ABD, bir yandan menfaatleri doğrultusunda İslam dünyasıyla dostça yahut düşmanca ilişkiler geliştirirken, diğer yandan kendi içinde büyük ve etkili Müslüman topluluklar barındırıyor. Bugünlerde başkan adayı Donald Trump’ın agresif söylemleriyle yeniden hortlayan İslamofobi tehlikesinin ABD içinde nasıl bir karşılığı olduğu pek bilinmiyor. Biz de hem bunu, hem de ABD’nin İslam’la tanışma hikâyesini dinlemek için, uzun yıllar boyunca akademisyen olarak orada yaşamış Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı’nın kapısını çaldık.
Amerikan halkları İslam’la ciddi anlamda ilk ne zaman ilişki kurdu?
Kristof Kolomb, 1492’de Hindistan’a gitmek amacıyla çıktığı yolculukta Amerika’ya varmış. Fakat başlarda gittiği yeri Hindistan zannediyor. Onun için orada gördüğü insanlara “indian” (Hintli) diyor. Bugün hâlâ onların isimleri “indian”dır. Hâlbuki oranın yerlileridir. Bugün herkes Amerika’yı keşfedenin Kolomb olduğunu zannediyor. Hakikatte Endülüs’teki Müslümanlar oraya çoktan varmışlardı. Hatta Amerika’nın doğusunda adalar var, tıpkı Türk adaları gibi kaleleri var. O kalelerin üzerinde İslam medeniyetinin izleri var, Kuran ayetlerine benzeyen motifler var. Yani İslamiyet önceden oraya gitmiş diye biliyoruz. Orada çöller de var. Çölde askeri mühimmatı taşımak için develer getirtmişler. Develerle birlikte Müslümanlar da gelmiş deveye bakacaklar, sürecekler diye. O Müslümanlar ölünce de kabristanlar yapılmış kendilerine. Mesela bugün Teksas eyaletinde “Mahomed” (Muhammed) kabristanları/köyleri var. Yine evvelce Afrikalı siyahları gemilere doldurup köle olarak getirmişler, onların içinde önemli oranda Müslüman var; prens var, veliaht var aralarında.
Amerika’nın kuruluşuna kadar uzanan bir geçmişi var yani hikâyenin?
Evet ama Müslümanların orayla ilgisi bir süre sonra kopmuş. İlk gidenlerin çocukları kim bilinmiyor. Nesepleri kesilmiş, kabirleri bilinmiyor, kaybolup gitmişler. Bir yerin camisi, imamı olmazsa, okulu kabristanı olmazsa İslam orada unutulur gider. O dönemin tarihi hakkında yeniden oradan buradan toplanan belgelerle bilgi edinilmeye çalışılıyor. Bugünkü kalıcı Müslümanların gelişi 2. Dünya Savaşı sonrasına denk geliyor. ABD, 2. dünya savaşında tüm gücüyle ortaya çıkınca ve ulaşım da kolaylaşınca (yani transatlantik gemiler vs. olunca) yavaş yavaş Amerika’ya göç etmeye başlamışlar. Lübnan’dan, Suriye’den, Pakistan’dan gelenlerle Amerikan üniversitelerinde okuyan Müslümanlar orada cami, imam, mescid vs. olmadığı için sıkıntı yaşamışlar. Hâl böyle olunca başlamışlar odalarında namaz kılmaya. Oradakiler de İslam’dan bihaber tabii, niye eğiliyor niye kalkıyor bu diye şaşkınlıkla bakıyor. Öyle ya, ibadet dediğin pazar günü olur! Yere seccade diye bir şey seriyorlar filan… ABD’liler bu sayede Müslümanları tanımaya başlıyor.
Peki o Müslümanlar birbirleriyle nasıl iletişime geçiyor?
Tevafuk eseri telefon rehberlerinden “Mahomed” ismini görüyorlar mesela. Sen Müslümansan tanışalım, rehberde adını gördüm sen de yakın bir yerdeymişsin buluşalım diyorlar. Böyle böyle yetişiyorlar birbirlerine. Ben o günleri gördüm 60’lı yıllarda, Dallas’taki Teksas’taki Müslümanları biliyorum. O zamanlar bir araya geliyorlar. Sonra Amerikan Hristiyanlığını öğreniyorlar. Üniteryen kilisesi var mesela Dallas’ta. Üniteryen, tek tanrıya inanan demek. Ben de ilk defa orada öğrendim. Tek tanrıya inanan, Hz. İsa’yı tanrının oğlu kabul etmeyen, bizim inanışımıza yakın bir mezhep. Oraya talebelerimi gönderdim, kilisede konferans verdiler. Onlar da şaşırdılar.
Üniteryenlik yaygın bir inanç mı ABD’de?
Pek yaygın değil ama ülkenin tamamına yakını Hristiyan’dır. Bugünkü Amerika, Avrupa’da Katoliklerin “siz gâvur oldunuz” baskısı yüzünden kovulan Avrupalılardan oluşur. ABD’de tüm başkanlar Protestan’dır. Sadece biri Katolik’ti, o da Kennedy. Katoliklere yer yok şimdi ABD’de. Mezhep çok tabii. Ama hepsi din hürriyetinin eseri. Sen benim dinime dokunma, ben de senin dinine dokunmayayım tavrı hâkim. ABD’de kilise kurmak için kimseden izin almak zorunda değilsiniz. Okul kurmak için kimseden izin almak zorunda değilsiniz. Suç işlemedikten ve vergini verdikten sonra istediğini yapabilirsin. Çünkü hürriyet için kurulmuş bir ülkeden bahsediyoruz. Onlar için din hürriyeti çok önemli. Şimdi orada Müslümanlar yan yana geliyor. Cami yok, cemaat yok, İslamiyet namına hiçbir şey yok. Yan yana gelerek bir arazi satın alıyorlar, mescit inşa ediyorlar. Bayramlarda filan toplanıyorlar derken yavaş yavaş teşkilatlanıyorlar.
İlk teşkilatlar ne zaman kuruluyor?
1963’te Michigan’da Muslim Students’ Association’ı (MSA) kuruyorlar. Üniversitede talebe merkezi var; orada atıyorlar temeli. 14-15 kişi orada Cuma namazı kılmaya başlıyorlar. Yavaş yavaş, 20-30 kişi derken giderek büyüyorlar. Bazılarının arabası yok, bisikletle MSA toplantılarına gidiyorlar. Ondan sonra Müslüman talebe teşkilatı büyüyor, mezun olanlar destek vermeye başlıyor. Kalabalıklaşınca yetmiyor ve başka bir teşkilat daha, The Islamic Society of North America’yı (Kuzey Amerika İslam Derneği – ISNA) kuruyorlar. Ben de 12 sene şûra azalığını yaptım. Biz talep etmedik ama kendimizi burada bulduk. Daha sonra Müslümanların fıkıh problemleri oluyor; namaz öyle mi kılınır böyle mi, kıbleyi hangi istikamet üzerinden tayin edeceğiz, hangi kitapları esas alacağız, küfür memleketinde yaşamak caiz mi değil mi, ABD vatandaşlığına geçmek caiz mi değil mi filan… Bunlara çözüm bulmak amacıyla da bir fıkıh konsülü kuruluyor.
Tüm bu hareketliliğin içinde lider kimliği olan isimler de var tabii…
Elbette. 1930’larda bir siyah adam dedelerinden duyduklarıyla İslam’ın varlığını öğreniyor. Çok uzun zaman önce Hristiyan olmuşlar ama o Hristiyanlığı reddedip Müslüman oluyor. Eşinin adı Clara, kendisinin adı Elijah Muhammed. Müslüman olmuşlar ama İslam’dan bihaberler; dini bildikleri kadar yaşamaya çalışıyorlar ama ibadet ederken sandalyede oturuyorlar mesela, mescitleri kiliseye benziyor. Cuma namazı kılmıyorlar, pazar günü toplanıyorlar. Kendi felsefeleriyle İslamiyet’i yaşamaya çalışıyorlar. Sonra çoğalıyor siyahlar. Bir zaman sonra biz de MSA olarak onların mescitlerine gittik. Evvela Besmele nasıl çıkartılır onu sorduk, Besmele’nin r’sini çıkaramıyorlar. Biz Karadenizli hocanın talebesiyiz tabi, yavaş yavaş öğretmeye başladık. Oradaki siyahların beyazlara çok büyük kızgınlığı var çünkü dedelerinin dinini değiştirmişler, hür insanları satmışlar, annelerini başkalarına vermişler.
Bu kızgınlıktan ötürü siyasi kimliği daha çok öne çıkan isimler de beliriyor…
Evet, Elijah Muhammed’i bir şeyh/veli kabul eden Louis Farrakhan ve Nation of Islam (İslam Toplumu) var. Farrakhan çok büyük bir lider ama Sünni değil. Dört saat hiç durmadan konuşuyor ve 40 bin kişilik spor salonlarını dolduran insanları kendinden geçiriyor. Ben ömrümde öyle bir hatip görmedim. Necip Fazıl Kısakürek güzel konuşur derler mesela, bunun yarısı kadar bile değildir. Öylesine etkili ve ikna edici bir konuşması var. Türkiye’ye de gelmiş Erbakan zamanında, Sultanahmet Camii’ne götürmüşler. Oradakiler işte Amerika’daki Müslümanların lideri filan diye ilgi göstermişler, gelip sarılmışlar. ABD’de kimse kimseye sarılmaz pek. Bu ilgi çok dikkatini çekmiş, döndüğünde cemaatine anlatmış. “Benim müslüman olduğumu bilen duyan sıraya girdi, iki saat şöyle sarıldılar böyle öptüler; ben hiç böyle bir ilgi görmedim, ve onların tamamı beyazdı” demiş. ABD’de bugün de dikkate değer, önemli teşkilat liderleri var ama hiçbiri ülkeyi sarsacak kadar etkili değiller.
ABD’de din hürriyetine ne kadar hassasiyet gösterildiğini anlattınız ama diğer yandan İslam ülkelerine dönük aşırı saldırgan bir politika var, İslamofobik söylemleri ülke geneline taşıyan Trump gibi isimler var. Başlarda pek ciddiye alınmıyordu ama bugün Trump’ın yeni ABD Başkanı
olması gibi bir ihtimal dahi belirdi. Bunlar ülkedeki Müslümanları nasıl etkiler?
Evvela şunu söyleyeyim, ABD’nin iki siyaseti var: Dış siyaset ve iç siyaset. Türkiye’de anlaşılmıyor bu. ABD’nin dış siyaseti Yahudi lobisi tesiriyle İsrail’in menfaatinedir. Dev şirketler; silah, petrol, finans ve ilaç şirketleriyle, kısacası kapitalizm eliyle şekillenen bir siyaset bu. Para konuşuyor. Başkanlığa evliya da getirsen imam da getirsen değişmeyecek bir sistem bu. ABD’nin ekonomisi, teşkilatı, ordusu, endüstrisi o kadar büyük ki dış siyaset öyle senin keyfinle iki günde değişmez. İç siyasetse tamamen farklıdır. Daha önce de ifade ettiğim gibi, okul açmak için kimseden izin almak yok. Din hususunda, eğitim hususunda sana kimse karışmaz. Ki laiklik aslında budur. Amerikan anayasasında laiklik diye bir tanım yoktur üstelik; Almanya’da, İtalya’da da yok. Zaten bu kavramın yalnızca Fransa’ya özgü bir tanımı var.
ABD’de iç siyaset tamamen din hürriyeti eksenlidir. Herkes hürmet eder, hayret edersin. Ben mesela yüzlerce papazın bulunduğu toplantılara defalarca tek başıma Müslüman olarak katıldım. Bir defa bile hakaret görmedim; hiç pişman olmadım. Ama Türkiye’de Müslümanların bulunduğu toplantılarına katıldığımda pişmanlık yaşadığım, neden buraya geldim dediğim oldu. Bir anda hakaretler, kavgalar çıktığı oldu. Eskiden selam verirdik şimdi doğru düzgün selam bile veremez haldeyiz. Onların toplantılarında öyle bir şey görmedim. Kimse sana neye inanıyorsun diye sormaz, soramaz…
Konusu açılmışken güncel bir soru sorayım: Donald Trump’ın başkan olma ihtimali var mı sizce?
Trump’ı çok eskiden tanırım. Milyarder, para onda… Daha evvel de aday olmuştu ama sonra çekildi. Agresif bir kampanya yürütüyor. Ben kazanabileceğini tahmin etmiyorum, sanmıyorum. Çünkü onun tüm söylemleri ABD’nin genel yapısına aykırı. Öyle sanıyorum ki onu dinleyenlerin en az yarısı tasvip etmiyor bu davranışlarını. Benim tanıdığım Amerika bu. Karşısında da Hillary Clinton var, muhtemelen seçimi o kazanacak. Clinton’ın sekreteri Müslümandır, kızı da üniversitede İslam dersi aldı. İslam dünyasının oturup bu isimlerden, Obama’dan, Clinton’dan nasıl istifade edebiliriz diye düşünmesi lazım. 40-50 sene sonrasını hesap etmek lazım ama İslam dünyasında stratejik düşünce diye bir şey yok ne yazık ki. O yüzden tüm önemli gelişmeler kuru gürültüye gidiyor. Teşhis için iyice bilmek, tanımak lazım. ABD’nin politikalarının mantığını kavramak için içine girmek lazım.