Devlet nedir, derin devlet kavramı nasıl ortaya çıkmıştır? 15 Temmuz sonrasında sıklıkla karşımıza gelen bu soruları Devlet ve Derin Devlet kitabında masaya yatıran yazar Celal Tahir, “Kadim toplumdaki devletin derinliğiyle modern toplumda gördüğümüz derin devlet denilen şey bir ve aynı şey değildir. Birincisi akil adamlar ve manevi yapılardır, diğeriyse, karanlık alana geçmiş bir takım kişi ya da cemiyetlerdir” diyor, Osmanlı’nın “derin” değil, “derinlikli” bir devlet yapısı ortaya koyduğunu vurguluyor. FETÖ gibi yapıların karanlıkta kalan güçlerin uzantısı olduğunu ifade eden Tahir’e göre, Türkiye’nin devlet refleksi –maliyeti biraz yüksek olsa da- bu olayın altından kalkacak kadar güçlü.
15 Temmuz darbe girişimiyle beraber, devlet nedir, derin devlet nedir soruları yeniden sorulmaya başlandı.
Devletin içinde yıllardır bulunmuş, hatta onun çok kilit noktalarına sızmış bir yapı devlette barınabiliyorsa, bunun izahı ne olur? Bir, bu yapı nedir; iki devlet nedir; üç bu yapıyı tasfiye eden güç nedir diye sorulabilir. Burada ilk akla gelen homojen bir devletin olmadığıdır. Kadim dünyada da böyleydi, modern dünyada da böyle. Tam anlamıyla homojen bir devlet yoktur. Günümüz dünyası küresel bir dünya, ama bu kadar küresel olmadığı zamanda da, devlet muhakkak o ülkenin sınırları dâhilindeki güçler ilişkisinin bir yansımasıydı. 15 Temmuz’un bize anlattığı da toplumdaki güç dengesidir. FETÖ denilen örgüt, bu güçler dengesinin devlete yansımasıdır bir açıdan. Başka bir açıdan ise küresel bir dünyada yaşadığımız ve Türkiye de o dünyanın bir parçası olduğu için, uluslararası güçlerin yansımasıdır.
Böyle bir güç dengesinden söz ediyorsak, bu dengede derin devletin payı nedir?
90’lı yıllarda derin devlet diye bir kavram çıktı. Bir normal devlet var. Maliye, belediye, ordu, eğitim bakanlığı, Sayıştay, Danıştay, meclis, bunları kapsıyor. Bir de bunun haricinde, bu kurumların içinde ama aynı zamanda dışında, görünür kurallara tabi olmayan, bir derin devlet tanımlandı. Bunun ne olduğu tam olarak bilinmemekle beraber, bunun daha ziyade tezahürlerinden, ortaya koyduğu iş ve eylemlerden anlaşılacağı ve Osmanlının son döneminden itibaren ve cumhuriyet tarihi boyunca bu tür bir yapıyla karşılaştığımız söylendi. Sonra bütün dünyada böyle bir şeyin var olduğu konuşulmaya başlandı. Bir takım karanlık odakların, modern dünyanın başlangıcından beri bir takım masonik cemiyetlerin, onun haricinde başka güç ilişkilerinin, hem toplumun erke nüfuz edebilecek kurumlarına hem de siyasi erke sızdıkları ve buralarda nüfuz kullandıkları şeklinde bir tez genel olarak kabul gördü. Ama bu derin devletin herhangi bir kural ve kaideye bağlı olmadığı da söylendi. Daha doğrusu tanımın kendisi böyle. Bir devlet var, olağan işleri yürütüyor, onun haricinde asıl önemli işleri yapan başka bir devlet daha var. Bu daha ziyade karanlıkta kalan bir yapı, ne olduğunu bilmiyoruz, bilemiyoruz. Zaten bize bildirmiyorlar. O ise asıl erk, yönlendirici erk oluyor. Burada garip bir durum ortaya çıkıyor. Bunun mahiyeti hakkında ciddi bir kafa karışıklığı doğdu. Onun hem karanlıkta kalan bazı işleri yönlendirdiği, karanlıkta kalan bazı işlerle, cinayetlerle bağlantılı olduğu, onların arkasındaki fail olduğu ve bu işlerin o yüzden açıklığa kavuşturulmadığı söylendi. Ayrıca bu yapının tarih boyunca var olduğu da söylendi. Osmanlı’da da, Selçuklu’da da, Çin’de de, Avrupa’da da vardı şeklinde bir telakki ortaya konuldu. Buna destek olarak da Osmanlı’daki Enderun gösterildi. Aslında ‘Enderun’ kelime anlamıyla hakikaten en derinde olan demektir. Ama bendeniz orada şunu anlatmaya çalışıyorum: Eski devlette, (mesela Osmanlı öyledir, Roma da öyledir büyük ölçüde) Roma’da devlet üzerinde, senatonun haricinde tasarrufta bulunan, gizli kapaklı kurum ya da ilişkiler ağı bilindiği kadarıyla yoktur. Osmanlı’da da yoktur. Yakın zamanımızda derin devlet olarak tasfiye edilen şey, Osmanlı’da Bostancıbaşı’dır. Bostancıbaşı’nın da, devlet içindeki yeri bellidir.
Yani aslında derin devlet, uzun zamana yayılan bir oluşumdur, temelleri Türkiye Cumhuriyetinden evvel atılmıştır demek, afaki mi kalıyor?
Derin devlet diye kastedilen şey, devletin derinliğidir. Evvelki devlette devletin bir derinliği var: Bu derinlik de akil adamların ve bu adamların toplandığı kurumların, bir de manevi alan ile irtibatlı kişilerin -dini otoriteler veya meşayih- yeridir. Diğer dini cemaatlerin ruhani liderleri de devletin derinliğini oluşturur. Bunlar hem akil adamlardır hem de devletin derinliğini oluştururlar. Bir de Osmanlı’da bir tek divan yoktur, muhtelif divanlar vardır. Roma’da da senato haricinde bir başka yer yoktur. Sezar’ın ölümü bile senatoda planlanır. Cinayeti de senato önünde senatörler tarafından işlenir. Herkes bir bıçak darbesi vurur ki, cinayet kimsenin üzerine kalmamış olsun. Dolayısıyla burada bir ayrım yapmak lazım: Kadim toplumdaki devletin derinliğiyle modern toplumda gördüğümüz derin devlet denilen şey bir ve aynı şey değildir. Mahiyeti de birbirinden hem farklıdır hem de zıttır. Birincisi akil adamlar ve manevi yapılardır, diğeriyse, karanlık alana geçmiş bir takım kişi ya da cemiyetlerdir. Bunlar aslında temelde dünyanın derin devletidir. Muhtelif ülkelerde de bunların tasarrufları vardır. Bunlar modern derin devletlerdir. Karanlıkta bir yapıdır, kurala kaideye bağlı değildir. Zaten bu mahiyetinden ötürü, doğrudan doğruya kaos çıkarmakla mükellef gibidir. Edward Bernays diye bir yazardan alıntı yaptım; Freud’un yeğenidir, Amerikan devletine akıl veren adamlardan biridir: “Modern toplumlarda seçimler olmakla beraber, gerçekte biz Amerikan başkanını çoğunlukla bir otel odasında seçiyoruz” gibi bir şeyler söyler. Zaten böyle olması gerektiğini de söylüyor, “Toplumları milyonların yönetemeyeceği açıktır. Bu işi ehil, profesyonel, sayısı birkaç yüzü geçmeyecek bir ekibin yönetmesi normaldir” diyor.
Peki o otel odasında seçilen ismin, halk tarafından seçileceği ne malum? Sürpriz olamaz mı?
Aslında benim kanaatim, bütün adayların seçildiği. Ganyanda ayak kapatma diye bir şey vardır: Bütün atlar sizin için koşuyorsa, kaybetmeniz mümkün değildir. Bu sağlanmaya çalışılır. At size koşmuyorsa, o at sakatlanır, jokeyi düşer. Büyük ölçüde bütün aktörler denetlenmeye çalışılıyor.
Derin devlet niye çıktı? İhtiyaçtan mı?
Modern toplum yapısıyla alakalı. Modern toplum her şeyi, daha doğrusu ‘bir’i ikiye bölmekle mükelleftir. Terminolojisiyle söylersek bu, şirkin tezahürlerinden biridir. Devletin bir olması gerekir. İkiye bölünce bir bölümü karanlıkta kalmaktadır, asli devlet de karanlıkta kalan yapıdır. Zaten karanlıkta olduğu için ona karşı herhangi bir sual sormak, sorgulamak da mümkün olmamaktır. Bunun bizim tarihimizde de var olduğunu söylemek büyük bir hatadır. Eğer bir hatadan dolayı söyleniyorsa. Esasen Osmanlı’da devletin derinliği meşayihtir, kurumlardır, divanlardır. Birçok padişah manevi büyüklere tabiidir. Orta Asya’nın Turani geleneğinde de bu yoktur. Orada da ‘Ak Saçlılar’ vardır. Son birkaç yıldır onların hâlâ var olduğu söylenir oldu. Hâlâ varlar mı, yoklar mı bilmem ama Orta Asya’daki ihtiyarlar heyeti gizli kapaklı iş çeviren insanlar değildi. Turani göçebe Türk topluluklarında devletin manevi cephesiydi onlar. Kuralsız iş yapmazlardı, karanlık bir tarafları yoktu. Devlet adamları hata ettikleri zaman onları ikaz edip doğru istikamete sevk etmekle mükelleftiler.
Buradaki derin devlet aslında görünen ulaşılan bir derinliğe sahip yani.
Bununla modern derin devlet arasındaki yapısal farkı görmek lazım. Hem yapısal hem de işlevsel farklar var. Bu farklılıklar ise modernitenin yapısıyla alakalı. Aksi halde dünyada ve Türkiye’deki bu kadar garip oluşum nasıl izah edilebilir? Farzı muhal IŞİD. Dünya âlem diyor ki bunun arkasında, önünde bir güç var. Normal olarak bir devlet “Ben bunun arkasındayım, önündeyim” diyebilir mi? Doğal olarak dünyadaki güçlerin göze görünmeyen karanlık yanlarının bu işin içinde olduğunu bilmek gerekir.
Bu çağın getirdiği şeylerden biri derin devletse, Türkiye de bu yapılanmadan payını aldı. En son çıkan FETÖ yapılanması da bir derin devlet yapılanması sayılabilir mi?
FETÖ’ye paralel devlet denildi. Kısmen doğru ama daha ziyade derin devletin kollarından biri. Arkasında, önünde şu var, bu var denildi. Çok büyük ihtimalle yeryüzündeki bu derin devlet, devletler-üstü küresel oligarşi diyebileceğimiz bir yapıdır. Böyle bir tanım da getirilebilir. Bu yapı da yeni bir şey değildir. Mazisi modernitenin başlangıcına kadar uzanır. Muhtelif izlerini üç yüz, dört yüz senedir görüyoruz. Birleşmiş Milletler gibi, NATO gibi kurumlar da, bir takım uluslararası şirketler de bu yapıya dâhildir. Daha evvelinde sürekli söylenen masonik cemiyetler de vardır. Böyle bir yapı yeryüzünde mevcuttur. Çok büyük bir ihtimalle, Türkiye’deki bu FETÖ denilen yapı onunla irtibatlıdır. Bu haliyle de derin devlet denilen şeyin kollarından birisidir; kendisi değildir. Muhtemelen şöyle bir şey oldu: Ergenekon operasyonları birden fazla sebepten dolayı karman çorman bir hale getirildi. Yıllardır toplumun bazı kesimlerinde var olan, devletin iş ve eylemlerinin sorgulanması, yasa dışı yanlarının açığa çıkarılması özlemi bir manivela gibi ustaca kullanılarak Ergenekon operasyonlarının meşruiyet zeminini oluşturuldu. Bu zemini kullanarak bu yapı kendisine alan açtı. Dışarısı da belki ıskartaya çıkması gereken bir takım adamlarını tasfiye etti veya dönüştürdü; yerine başka bir ekip koydu. Ama FETÖ denilen yapı, devletler-üstü küresel oligarşinin irtibatlı olduğu bir yapı olarak tezahür etti. O yüzden Birleşik Amerika’nın onu Türkiye’ye vermesi oldukça zordur. En fazla bir başka ülkeye gönderebilir ama Türkiye’ye; vermesi zordur.
Neden?
ABD her zaman bir nevi güçler koalisyonudur. Müslümanlara aldığı tavra rağmen Donald Trump’ın daha pozitif işler yapacağı beklentisi var. Şunu unutmamak lazım, 1950 sonrası askeri müdahalelerin yüzde 70’i Cumhuriyetçi Parti zamanında oldu. Belki bir 11 Eylül olmaz ama ABD ona benzer bir şey yaşayabilir. 11 Eylül’de de ABD’nin bir şey yapması isteniyordu. Küresel oligarşinin ABD’deki elemanlarının katkısıyla oldu. Yine 15 Temmuz’da Küresel yapının ABD ve CİA içindeki bazı unsurları FETÖ’ye destek verdi. Muhtemelen bir kaos ortamı oluşturmak için destek verdi. Dolayısıyla Gülen’i onlara rağmen teslim etmek zordur.
FETÖ’nün verdiği hasarlar kalıcı olarak çözülebilir mi?
Evet. Türkiye devletinin birçok konuda hataları, zafiyetleri olsa bile -ajitasyon niyetiyle değil bir kanaat olarak söylüyorum- ciddi bir devlet geleneği ve refleksi mevcuttur. Bu olayın altından kalkar. Maliyeti belki biraz yüksek olur ama kalkar. Bu hemen gerçekleşmez tabii. FETÖ olayı karışıktır. 2016’da bu olay oldu, fakat 2015 yılında FETÖ yapısındaki bir takım önde gelen şahısların geriye çekildiği, hatta ortadan kaybolduğu, aslında o pozisyonun vazifelerini tam yerine getiremeyecek, sağdan soldan toparlanan insanların ön plana yerleştirildiği de söyleniyor. Yapının muhtemelen asıl yönetici ekibi, beyin takımı kendisini bir yerlere gömdü. Yapının beyin takımı ne kadar ele geçirilebilir orası kuşkulu. O kişilerin bir takım gizli servislerle ilgisi olabilir. Ele geçmemeleri gerekebilir. Belki böyle bir planlama olduğu da biliniyordu. Bunun başarısız olabileceği de belki hesaba katıldı. Ama 15 Temmuz’da başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, onun riyasetinde hükümet devlet ve milletin gösterdiği dirayetli tavır neticesinde 15 Temmuz terör ve işgal teşebbüsü akamete uğratılmıştır.
***
Osmanlı tam anlamıyla devlet-i aliyedir
Devlet geleneğini nereden miras alıyor Türkiye?
Söylenenler doğrudur: Orta-Asya Turani gelenekten. İslam medeniyetinden elbette. Roma’dan, Pers devlet geleneğinden alıyor. Tüm bunların bir sentezidir. Türklerin zaten çabuk öğrenip adapte olabilmek gibi bir hususiyetleri var. Dolayısıyla bunların hepsini mezcedip ortaya bambaşka bir şey çıkarabilmişler. Osmanlı devleti bu: Devlet-i Aliye. Bu ismi de hak ediyor. Cumhuriyet her ne kadar redd-i miras yapmaya çalıştıysa da bunun devamıdır. Bu mirasından ötürü olumsuz sonuçları olsa da zaman içinde dönüşmeye muktedir olacaktır. Maliyeti yüksek olur ama olur. Asıl olarak derin devlet nasıl gelişti, kimse farkında değil miydi, toplum katında niye teveccüh gördü, bu soruların sorulması gerekiyor.
***
Sultan Abdülhamid’i tahttan kim indirdi?
Kritik dönüm noktaları neler?
Darbelerin prototipi 31 Mart 1908. Akabinde Sultan Abdülhamit’in tahtan indirilmesi. Şu anda bile işin arkasında kimin olduğu anlaşılamamıştır. Üzerinden 100 sene geçti. Hisseli harikalar kumpanyası gibi. Ermeniler var, İslamcılar var, İttihatçılar var. Bunlar kendiliğinden mi bir araya geldi? Üst amir bir gücün çoğunun farkında bile olmadan onları sevk ve idare ettiğini düşünmemiz mümkündür. Büyük ihtimalle de böyle oldu zaten. Kitapta Orhan Kabıbay’a özel bir bölüm ayırdım. Saffet Lütfi Tozan var örneğin. Bu kişinin önemi Prens Sabahattin zamanından beri görünen bir karakter olmasından kaynaklanıyor; onun katibi mesai arkadaşıdır. 2. Dünya Savaşında çok aktiftir. Yine 12 Mart’ta Cemal Madanoğlu’nun arkasında olduğu da söylenir. Nereden nereye. Bunlar Türkiye’nin son 100 yıllık tarihinde kamuoyunun bilmediği veya bilse de iş ve işlevlerini fazla bilmediği isimler. Yakın tarihi biraz daha iyi anlamamın yollarından birisi de bu tip isimleri takip edebilmektir.