelimi neye hizmet ediyor?
İşin başka bir boyutu bu, içindeki karanlığı keşfet demek, içindeki karanlıkla yakınlık kur demektir. Bir de bunun küresel politika boyutu var. Cep telefonları üzerinden farkına varmadan bizi tanıyıp analiz ediyorlar. Tüketim alışkanlıklarımızı, psikolojik zaaflarımızı her şeyi okuyorlar. Biz farkına varmadan Matriks filminde olduğu gibi “matriks”in içine giriyoruz tıpış tıpış. İnsan ruhu bilgisayarın içine hapsediliyor. Böyle bir şey olmaz, çünkü ruh, Rabbimin emrindedir. Hiç kimse bizim ruhumuzu, bizim irademize karşı kontrol edemez. Bu çocuklar farkına varmadan zombi haline dönüşüyor ve bu da patalojiye yansıyor. Batı dünyası özellikle son 200 senedir büyük bir kriz yaşıyor. Hristiyanlık çökünce, önce akıllarına sığındılar. Vahye ihtiyaçları olmadan akılla her şeyi çözeriz zannettiler. Teknoloji çok çabuk ilerledi fakat artçıları gecikmedi; çevre ve insanın ifsadı… Bugünkü hazin tablo… Norman O. Brown’un “Ölüme Karşı Hayat” kitabında çok güzel açıkladığı gibi, Tanrıdan ümitlerini kesince, bu dünyanın sahibi şeytandır diye, şeytana tapmaya başladılar. Sadece satanistleri kast etmiyorum, bilseler de bilmeseler de şeytanın bütün dediklerini yapıyor ve battıkça batıyorlar. Bazı medya kuruluşları bunların kontrolu altında ve küresel çapta bir ifsad politikası izleniyor. Ve biz Müslümanlar hala derin bir uykudayız…

Benzer konular