Türkiye’de aileler çocuklarını çoğu kez iş güvencesi ya da toplumdaki statüsü nedeniyle tıp, hukuk ve mühendislik bölümlerine yönlendirirdi. Bu durumun halen geçerli olup olmadığını İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümü başkanı Prof. Dr. İsmail Coşkun’a sorduk. Prof. Coşkun, günümüzde toplumsal olanın daha önem kazandığını ve sosyal bölümlerin önünün açıldığını söylüyor. İsmail Coşkun, Türk sosyal bilimlerinin batıdan farklı olan deneyim ve kültürünün bir fark oluşturduğunu da vurguluyor. Türkiye’nin yabancıların ilgisini çekerek göç alması, sosyal bilimler alanının genişlemesine olanak sağlarken bu alana olan ilgiyi de artırıyor.
Türkiye’de gençlerin sosyal bilimlere ilgisi ne düzeyde?
Dün de bugün de baktığımızda en temel şey ekonomik faaliyet. İnsanın kendini üretmesi, maddi temelini kurması son derece önemli. Aileler ve genç kuşak, alınan eğitimin karşılığında nasıl bir kariyerin kendisini beklediğini görmek istiyor. Bu son derece tabii. Türkiye’de uygulamalı bilimler alanı olarak mühendislik, sağlık bilimleri gibi alanların merkezde olması, bireyin eğitimini tamamladığında meslekî ve iktisadî karşılığının müşahhas olarak bulabileceği inancı ya da kabulüyle ilgili.
Türkiye 1980’lerde başlayıp 2000’lerde zirve yapan bir değişim süreci yaşıyor. Hem uluslararası ekonominin çok temel bir parçası, hem de bölgesel sistemlerin merkezinde. Ayrıca küreselleşme süreçlerinin parçası olmaktan gelen bir hareketliliği de yaşıyor. Bu beraberinde hizmet sektörünün gelişimini ve uygulamalı bilimlerin dışında, sosyoloji, antropoloji, tarih, coğrafya, beşerî coğrafya gibi alanlara ilgiyi getirdi. Dün sadece tek bir istihdam kapısı olarak öğretmenlik varken bugün ise coğrafya bilgi sistemlerini bilen bir coğrafyacı, artık kentsel dönüşümden mahalli idarelere, merkez bürokrasiden çevre şehircilik bakanlığına kadar bir karşılık bulabiliyor.
Bürokraside görev alanların, temel bilimler alanından kişiler olması sosyal bilimlerin tercih edilmesini etkiliyor mu?
Hayır etkilemiyor. Bu tercih etmeme durumu bürokrasinin insan kaynakları ve onların formasyonundan, bürokrasinin ağırlığından kaynaklanmıyor. Temel bilimler yani uygulamalı bilimlerin mesleki ya da maddi karşılığı okulu bitirmeyi müteakip daha çabuk vereceği inancı yaygın. Bu algı son 5-6 yıldır değişmeye başladı. Genç kuşak, sosyal bilimlerle daha somut ilişki kurup, daha fazla sosyal bilim okuyor. Temel bilimlerde ciddi bir düşüş var. Bu düşüş bana göre doğru değil. Kamunun bunu yönetmesi gerekiyor. Çünkü biz teknolojik gelişmeleri temel bilimler aracılığıyla yöneteceğiz. Yükseköğretim Kurumu Başkanlığı’nın, TÜBİTAK’ın bu konuda yaptığı çalışmalar var.
Sosyal bilimlerde ise bu işaret ettiğim modernleşme dinamiklerine bağlı olarak açılan bir alan var. Türkiye gelişiyor, değişiyor, büyüyor. Sağlık sektörü kocaman bir alan ve kıyamet gibi sorun var. Kamu, sosyal bilimlere başvurmadan sorunların bilgisini edinemez. Toplanan resmi verilerle sağlıktaki gelişme ve ihtiyaçların yöneltilmesi yeterli olmaz. Sorunları ancak alttaki sosyalliği kavrayarak çözebilir. Bu da sosyolojik araştırma demek.
DEĞİŞEN TOPLUMU ANLAMAK SOSYOLOJİYLE MÜMKÜN
Aileler sosyal bilimlere ön yargılı mı?
Kamuoyundaki tartışmalardan dolayı sosyoloji ailelerin de gündemine giriyor. Tanıtma toplantılarımıza, tercih günlerimize gençlerin yanı sıra anne-babalar da geliyor. Onlar da merak ediyor, soru soruyor. Sosyoloji, sosyal antropoloji, klasik filoloji ya da dil bilimle ilişki kurduğunda karşılığında ne elde edeceğini merak ediyor. Filolojiyi sadece İngiliz dili, Amerikan dili olarak düşünmeyin. Mesela Türk dili ve edebiyatı. Bugün Türkiye tüm dünyada ilgi konusu. Türk kültürü, coğrafyası, devleti, siyaseti ya da toplumsal hareketliliği merak ediliyor. Bunun getirdiği ilgiyle Türkçe öğreniliyor. Kültürel çalışmalar da sosyolojiyle birleşti ve Türkoloji sahası çok güçlü bir alana sahip oldu. Dün bu alandan mezun olanlar sadece öğretmen oluyordu. Bugün TİKA, Yurtdışı Türkler ve Yunus Emre Enstitüsüyle kamunun yaptığı açılımlar Türk dili eğitimi alanlara başka bir alan açtı.
kılıyor. Dün için bir karşılığı yokken bugün çok ciddi bir sosyolog ihtiyacı var. Bu toplumsalın ve Türkiye’nin değişen dinamiğiyle ilgili.
BATI SOSYOLOJİSİNİN İYİ ÖĞRENCİSİ OLMAKTAN ÇIKTIK
Türkiye’de sosyal bilimler nasıl gelişti, şu an ne durumda?
Uluslararası anlamda sosyolojinin bağımsız bir kürsü haline gelmesi 1913’te Durkheim’la başlıyor. Türkiye’de sosyoloji bölümünün kurulması ise 1914. Batı deneyimi biraz kendine özgüdür. Türkiye batıdaki gelişmeleri çok yakından takip etti fakat bizim tarihî gelişimimiz, kültürelliğimiz, toplumsallığımız, coğrafyayla ilişkimiz farklı. Toplum-devlet ilişkilerimiz farklı. Sosyolojinin geliştiği dönemde endüstri devrimi ya da sınıf olgusu gibi sorunlar yok.
Bizim ürettiğimiz sosyoloji ve sosyal bilimler batı deneyiminden biraz farklı. Çünkü sorunlarımız farklı. O sorunla ilişki kurma biçimimiz de farklı. Türkiye’de sosyoloji bugün kentleşmeyle, toplumun hareketlilikleriyle, demografik değişim dönüşümle, modernleşmenin yarattığı sorunlarla, göç ya da suç olgusuyla daha bütüncül, yani teorik yönü güçlü ilişkiler kuruyor. Amerika ikliminde sosyoloji daha dar bir alana sahip. Oradaki dar alanla kültürel antropolojinin alanını birleştireceksiniz, bizdeki sosyolojinin alan genişlemesini ancak yakalarsınız. Hatta tarih alanındaki çalışmaları da ekleyerek bizdeki kapsamı ancak yakalarsınız.
Neler yapıyoruz?
Uluslararası sosyoloji kamusuna konuşan sosyologlarımız, bilim insanlarımız var. Ulusal ve uluslararası ölçekte, araştırma ve bilgi üreterek ölçme-değerlendirme araçlarını geliştirmiş durumda. Burası çok dinamik, gelecek buradan şekillenecek. Batıda her şey azla kurumlaşmış. Fazla belirli. Yani araştırmacıyı heyecanlandıracak yeni sorunlar yok. Türkiye öyle değil. Her tarafımız sorun kaynıyor. Geçmişten gelen bir tecrübe var. Bu dinamizm ve sosyolojiyle kurduğumuz ilişkinin artık yüksek bir düzeye ulaşması, beraberinde daha güçlü sosyolojik araştırmaları ve güçlü sosyologların çıkışını getirecek. Gelecekte güçlü sosyologlar bu coğrafyalardan çıkacak. New York’tan ya da Londra’dan çıkmayacak. Türkiye’nin dinamizmi bunu oluşturacak.
Farklı alanlarda da sosyoloji kültürü oluştu mu? Çok konuşulan tribün kültürü gibi mesela.
Dün için bunlar yoktu. Bugün taraftarlık kocaman bir alan. Bir Beşiktaş taraftarı olmak başka bir şey, Fenerbahçe taraftarı olmak başka bir şey, Trabzonsporlu olmak çok daha başka bir şey. Sosyoloji aracılığıyla bu yönde çalışmalar da yapılmaya başlandı. Ve spor sosyolojisi Türkiye’de gelişmekte olan alanlardan bir tanesi. Sağlık sosyolojisi gibi, turizm sosyolojisi gibi bâkir ve gelişmeye açık bir alan.