İnsanların az gittiği coğrafyalarda yaşananları merkeze alıyorsunuz. Belgesel üzerine çalışmalara ne zaman ve nasıl karar verdiniz?
Belgesel çalışmalarıma başlamadan önce 15 yıllık bir televizyonculuk geçmişim vardı. 28 Şubat sürecinde yaşananlar, beni bu noktaya getirdi diyebilirim. Yaşadıklarımızı ve İslam coğrafyasında yaşananları, kayıt altına alıp izleyicilere aktarmak istedim. O zamanlar bir televizyon kanalı için Metin Yüksel’in ölüm yıl dönümünde hayatını anlatan bir belgesel çalışmamız vardı. Belgesel yolculuğum bu çalışmadan sonra başladı.
Belgeseller göremediğimiz gerçekleri görmemizi sağlar, sizin çalışmalarınızda göstermek istediğiniz ne?
Gazetecilik içgüdüsüyle hareket ederek haber içerikli belgesel çekiyorum. Dolayısıyla haberdar etmeyi amaçlıyorum. İç karışıklıkların olduğu çoğu İslam ülkelerine gittim. Müslümanların yaşadığı bölgelerde, bilinmeyenleri aktarmayı hedefleyerek yola çıktım. Suriye’de neler oluyor; insanları haberdar etmek istedim. Bangladeş’e, Arakan’a, Filistin’e gittim. Müslümanların çektiği sıkıntıları ekranlara yansıtmaya çalıştım. Oradaki insanlar hangi koşullarda nasıl yaşıyorlar, bilgilendirmek istedim. Açıkçası bir sanat derdim yok. Amacım, sanata katkıda bulunmak da değil. Tabi ki benim işim belgesel çekmek ama Müslümanlık içgüdüsüyle hareket ediyorum.
Nasıl?
Mesela Bosna savaşında 50 bin kadına tecavüz edildi. Binlerce insan öldürüldü, soykırıma uğradı. Sırp kasabı Karadziç “Onların hiçbirini ben yapmadım”dedi. Bosna Savaşı’na dair birkaç belgesel çekilseydi, zalimler “biz yapmadık” deme cüretine sahip olamazlardı. Şimdi de yarın öbür gün Sırp kasabı gibi günümüzdeki zalimler, “ben yapmadım” diyemesin istedim.
İç karışıklıkların olduğu ülkelerde çekimler yapıyorsunuz. Ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Her çekimimde genel olarak savaş ortamı, kargaşa var. O yüzden hiçbir çekimim rahat olmadı. Suriye’de çekim yaparken arkamızda onlarca muhalif asker bizi koruyordu. Gittiğimiz her yerde kaçak çekim yapmak zorunda kaldım. Mesela Bangladeş’te, Cemaat-i İslam Lideri Nizami’nin belgeselini çekerken sürekli kaçıyorduk. Devletin istihbaratı peşimize takıldı. Uçağa binene kadar bizi takip ettiler. Sınır noktalarında kimi zaman kılık değiştirerek geçiş yapıyorduk. Neden geldiğimizi sorduklarındaysa da işimizden farklı cevaplar veriyorduk.
Ne zaman yayınlanacak Nizami’nin belgeseli?
Yakında inşallah. Dünyada ilk defa bizde yayınlanacak. İdam edilmeden önce kendisiyle, eşi ve kızıyla görüştük. Hatta şu anda Nizami’den sonra gelen Cemaat-i İslam lideri Makbul Ahmet’le de görüştük. Ona göre idam sırası kendisinde. Bize “ Yakın zamanda idam edilecekler listesinde benim ismimi duyarsanız sakın şaşmayın” dedi.
Röportaj yaptığınız kişilere nasıl ulaşıyorsunuz?
Liderlerle görüşürken tabii önceden izin istiyorduk. Türkiye’den geleceğimizi, onlarla görüşmek istediğimizi söylüyorduk. Türk olmanın birçok avantajını yaşadım. Filistin’de “Biz Türk’üz” deyince tüm kapılar açılıyor. Asya ülkelerinde keza öyle. Bütün bu ülkelerin dışında, Suriye’de çekimlerimizin kolay olduğunu söyleyemem. Mesela “Haykırış” belgeselinde Suriyeli kadınlar, önce konuşmak istemediler. Aslında konuşmak istiyorlar ama rejimden çok korkuyorlardı. “Benim kocam, oğlum onların ellerinde. Onlara bir şey olur” diyerek çekiniyorlardı. Biz daha sonra onlara “Sizin derdinizi dünyaya anlatmaya çalışıyoruz. O yüzden buradayız” diyerek bir ünsiyet kurmaya, yakın davranmaya başlayınca ikna oluyorlar.
Siz savaş ortamından hiç korkmadınız mı?
Oradakiler de bizim insanımız. Onlar da bizim kardeşimiz bizde insanız. Onlarla bizim aramızda bir fark yok. Korkuyla hareket etmedik yani. Şahit olduğumuz olaylar dehşet verici boyutta, ama bize normal geliyor.
Çekimlerde sizi en çok etkileyen, üzen hadise neydi?
Afrika’ya, Ortadoğu’ya, Asya’ya gittiğim her seferde, “keşke görmeseydim” dediğim çok üzücü hadiselerle karşılaştım elbet. Çünkü ben sadece belgeselcilik yapmıyorum. Belgesel çalışmalarım haricinde bir aktivist olarak insani yardım koordinatörlüğü görevi de yapıyorum. Suriye’de, misket bombalarının insanların üzerine yağdığını, ölülerin üst üste konulduğunu, hayatta kalanların ceset parçalarını toplamalarını unutamam. Filistinlilerin, Mescidi Aksa ‘da kendi öz yurdunda her adımda bir sorguya tabi tutulmaları, sürekli İsrail askerleri tarafından rencide edilmeleri, taciz edilmeleri çok zor bir şey. Ya hakaret görüyor ya da fiziki şiddete maruz kalıyorlar. Bu beni çok etkilemişti. Bangladeş’te yaşanan idamlar sonrası oradaki Müslümanların büyük bir tevekküle sahip olmaları, “Biz dünyaya şahadet için geldik” demeleri, mükemmel. Etiyopya’da biz çocuklara yeni elbiseler götürmüştük. Yaklaşık bir yıl önce giydikleri elbiselerle duruyorlardı. Çocukların üzerinden sökerek çıkarmıştık. Elbiseleri etine yapışmıştı. Diyorum ya, keşke bunları görmeseydim.
Belgesellerinizde çoğunlukla çocuklar ve kadınlarla konuşuyorsunuz. Özel bir nedeni var mı?
Kadınlar hemcinsim olduğundan bana çok rahat konuşuyorlar. Mesela “Haykırış” belgeselini çekerken kadınlar, erkek kameraman istemediler. “Erkek varsa, biz yokuz” dediler. Her şeyi ben çekmek zorunda kaldım. Çocuklara gelince, tabi bir erkek de rahat konuşur ama ben onlarla konuşurken kendi kızım gibi davranarak yakınlık kurmaya başladım. O yüzden belki de kendilerini rahat hissettikleri için konuşuyor. Savaşın çocuklarındaki çocuklar, öyle cümleler kuruyor ki “Siz mi öğrettiniz” diyorlar. Asla biz öğretmedik, kurgulamadık. Doğaçlama gelişiyor her şey. Çocuklara, güven verdiğinizde hislerini çok güzel ifade edebiliyor.
Çalışmalarınıza gelen tepkiler nasıl?
İllerden, üniversitelerden sürekli davet var ve çoğuna yetişemiyorum. Benden bu işi öğrenmek, çekim ekibine katılmak isteyen gençler var. Belgesellerimi izleyip de belgeselci olmak isteyen ve çektikleri belgeselleri festivale gönderip kazananları biliyorum. Başka bir hayalinden peşinden koşarken belgesellerim vasıtasıyla gazeteci olmak isteyen yüzlerce genç gördüm. Sürekli sosyal medyadan olumlu mesajlar geliyor.
İslam coğrafyalarına gittiniz. Müslümanların geleceğini nasıl yorumluyorsunuz?
Ortadoğu bataklığı lafı çok büyük bir hakaret. Öncelikle bunu ifade etmeliyim. Oradaki insanlar bataklığın bir parçası değil. Suriye’de insanlar özgürlük için ayaklandılar. Bunlar 400 bin insan şehit olsun diye ayaklanmadılar. Bir kıvılcımdan sebep ayaklandılar. Suriye’de bir direniş var ve direniş devam ediyor. Ben bir çözülme göremiyorum şu an. İnsanlar ölüyor, çoluk çocuk perişan. Dünyanın farklı yerlerine dağılmışlar. Yine de biz ümitsiziz diyemeyiz. Eğer biz Allah’a inanıyorsak, Allah’ın adaletine inanıyorsak, zalimlerin kazanamayacağına da inanıyoruz. Filistin’e gittiğimde 7 yaşındaki bir çocuktan cesaret aldım. İsrail polisleri, bir gün Mescidi Aksa’ya baskın yapmıştı. 7 yaşındaki çocuğun tekbiri beni harekete geçirdi. Bu çocuk korkmuyorsa, ben de korkmayacağım dedim ve kameramın kayıt tuşuna bastım. Ve onların baskın anını çektim. Bu çocuklar var olduğu sürece, onların anne ve babaları direnmeye devam ettiği sürece, ümit her zaman var olacak.
Aktivist olarak mülteci kamplarındaki insanlarla da görüştünüz. Geri dönme ihtimalini düşünüyorlar mı?
İlk iki sene oradaki herkes geri dönmeyi düşünüyordu. Şu anda herkes “bu hayattan nasıl kurtulabilirim”, eşleri olmayan kadınların çoğu ise “nasıl evlenebilirim” derdindeler. Suriye’nin öteki sınırındaki insanların tek derdi hayatta kalmak. Gelecekle alakalı bir planları yok. Tek dertleri uçakların yeniden üzerlerine bomba yağdırıp yağdırmayacağı. Peki, neden çıkmıyorsunuz diyorum. “Ben çıkarsam, o çıkarsa kim kalacak” düşüncesindeler. Kaçtıkları ülkede başına gelebileceklerden korkuyorlar. Türkiye Suriye sınırında insanlar arafta kalmışlar. Gelenlerse, 3 yıl bilerek dil öğrenmediler. Çünkü kendilerini güvensiz hissediyorlardı. Kimliksiz insanlar sonuçta. Sürekli “siz nerden çıktınız” tavırlarına muhatap oldular. Ama şimdi dil öğrenmeye çalışıyorlar. Çocuklar bir şekilde okul hayatına başladı. Çocuk gelmiş 15 yaşına, 5 yıldır eğitim alamamış. “Artık savaş devam ediyor, Suriye’nin geleceği biz isek bir şekilde eğitim hayatına devam etmemiz gerek” diye düşünüyorlar. Son iki yıldır, onların uyum sağlamaya çalıştıklarını görüyorum.
Gösterimleriniz genellikle üniversite konferans salonlarında gerçekleşiyor. Şartlardan dolayı mı yoksa hedefiniz gençler mi?
Hedefim gençler ve çocuklar. Özellikle üniversite konferans salonlarını tercih ediyorum. Gençler ve çocuklar bizim için çok değerli. Eğer birileri dünyadaki Müslümanları kurtaracaksa Allah’ın izniyle şu anki gençlik kurtaracaktır diye düşünüyorum. Gençler, belli bir yaşa gelmiş insanlara oranla daha aktifler. O yüzden onlara önem veriyorum. Müslüman gençlere abilerimiz, ablalarımız biraz daha destek olursa çok daha iyi olacak. Mesela benim kızım 7 yaşında ve sınıfındaki çocukları örgütleyerek Afrika’ya, Suriye’ye para topladı. Bunu sen 40 yaşındaki adama o hevesle yaptıramazsın.
Yetişkinlerden umudu kesmiş gibi konuşuyorsunuz.
Evet, biraz öyle. Çünkü belli bir yaşa gelmiş insanlar klavye başında gün içerisinde yaşanan olumsuz bir hadisede sosyal medya üzerinden duygu ve düşüncelerini ifade etmekten başka bir şey yapmıyor. Kendi görüşüne uygun tweetleri, retweet yapıp beğenerek, içini rahatlatmaya çalışıyor. Bu eylem kendini gaza getirmekten başka bir şey değil. Sosyal medyada oluşturduğunuz gündem, ilk sıralarda yer alıyor. “Hadi” diyoruz “meydanlara inelim o zaman”. Meydanlara bir iniyoruz ki 50-100 kişi gençlerden oluşuyor. Gençler daha aktif bu konuda. O yüzden belli bir yaşa gelmiş insanları kendi haline bıraktık.