‘Osmanlı’dan kurtulmak için Kûtu’l Amâre’yi çöpe attık’

Kûtu’l Amâre Zaferi, Birinci Dünya Savaşı’nda kazandığımız en önemli zaferlerden biri. Çanakkale Savaşı’nın gölgesinde kalsa da, Kûtu’l Amâre’de İngilizlerin prestiji hiç beklemedikleri şekilde sarsılmış, çok sayıda yüksek rütbeli İngiliz subayı esir düşmüştü. Peki, bu kadar büyük bir zafer, neden tarih kitaplarında yer almaz? Hisar Canlı Tarih ve Diorama Müzesi kurucusu Nejat Çuhadaroğlu’yla konuştuk. Nejat Çuhadaroğlu’na göre bunun iki temel sebebi var: Cumhuriyet’in Osmanlı’yı silme politikası ve Türk toplumunun kendi tarihiyle ilgilenmemesi.

Kûtu’l Amâre’de neler oldu, nasıl başladı? Zaferi özetler misiniz?

İngilizler, Selman-ı Pak’a gelmeden önce çok büyük ilerleme kaydediyor ama büyük bir hata yapıyor. Çanakkale’de olduğu gibi Osmanlı ordusunu küçümsüyor. “Balkanlarda tarumar oldular, zaten hasta adam” gözüyle bakıyorlar. Basra’da ciddi bir direnişle karşılaşmıyorlar. Bunun sebeplerinden biri bizim ordunun ihmal edilmiş olması. Savaşın seyrini Nurettin Paşa değiştiriyor. Zira Halil Paşa göreve gelmeden önce büyük bir başarı elde ediyor ve İngilizler, Kûtu’l Amâre’ye sıkışıyorlar. Başarı zincirinin halkaları Halil Paşa’yla devam ediyor. Burada ciddi bir başarı söz konusu zira koskoca bir İngiliz tümeni geri püskürtülüyor, peşinden kovalanıyor ve Kûtu’l Amâre’de köşeye sıkıştırılıyor.

Bu savaşın öne çıkan kahramanları Nurettin Paşa ve Halil Paşa diyebilir miyiz?

Kûtu’l Amâre’nin kahramanları oradaki tüm askerler aslında. Aynı şekilde bu Çanakkale’deki tüm cepheler için geçerlidir. Çünkü savaş takım olmaktan geçer. Ama öne çıkan isimleri olabilir ve bu isimler genel itibariyle komutanlardır. Diğer askerlerimiz adsız kahramanlar olarak anılır maalesef. Ama Nurettin ve Halil paşalar savaşta sahiden büyük başarılar sağladı, büyük katkıları var. Bunu inkâr edemeyiz.

Bu savaşın kazanılmasında en büyük etken neydi. Hangi savaş taktiği uygulanıyordu?

Burada, kuşatma altına alabilmek de, bu kuşatmayı devam ettirebilmek de bir başarı ve bu savaşın kazanılmasındaki en büyük etken. Osmanlı ordusu, Kûtu’l Amâre’de çok başarılı set taktiği uyguluyor. Türk askerinin en büyük özelliklerinden biri siper savaşını çok iyi biliyor olması. Kaldı ki savaşa Anadolu’dan gelen askerin katılması da savaşın seyrini değiştiriyor. Takviye kuvvet olarak Türk askerleri geliyor.

Dünya basınında nasıl yansıdı bu Osmanlı’nın zaferi?

Hiç yansımadı desek yalan olmaz. Çanakkale’deki gemilerin bile nasıl battığını yansıttılar biliyor musunuz? “Serseri mayınlara çarpan gemilerimiz battı”. Bu savaş, askeri olarak çok büyük bir başarıdır. Kolorduyu, tümeni tamamen teslim alıyorsunuz. 13 bin küsur askerin, generallerin de bulunduğu yaklaşık 400 kadar subayın esir alınmış, bahsederler mi?

İngilizler esirleri için ne gibi girişimde bulundular?

Askerlerin teslimi karşılığında 2 milyon paund’a, kimilerine göre 1 milyon paund’a kadar, para teklif ediyorlar. Halil Paşa da Enver Paşa’ya danışıyor. Enver Paşa bu teklifi kesinlikle reddediyor. Her ne kadar paraya ve cephaneye ihtiyacı olsa da, Osmanlı Devleti psikolojik itibar için bunu çok önemli bir adım olarak görüyor.

Peki, bu zafer neden bilinmez kamuoyunda? Neden tarih kitaplarında bahsedilmez?

Kûtu’l Amâre konusu, Türk kamuoyu tarafından, hatta tarihçiler tarafından bile ilgilenilmeyen, ciddi araştırmalar yapılmayan, kitaplar yazılmayan bir konu maalesef. Bunun birkaç sebebi var. Birincisi, İngilizler, tarihteki en ağır yenilgisini bu savaşta aldı. Düşünün ki bir ülkenin, 13-14 bin askeri, içinde generallerin de bulunduğu 400 kadar subayı esir düşsün ve binlerce askerini de yitirmiş olsun. İşte İngilizler bu ağır yenilgiyi unutturmak, tarihteki yerini silebilmek için çok ciddi çalışmalar yaptı. İkinci olarak da bizden kaynaklanan hatalar ki bunlar en büyük problem olarak karşımıza çıkıyor. Yüz sene boyunca, Türkiye’nin vatandaşı ve devletiyle beraber tarihine sahip çıkmaması kadar acı verici bir şey olamaz.

Çanakkale Savaşı unutulmadı ama?

Durum sandığınız gibi değil. Şöyle ki; sağ olsunlar Anzaklar sayesinde Çanakkale’yi anar olduk. Adamlar atalarını yâd edebilmek için memleketlerinden buraya gelip gitmişler yıllardır. Çanakkale bizim tarihimizin en önemli dönemi olmasına rağmen, tabiri caizse Anzaklar’a ayıp olmasın diye, Yeni Zelandalıların, Avusturyalıların ilgisine mukabele ederek Çanakkale’ye önem vermeye başladık. Kısacası Çanakkale sonraları popülerliğini kazanmış bir tarih. Maalesef 1930’lar, 40’lara kadar pek ciddiye almıyorduk. Ne acıdır ki oradaki mezarlar sahipsiz, kemikler ortada yere göğe sığdıramadığımız şehitlerimizi seneler boyunca ihmal etmişiz.

Arşiv-evrak çalışmalarının bu zamana kadar yapılmış olması gerekmez miydi?

Açıkça itiraf etmem gerekirse esasen hata da buradan kaynaklanıyor. Bu topraklarda yüzyıllardan beri varız ve var olduğumuz müddetçe değerlerimize, kültürümüze verdiğimiz değer ne kadar? Bunu sorgulamalıyız önce. Sahiplenebiliyor muyuz, koruyabiliyor muyuz? Bu konuda çok eksiğiz. İlk önce bu bilincin oluşturulması gerek. Cumhuriyet döneminin bu konuda çok negatif bir yönü oldu ne yazık ki! Şöyle düşünün. O günün şartlarında 1920’ler, 30’larda belki arşiv çalışması yapılamayabilirdi. Peki, 40’lılar 50’ler, 80’ler 90’lar. Yüz yıllık bir tarihten bahsediyorsunuz. Niye arşiv çalışması yok? Çünkü Kurtuluş Savaşı’nın sonuna baktığımız zaman devrimlerin mantığı geçmişe bir sünger çekip temiz bir sayfa açmaktan geçiyor. Hayatta her şeyin bir bedeli vardır ve bu bedelin pozitif ya da negatif bir etkisi var şüphesiz. Şimdi Latin alfabesine geçiyorsun ki hem de tek bir günde. Evet, o günün şartlarında öyle olması gerekebilirdi. Ayrı bir tartışma konusu. İyi de kendi tarihine sahip çıkabilmek için, tarihi evrakları okuyabilmek için Osmanlıca bilen adamın var mı? Başta Kûtu’l Amâre olmak üzere birçok konuda daha açılmayan milyonlarca evrak var. Adam haklı olarak diyor ki “Bende Osmanlıca bilen 10-20 kişi var; evraklara yetişemiyoruz”. Sonuç olarak sen de tarihini okuyamayan ve tarihini bilmeyen bilinçsiz, kültürsüz bir birey oluyorsun. Açıkçası bu durum ülkeye büyük zarar veriyor.

En büyük etken Harf İnkılabı mı yani?

Sadece harf inkılabı değil aslında. İnkılabı gerçekleştiriyorsun ama o günkü okuma yazma oranı kaç? Devletin nüfusu 15 milyon dolaylarında ve birçoğu o dönemde de okuma yazma bilmiyordu. Herkes okuma yazma biliyordu da harf inkılabına geçtiğimizde çuvalladık mı zannediyorsunuz? Öyle sanıldığı gibi değil.

Osmanlı düşmanlığından kaynaklandığını düşünüyor musunuz?

Cumhuriyet kurulduktan sonra anlayış şuydu: Bu ülkede Osmanlı’nın izlerini silmek gerekir zira silinmezse gelecekte Batılılar, Osmanlı soyunu araya sokarak, iç savaş çıkartabilir. Biraz geçmişe gittiğimizde bu durumu Cem Sultan zamanında da görmüş oluruz. Sırf Osmanlı düşmanlığından değil yani. Bunun önüne geçmek için de Osmanlı Devleti’nin bazı armalarını bile binalardan çıkardılar. Hilafete son verip, hanedan üyelerinin hepsini yurt dışına sürgün ettiler. Belki de ikilem oluşmayacaktı bunu bilemezsiniz. Kaldı ki o dönemde hala padişah taraftarı, hilafet taraftarı olanlar var. Böyle olunca tabi Osmanlı’yı silme politikası tamamen tüm bilinçlere, eğitime kültüre yerleşti. “Yoksun sen. Osmanlı değilsin” algısını oluşturmaya çalıştırdılar. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin devamıdır. Sadece adı ve yönetimi değişti. Osmanlılar öldü ne demek? Biz nereden geldik peki? Böyle bir anlayış olabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde Ermeni’si Yahudi’si, Türk’ü, Kürt’ü de var. Türkiye bu demektir. Osmanlı Devleti’nde de bu anlayış vardı.

Türk toplumu olarak kendi tarihimize önem veriyor muyuz?

Esasen tarihi yanlış biliyor, yanlış okuyoruz. İşin garibi cahilliğimizi de kabul etmiyoruz. Çok aydın, üst düzey bilgili insanlarımız da dâhil. Taksim’e çıkıp bin kişiye soralım. O bin kişinin çoğu Kûtu’l Amâre’nin ne olduğundan haberi bile yoktur. Nerede olduğuna dair hiçbir fikri yoktur. Dünyanın merkezindeysek kültürümüzü, bilgimizi çoğaltmak, tarihimizi bilmek zorundayız. Kültürsüz ve bilgisiz olursak ne acıdır ki diğer ülkeler gibi kullanılırız.

Tarih bilincini nasıl aşılamalı insanlara?

Tarihimizi sevdirebilmemiz için benim açtığım Hisar Canlı Tarih ve Diorama Müzesi gibi müzelerin olması şart ama yeterli değil. İlgiyi artırmak için sinema filmi çekmek gerek, ama kaliteli olmak şartıyla. Mesela bana göre bu zamana kadar yapılmış Çanakkale filmlerinin hepsi çöp. O kadar hata var ki, bizim zekâmızla alay ediyorlar resmen.

Benzer konular