Şair, edebiyatçı ve siyasetçi kimliğiyle bir neslin ağabeyliğini yapan Erdem Bayazıt, geride bıraktığı eserlerle de gelecek nesillere üstadlık yapmaya devam ediyor. Lise yıllarında Erdem Bayazıt’ın öğrencisi olan Hüseyin Yorulmaz, Erdem Bayazıt’la ilgili birçok yazıya ve kitaba imza attı. Son olarak içerisinde Erdem Bayazıt ile yapılmış röportajlar bulunan “Sana Bana Vatanıma Dair Konuşmalar” kitabını Ketebe Yayınları için hazırladı. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümü “Şiir, Kültür ve Edebiyat Üzerine…” Bu bölüm, ikinci bölüme kıyasla siyasetten uzak. Genelde edebiyat, şiir ve dergiler üzerine yapılmış konuşmalardan oluşuyor. Kitabın ikinci bölümü olan “İslâm Dünyası ve Siyaset Üzerine…”de ise Erdem Bayazıt’ın politikacı kimliğine ve siyasi tecrübelerine odaklanıyoruz. Nitelikli bir emeğin mahsulü olan bu kitap dolayısıyla Hüseyin Yorulmaz’la konuştuk.
Erdem Bayazıt ile nasıl tanıştınız ve bu tanışıklık nasıl ilerledi?
Erdem Bayazıt benim ortaokuldan hocam. 1974 yılında Maraş’ta Cumhuriyet Ortaokulu’nda Türkçe dersimize geldi. Kendisi aynı zamanda İl Halk Kütüphanesi’nde müdür olduğu için dışarıdan derslere giriyordu. Daha önceden Burdur’da askerlik yaparken ilkokulda da öğretmenlik yapmıştır. Öğrenci-öğretmen ilişkisi nasılsa bizim Erdem Bayazıt’la olan ilişkimiz de o dönemde öyle idi. Daha sonraki yıllarda İstanbul’da ve Ankara’da görüşmelerimiz oldu. Mavera’yı çıkarırken, Yeni Devir gazetesinde köşe yazarken görüşmelerimiz oldu. Hatta Maraş’ta çıkardığımız 12 Şubat Dergisi’nde kendisiyle şehrin kurtuluşu üzerine bir röportajımız da oldu.
Kitapta Erdem Bayazıt için “bir neslin ağabeyi” diyorsunuz, bu ağabeylikten kısaca bahsedebilir misiniz?
“Bir neslin ağabeyi” ifadesi –kulakları çınlasın- Osman Nalbant’a ait. Gerçekten de bir eğitimci, yayıncı, dergi yönetmeni ve editör, siyasetçi gibi sıfatlarının yanında ölümünden sonra üzerinde en çok durulan tarafı şairliği ve ağabeyliği olmuştur. Lise yıllarından başlayarak bu çabalarını sürdürmüştür. Büyük Doğu’dan Diriliş’e, Edebiyat’tan Mavera’ya kadar son 60-70 yıllık İslami edebiyat ortamında yer almış, bu dergilerde yazıp çizmiş, edebiyata meraklı gençlere yol göstermiş, onlara okuma aşısı yapmış bir insandan bahsediyoruz.
Şair ve dava adamıydı
Kitabın ortaya çıkış hikâyesinden biraz bahseder misiniz?
Kitapların diyelim istersen. “Erdem Bayazıt’la Sana Bana Vatanıma Dair Konuşmalar” külliyatın içinde bir kitap. Onunla ömrünün son 25 yılında şiir, kültür ve edebiyat üzerine, İslam dünyasının sorunları ve politika konusunda yapılmış konuşmalardan oluşmakta. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil gibi üstadların yanında yetişen Erdem Bayazıt, Müslümanların sanat ve edebiyata bakışını anlatır. Genelde Türk şiiri hakkında, özelde kendi şiiri üzerine değerlendirmelerde bulunur. Erdem Bayazıt kuşkusuz usta bir şair ve sanatçıdır. Bugüne kadar bu yönüyle yaşamış, bundan sonra da şairliği ve dava adamı yönüyle anılacaktır. Erdem Bayazıt’ın külliyatından bahsetmiştik. Bilindiği gibi hayattayken bir şiir kitabı ve Afganistan hatıraları basıldı. Onun yazıları daha çok gazete ve dergi köşelerinde kalmıştı. Merhum Cemil Çiftçi bunun büyük bir kısmını toplamıştı. Geride kalanların da derlenip toplanmasıyla yazılarından 7-8 kitap çıkacak. Sanat-edebiyat yazıları, kültür üzerine görüşleri, İslam dünyasının sorunları hakkındaki değerlendirmeleri, siyasetçi olması hasebiyle politika ve siyaset gözlemleri, gündelik hayat vs. üzerine görüşleri vardır. Bunları kendi içerisinde tasnif ederek hazırlıyoruz. Mesela üçüncü kitap “Vahyin Diriltici Soluğu” ismi ile yayınlanacak.
Bayazıt’ın güven veren bir insan olduğu röportajlarından anlaşıldığı üzere çok kişinin malumudur. Bunun altında yatan sebepleri nasıl yorumlarsınız?
Erdem Bayazıt’ı anlatan en önemli kavramlardan biri de “hasbî”liğidir. Gündelik hayatımızda çoktan beri görülmeyen bu kavram sadece ismiyle değil anlamıyla beraber unutulmuştur. Almadan vermek, her işi Allah’ın rızasını gözeterek yapmak diyebiliriz buna. Bayazıt, varlık içinde yokluk yaşamış bir kişi. Babasının Maraş’ta çiftlikleri, malı mülkü olmasına rağmen İstanbul’da okuyabilmek için bir iş yerinde çalışmak zorunda kalmış. Yedi Güzel adam dediğimiz insanların yaşayışı aslında birbirine güven esasına dayanmaktadır. Aralarında hesabîlik yoktur, hasbîlik vardır. Bunu bir ömür boyu sürdürmüşler. Mavera dergisini maaşlarıyla ve eşlerinin takılarını satarak çıkardıklarını göz önünde bulundurursak, aralarındaki birlikteliğin nasıl bir şey olduğunu görürüz. Bundan dolayı yaptıkları işlerle yakın dönem edebiyat tarihine bir ekol olarak geçmişlerdir.
Varlık içinde yokluk çekti
Sezai Karakoç ve Zarifoğlu’na ayrı bir ilgisi olduğu görülüyor, bu ilgiye sebep olan hususlar nelerdir?
Sezai Karakoç’un, sadece Erdem Bayazıt üzerinde değil bütün bir arkadaş grubu üzerinde hakkı vardır. Maraş’tan İstanbul’a yüksek tahsil için geldiklerinde Erdem Bayazıt ve arkadaşlarını adeta hamur gibi yoğuran, onlara İslami kimlik ve bilinci kazandıran Sezai Karakoç’tur. Bunu her birinin geride kalmış yazılarından da çıkarmamız mümkün. Ketebe’den çıkacak kitaplardan birinin adı “Kelimenin Dirilişi”dir. Bu isimle 1969 yılında Edebiyat dergisinde yazdığı bir yazısı var Erdem Bayazıt’ın. “Tarihin yükü kelimenin sırtındadır” cümlesi ile başlayan bu yazıda, Sezai Karakoç’un düşünce alanındaki eyleminden bahseder. Onun Türk düşünce hayatına getirdiği canlılığa değinir. Diriliş’in çağrıştırdığı anlam haritası, Erdem Bayazıt ve arkadaşlarını daha lise öğrencisi iken kendine bağlamış, bir ömür boyu onları etki alanında bırakmıştır.
Cahit Zarifoğlu’na gelince… Bayazıt bir konuşmasında onu anlatırken “sessiz, derin ve mütevazı” olarak tanımlar. Karakterinin en belirgin yönünün “özgürlük ve bağımsızlık” olduğunu açıklar. “Hayatı idrak yönünde müthiş bir tecessüsü vardı. Hayatı dolu dolu yaşadı” der. İmkânsızlıkların hayatı yaşamasına engel olmadığını, her şart altında imkânlar ürettiğini anlatır. Sonunda hayatını Allah ve Resulüne kâmil bir bağlılıkla tamamladığını söyler. Bilindiği gibi Cahit Zarifoğlu’nun anlaşılmadığı üzerinde durulur. Bayazıt’a göre onun anlaşılmak gibi bir kaygusu yoktur. O, özgün şiir diliyle kendi şiirini inşa eder. Onun nevi şahsına münhasır, kendiliğinden fışkıran bir şiir dilinin olduğunu anlatır. Mazlumun yanında yer aldığını söyler. Arkadaşları arasında Afganistan Müslümanlarının sorunları ile en çok onun ilgilendiğini, Afganlıların mücadelesini Türkiye’ye onun tanıttığını ifade eder.
Maddi olarak sıkıntılar çektiğini, bunun yanında Maraş’ta köklü bir aileye mensup olduğunu ve bir konakta büyüdüğünü biliyoruz. Bütün bunların Erdem Beyazıt’ın şiirine etkisi olmuş mudur, olduysa nasıl olmuştur?
Evet, biraz önce de belirttik: Erdem Bayazıt varlık içinde yokluk çekmiş bir insandır. Hazırladığımız “Sana Bana Vatanıma Dair Konuşmalar” şiirinin her bir beyti buna örnektir aslında. Kendini yün örerken ve pencere önlerinde çamaşır sererken oğullarının okul dönüşü ölüm haberlerini alan annelerin yerine koyar. Ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarını ellerinde bayat ekmekleri kemirirken tasvir eder. Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için titreyen kenar mahalle çocuklarını anlatır. Kızdı mı cehennem sevdi mi cennet kesilen Müslüman yürekleri işler. Erdem Bayazıt varlık içinde yokluk çekmemiş olsaydı, bir eli yağda bir eli balda yaşasaydı bu şiirleri yazamazdı.
Halkla ilgisi siyasette de devam etti
Kitapta Ahmet Ersöz çok mühim bir soru soruyor: “Basının irtica yaygaralarını milli ruha dönüşün hazımsızlığının yaygarası olarak tanımlayabilir miyiz? Erdem Beyazıt da bu soruya “halka karşı “İslam” diyemedikleri için “irtica” diyorlar” cevabını veriyor. Bu söylediğinin günümüzde de tezahürleri var mı?
Erdem Bayazıt’ın gençliği, iktidar olup muktedir olamayan sağ iktidarların başta bulunduğu 1950’li, 60’lı yıllarda geçmiştir. 70’li ve 80’li yıllarda yazarak düşüncelerini ifade etmiştir. Basının ve egemen güçlerin İslam düşmanlığına bizzat şahit olarak ve yaşayarak görmüştür. Bir yazar olarak bunu yazdığı ve çıkardığı dergilerde gazetelerde açıkça ifade ettiğini görüyoruz. “Halka karşı İslam diyemedikleri için irtica diyorlar” sözünü, İslam düşmanlığının her boyutta sürdürüldüğünü görürken söylemiştir. Ölümünden sonra bu düşmanlığın din kisvesi altında sürdürüldüğünü görseydi kim bilir ne söylerdi?
‘’Benim asıl sıkıntım şair kimliğimin hala ön planda olması, hâlbuki milletvekili olduğumdan beri tek bir mısra yazmadım. Bana şair kimliğimden dolayı politik sorular sorulmuyor. Ben bunu bekliyorum politik meseleleri konuşmak istiyorum.’’ Erdem Beyazıt’ın bu söylediklerinden yola çıkarak politikacı kimliğini şair kimliğine öncelediğini söyleyebilir miyiz?
Şöyle: “Ben politikacıyım, bana politika ile ilgili soru sorsunlar, ben de ona göre cevap vereyim” diyor. Hâlbuki tevarüs eden şairliği ve edebiyatçılığı peşini bırakmıyor. Kendisinin de ifade ettiği gibi o yıllarda şiir yazmamış, kendisini siyasete vermiştir. Şiir yazdığı yıllardaki halkla ilgisi, siyaset yaptığı yıllarda da devam eder. Onların sorunlarıyla ilgilenir, çözüm yolları arar. MADO gibi markaların dünya piyasasına açılmalarında Erdem Bayazıt’ın siyaseten katkısı vardır dersek, söylediğimiz daha iyi anlaşılır sanırım.