Sakallıysan camide, örtülüysen evde olmalısın

Son zamanlarda insanları dış görünüşüne göre yargılayan, taciz eden hatta saldıran insanlar türedi yeniden. 28 Şubat döneminde sıradan gördüğümüz bu hâdiselerin canlanması, yaralarımızı kanatmaya yetti. Zamanınıza göre dünyanın en iyi teçhîzatlanmış insanı olsanız da belli yaşam kalıplarına uymamanız kamuda dışlanmanız için geçerli sebep olabiliyor. Mesela Saint-Joseph mezunu, cerrah, hafız, güreşçi, 3 lisan bilen Salih Selman… Sakallı, şalvarlı, cübbeli olduğu için 25 yıldır kamuda var olma mücadelesi veriyor. Dışladıkları insanın tırnağı olamayacak tipler, sırf kendi hayat tarzlarına uymadığı için taciz etmeyi kendinde hak bulabiliyor. İslâmî hayat tarzından dolayı tıp fakültesinden atılan, hor karşılanan, ama hiçbir şekilde taviz vermeyi aklından bile geçirmeyen Dr. Salih Selman’la hayatını konuştuğumuzda “Âyet-i Kerimede geçtiği gibi, siz böylelerini görünce ‘selam’ deyin” diyor. İnsanların ön kabulünü anlatırken de “Ben bu kıyafetle sadece camide, örtülü kadın sadece evinde olacak anlayışı hakim” ifadelerini kullanıyor.

Cerrah, güreşçi, hafız, üç dil bilen birisiniz. Fakat sizi farklılaştıran unsur dış görünüşünüz. 28 Şubat döneminde çok alıştık da son zamanlarda dış görünüşe göre insanları yargılayan, hatta saldıran, taciz edenler türedi. Bu dönemde insanların dış görünüşüne göre yargılamalarını nasıl karşılıyorsunuz?

Yakın çevrem hâlâ benim halimi beğenmiyor. Sanki beni görünce, daralıyor. Benim mücadelem 25 senedir sürüyor. Fenerbahçe’de otururken ‘kız kardeşim örtülü’ diye durdurup tükürürlerdi yüzümüze. İnsanların bir kısmı kendilerince bir giyim, hayat modeli benimsemiş, bunun dışındakileri düşman gibi görüyorlar. O kıyafeti görünce daralıyorlar. Mesela ben motora biniyorum, “Ooo hoca ona da binmiş” diyebiliyorlar. Basit bir motor… Ben bu kıyafetle sadece camide olacağım, örtülü kadın sadece evinde olacak. Dışarıda kendi hayat alanlarında onları gördükleri zaman, sanki bir yerlerine bir şey batıyormuş gibi daralıyorlar. Geçen o metroda yüz kişinin taciz ettiği sakallı genç benim dersime geldi. Kadının biri hâline acıyarak “çok eziyet ettik, yeter” demiş. “Birileri bağırıyor, birileri kameraya çekiyor, bir taraftan da elle taciz ediyorlar, bekliyorlar ki ben bir şey yapayım” diye anlattı. “Nasıl sabrettin” diye sorduğumuzda, “Zikir çekersem kurtulurum diye düşündüm ve zikrimi çektim. Ama zikir çok zevkli geldi o sırada, onları duymadım bile” dedi. Müslüman herkesin cenneti kazanmasını ister. Karşı taraf da öyle birini görünce vicdanı daralıyor, ben yapamıyorum, bari ondan kurtulayım diyor. Nefsini yeneceğine, nefsinin oyununa düşüyor. Âyet-i Kerimede geçtiği gibi, siz böylelerini görünce ‘selam’ deyin.

HASTA ÖLDÜ İMAM ÇAĞIRDILAR SANDIK

Görünüşünüze bakarak sizi farklı değerlendirdiği için başınıza gelen ilginç hâdiseler var mı?

Belediyenin maraton koşusunda “Kâbe imamı” diye alkış tutanlar mı dersin, teknem için kaptanlık kursuna gittiğimde yanlış anlattığı tedaviyi düzelttiğim hocanın “sen nerden biliyorsun ki” deyip doktor olabileceğimi aklına bile getirememesine kadar birçok hâdise var karşılaştığım. ‘Bu şekilde giyiniyorsan hocasındır ancak sen.’ En komiği de bir gün tefsir dersindeyim. Hanımın da ameliyatı var. Eğer ameliyatta kanser çıkarsa beni arayacaktı, ben de cerrahi olarak müdahale edecektim. Tam ders bitiminde telefon çaldı. Koşarak hastaneye gittim, asansöre girdiğimde bir taraftan cübbeyi, takkeyi çıkartıyorum. Herkes de bana bakıyor. Hızla girdim ameliyathaneye. İşimi yapıyorum. Ameliyat rahat ama kapı rahat değil. Personel geldi, “Hocam kapı kırılmak üzere, lütfen gelin bir şeyler deyin, ben durduramıyorum” dedi. Kapıya gidip hasta yakınlarını biraz sakinleştirdim ama onlar şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Ameliyattan sonra yanlarına gidip, “Siz niye böyle yapıyorsunuz, Müslüman’a yakışır mı” dedim. “Hocam çok şaşırdık, ameliyat kötü çıktı, kadına bir şey oldu, imam çağırdılar zannettik. Senin doktor olacağını hiç tahmin edemedik” dediler.

Gelelim biraz da yetiştirilme tarzınıza. Nasıl bir aile yapınız vardı?

Babam kurmay albaydı. Askerlik ve disiplin onun hayatına yapışmıştı. İlkokulda bile pazar günleri de dâhil olmak üzere sabah 7’de derse oturturdu beni. Bir gün bile akşam on buçuğu geçirdiğimi, sabah yedide yatakta olduğumu bilmem. Küçükken hareketli bir yapım vardı. Okumayı sevmiyordum. Annemin desteğiyle okula gidiyordum. İlkokul 5. sınıfta farklı bir hoca sayesinde okuma hayatım hareketlendi. Dersin sorusunu bilene çikolata veriyordu. Onun sayesinde dersi dinledim ve okumayı sevmeyen o çocuk, okul birincisi oldu. Annemin gayreti ve babamın disiplini etkili oldu burada. Annem başarılı olduğumu görünce, iyi bir okula verelim bunu dedi. Bütün okulların sınavına girdik. En iyi Saint-Joseph’in sınavını yaptım. Annem de fark etti bunu. “Niye bu okulun imtihanını iyi yaptın” dedi. “Çok geniş bir alanı var, oynarım diye düşündüm” dedim. Sekiz yüz kişi aynı anda voleybol oynayabiliyorduk, o kadar büyüktü. 8 sene orada okudum.

‘BABAMIN DİNDAR BİR TARAFI VARDI’

Aileniz dindar değil miydi o zamanlar? Çünkü o yıllarda dindar aileler yabancı okullara çocuklarını göndermezdi.

Babam oruç tutardı sadece. Dinle ilişkisini şöyle bir örnekle anlatayım; İlkokulda meşhur bir tiyatrocu seçmeler için okulumuza gelmişti. Ben rolümü çok güzel yaptığım için kabiliyetli olduğumu söyledi. Bana kartını verdi. Ben de bu işi çok sevdim. Babama tiyatrocu olmak istediğimi söyledim. Babam, “evladım ben dinimizi iyi bilmiyorum, ama siz bana emanetsiniz, bunun şeriata uygun olup olmadığını soracağım” dedi. Ertesi günü sormuş, “insanların taklidi yapılıyormuş, arkalarından alay ediliyormuş, büyük günahmış” diyerek beni öyle bir mesleğe vermekten vazgeçti. Annemin evlenirken fark etmediği bir dindar taraf vardı babamda. Sonrasında çok çatıştılar. Babam içki içmez, kadınlarla hiç konuşmazdı. Okulda seçmeli din dersine katılmamı isterdi. Babam vefat edince annem “bak baban öldü, o dersi boşuna alıyorsun” diyerek bırakmamı istedi. Babamın vasiyeti olduğu için bırakmak istemedim.

Sizin İslam’dan etkilenmeniz bu din dersleri sayesinde mi oldu?

Saint-Joseph’te ahlak dersine Hayrettin Karaman Hoca gelmişti. Bir din görevlisini papazlarla kıyaslama şansım oldu onun sayesinde. O zamanlar sağ-sol kavgası vardı. O kavgalı ortamda papazlar insanlar birbirlerini kırmasın diye hiçbir zaman emek harcamıyordu. Hayrettin Karaman geldi, “Ahlak kitaptan olacak bir şey değil, madem bir fikriniz var, fikri en iyi savunanlar gelsin buraya, anlatsın, evvela bir elinizi sıkın” dedi. İlk defa bir insanın güler yüzle insanları tanıyıp barıştırma çehresiyle bir şey yaptığını görmüştüm. Bu beni etkiledi.

İÇLER ACISI DOKTOR MANZARALARI

Sonra Çapa Tıp Fakültesi… Doktor olmaya nasıl karar verdiniz peki?

Babam ölmeden önce bir arkadaşım gözüme taş attığından dolayı uzun süre hastanede yatmıştım. Karanlık odaya koyuyorlar beni, arada bir çıkartıyorlar, gözleri açılan hastaları görüyorum. Ben de o zaman doktor olmaya karar verdim. Doktorluğu o kadar kısacık bir pencerede görmüştüm, gözün açılması ve insanların mutlu olmaları. Fakat fakültede bunun böyle olmadığını gördüm. İktidar kavgalarının, para kavgalarının, birbirlerini yemelerin dehşet düzeyde olduğunu gördüm.

Nasıl yani?

Bir gün bir çocuğun bacağındaki yanığı tedavi ediyordum. Yarayı temizliyorum, ilaçlarını veriyorum ama oradan akan iltihaptan dolayı çarşafın değişmesi lazım. Personelden çarşafı değiştirmesini rica ettim. “Çarşaf yok” dedi. Ben de yeni doktorum, anlayamadım, üniversite hastanesinde her şey var, çarşaf niye yok. Şaşırdım. Bir süre sonra tekrar çocuğun yanına geldiğimde çarşaf değişmişti. Babaya sorduğumda para verdiğini söyledi. Ben de o sırada yeni profesyonel güreşi bırakmışım, öyle bir sinirlendim ki personeli nasıl kaptığımı hatırlamıyorum. Boğazını sıkıyorum. “Bana gücün yetti değil mi, burada ne kadar büyük paralar dönüyor, o işleri de düzeltsene” dedi. Rüşvetin yanı sıra başka birçok kötü örnekler de gördüm. Nöbetlerde kimin ne olduğu, alkol aldıktan sonra kimin ne yaptığı belli değil. İçkili ameliyata girenler mi dersin. Enteresan olan şu, Müslümanlar bir hata yaptığında yer yerinden oynar, ama orada olan olayların bir tanesi yansımaz, yansıtmazlar.

‘İMAM HATİPLİLER İLGİMİ ÇEKİYORDU’

Gelelim fakülte yıllarına, nasıl bir öğrencilik geçirdiniz? İslami hayatı tercih etmeniz o dönemlerde mi oldu?

Kolejden geldiğim için üniversitede de kolejlilerle oturup kalkıyordum ama imam hatipliler ilgimi çekiyordu. Sakallılar, namaza gidiyorlar, kızlarla hiç konuşmuyorlar… Kolejliler de onları hiç sevmiyor. ‘Karaman’ soyadını duyduğumda yanına gidip İhsan’la tanıştım. Tahmin ettiğim gibi Hayrettin Karaman’ın oğluydu. Çok ahlaklı, çok çalışkan biriydi. Derslerinde ona yardımcı olurdum ama o benden daha yüksek notlar alırdı. “Biz imam hatipliler İslam’ı temsil ediyoruz” diyerek sabahlara kadar uyumaz ders çalışırdı.
Bir gün Robertlilere sordum, “niye onları değil de beni içinize alıyorsunuz, sizin insanlık kriteriniz nedir?” dedim. “Onların paraları yok, onlarla bir yere gitmeye kalksak ne onlar zevk alabilir, ne paraları var” dediler. Bu benim için çarpıcı bir itiraf oldu. Bu taraf öyle değildi. Tam aksine, karı koca militan olan birileri vardı. Kocası vefat etmiş o dönem. İhsan’ın da çok güzel not tuttuğunu herkes biliyor. İhsan’a geldi, “Benim görüşümü biliyorsun, ama kocam öldü, benim çocuklarım var, para kazanmam lazım. Sen bu notlardan para almıyorsun, ortalığa bırakıyorsun. Bana versen de ben para kazansam, sana da bir yüzde versem” dedi. Para almadan notlarını o kadına vermişti.

Bu güzel örnekler mi etkiledi sizi?

Diğer imam hatipliler de vardı. Ara sıra onların yanına giderdim. Arabamla eve giderken onları da evlerine bırakırdım. Akşam namazı sıkıştığı için bir caminin kenarında durmamı isterlerdi. Ben namaz kılmadığım hâlde durup onların namaz kılmasını beklerdim. Namazın nasıl bir huzur verdiğini ilk defa onlarda gördüm. Allah da bana nasip etti.

Güreşçi bir geçmişiniz de var. Güreşe nasıl ve ne zaman heves ettiniz?

Kolejden donanımlı gelince fakülte bana çok kolay geldi. Başka neler yapabilirim diye düşünüp duruyordum. Babam beni tiyatroya göndermediği gibi derslerime engel olur diye spora da göndermemişti. İyi bir spor yapma hevesim vardı. O yaştan sonra ne olur diye araştırdım ve güreşe başladım. Bir maçta düşüp kol kaslarımın arkası koptuğu için bırakmak zorunda kaldım. O zaman çok yanlış bir cümle kurmuştum İhsan’a. “Bu kadar gayret ettim, bir düşüşle Allah insanın elinden niye alıyor her şeyi” demiştim. İhsan kızarıp bozarmıştı, çok tehlikeli bir cümleydi.

Sonradan bunun cevabını buldunuz mu?

Buldum. Beni önce Çapa’dan sonra Haseki’den de attılar. İslam’ı yaşayan biri, öğrencilere etkili olacak bir insan olmasın diye düşündüler. Hâlbuki Allah-ü Teâlâ beni gençlere hoca yapacakmış, işte bu kaderdir.

Neden kovdular sizi Çapa’dan?

Kız kardeşim de benden etkilenerek kapanmıştı, 90’lı yıllardı. Bir gün Fenerbahçe’de bir profesör arkadaşımla koşuyorum, kardeşimi gördüm, konuştum onunla. Kardeşimin kapalı birisi olduğunu gördüğü anda o güne kadar bana kankalık yapan profesör bırakıp gitti. Sonra da beni attırmak için uğraştı. Evime kadar geldiler başka profesörlerle. Ben duvarlara dualar asmıştım. “Senin gibi donanımlı bir insan niye bu kadar dua asar. Dua boş gezen, hiçbir şey yapmayan Müslüman’ın işi, sana yakıştıramadık” dediler. Kardeşim yan odada saklanıyordu. İlle odadan dışarı çıkarttılar. ‘Örtüsünü çıkartsın bir sene içinde seni doçent yapacağız’ dediler. Fenerbahçe nere, Çapa nere, deyin ki sen daha çok çalış, çalışayım. Yok dediler, sen zaten çok çalışıyorsun. Bizim istediğimiz sadece kız kardeşinin örtüsünü çıkartması. İnsan şimdi düşündüğünde tuhaf geliyor tabi.

HAFIZLIK ALLAH’IN İKRAMI

40 yaşından sonra da hafızlık yapmanız ayrı bir başarı. Hafızlık yapmaya nasıl karar verdiniz?

Üç dil bilip Kura’n-ı bilmemek benim içimde ukdeydi. Birçok yerde mahcup olmuştum. Bir gün İsmailağa’dan bir hocanın ayağı rahatsızlanıyor. İlk defa Kur’an Kursu’nda bir hoca tedavi etmeye gidiyordum. Pansumana gittiğimde 6 yaşındaki oğlumu da götürdüm bir gün. Dini eğitim de veren özel bir okula gidiyordu çocuğum, oradan dolayı da 100 Hadis-i Şerif ezbere biliyordu. Hocanın da teşvikiyle oğluma hafızlık yaptırmaya karar verdim.

Çocuklar hafızlık yaparken hocalar yanlış yaptıkları kelimelerin altını çiziyorlardı. Akşamları orayı tekrar ettiriyordum ki, benim de bir katkım olsun, ezberi sağlam olsun diye. Bazen dinlemeye gittiğimde çocuk orayı bilemeyince, iki kelime tabi, iyi biliyorum ben, hatırlatıyordum. Hocanın da dikkatini çekti. Bir gün gittiğimde “sen çok heveslisin, bi otursana buraya” dedi. Hoca okutturdu beni, “ne güzel okuyorsun, hadi devam edelim” dedi. Bu da bir kader. Hocaya öyle bir görev vermemişler, normalde hocalar kendi talebelerinden yılarlar. Bunu yapan hoca 18 yaşında, para versen kimse uğraşmaz öğrencinin babasıyla. Esasında o Allah’ın ikramı. 10 senede muayenehaneme gelip gittiler ve bana hafızlığı yaptırdılar.

‘HER ŞEYİ OLAN BİR İNSANIM’

Geçmiş hayatınızla kıyasladığınızda hayattan beklentilerinizi karşıladınız mı? Şu da olsa daha iyi olurdu dediğiniz neler var hayatta?

Fenerbahçe’deki hayatıma göre, insan karanlıktan, aç susuz, ölümü bekleyen bir insandan, her şeyi olan bir insan gibiyim şimdi. Ruhum o kadar farklı. Bu işin sonu yok. Burada o kadar güzel İslâmî yaşayanlar var ki, onların yanında ben çok ufağım. Bütün gecesini ibadetle geçirenler var. İki üç saat uykuyla duruyorlar. Bir gün Kemal efendinin yanında gece ibadetine kalma deneyimi yaşamıştım. O zamanlar 30’lu yaşlardayım, hoca da 60’ın üzerinde. Onun yanında bu işi çabucak öğrenirim diye düşünüyordum. Genç olmam itibariyle de dayanırım diye düşünüyordum. Çünkü cerrahide bütün gece ameliyatta kalan bir insanım. Gelen giden olduğu için 11 gibi ancak yatabildik. Bir buçukta hoca teheccüde kalktı. 2 saat uykuyla, sanki 10 saat uyumuş bir dinlenmesi vardı yüzünde. Birazdan o çöker, ben kalırım ayakta diye düşünüyorum hâlâ. Namaza başladık, 45 dakika devamlı namaz kıldık. Ameliyatta yine hareket halindesin, adrenalin var, konuşuyorsun, şakalaşıyorsun. Burada bir şey yok. İçinden okuyorsun sureleri. Ben o kadar sure de bilmiyorum. Kevser suresiyle yatıp kalkıyorum. O anladı benim sıkıldığımı, “ben bir abdest tazeleyeyim” dedi. O sırada ben çantayı kaptığım gibi eve kaçtım. Arada çok mesafe var.

VİDEO İZLEMEKLE OLMUYOR

Zamanın gençlerine ne tavsiyeleriniz olur?

Geçen birisi internetten sordu, “Ben de sizin gibi olmak istiyorum, ne yapayım” dedi. “Bir futbolcu olmak istersen, bir kulübe gideceksin, antrenmanlara katılacaksın, yaz kış demeden emek harcayacaksın. Bunun için de bir derneğe gideceksin, evvela hizmet edeceksin, ilim alacaksın” dedim. “Hocam ne kadar zormuş, ben zannettim ki bir video göndereceksin, seyredeceğim, olacak” diye cevap verdi. Gençler biraz kolaycı şimdi. Bir profesör 35 sene eğitim alıyor. Ben İslâmî derslere uzun yıllar dinleyici olarak katıldım. Onun bereketiyle Allah-ü Teâlâ bana hocalık nasip etti. Gençler sebat etmeyi bilmiyor. Derse gitmeyim de evden bir video izleyim, camiye gitmeyim de evde kısa bir namaz kılayım istiyor. O seviyeyi elde etmeleri mümkün değil.

Çocuklara şeker çikolata dağıtıyormuşsunuz, “hoca niye zararlı şeyler dağıtıyor, ona hurma yakışır” diyorlar. Ne dersiniz?
Meyve de dağıtıyoruz ama herkesin gücü buna yetmiyor. Çikolata pratik oluyor. Atınca dağılmıyor. Karpuz getiren bile var. Genelde sağlıklı olan, meyvenin verilmesidir. Ne getirirlerse ben onları atıyorum gençlere. Meyve de koyan var, çikolata da. Ben de kimsenin kalbini kırmak istemiyorum. Belki de demem lazım. Gevşek davranıyorum bu konuda. Herhalde bir insanın bir şeyi sevdirmesi bilinçaltıma ilkokul öğretmenimden dolayı çikolata olarak yerleşti.

Benzer konular