Nureddin gibi Selahaddin’i de unuttuk

Selahaddin/ Şarkın Kartalı, Kasım 2018’de Ketebe Yayınları tarafından okuyucu ile buluşturuldu. KİTAP Şiirleriyle tanınan Ali Emre’nin roman üçlemesinin ikincisi. İlk romanında Selahaddin’in fetihlerine Zemin Hazırlayan Nurettin Zengi’yi işlemişti Emre. Coşkulu ve destansı anlatıma sahip olan bu romanların üçüncüsünün Baybars’ı konu edineceğini ifade ediyor. Batının hiçbir zaman Selahaddin Eyyubi’yi unutmadığını, böyle kıymetli bir insanın nasıl olur da Müslümanların içinden çıktığının cevabını aradıklarını söyleyen Emre, “Müslümanlar, Nureddin gibi Selahaddin’i de unuttular. Bir iki kitap dışında, yüzlerce yıl adını anan bile olmadı” diyor.

Biz sizi daha çok şiirlerinizle tanıyorduk. Roman yazma niyetiniz nasıl hâsıl oldu? Roman yazmaya başlamadan önce poetik kaygılarınız var mıydı?

Aslında önce biyografi yazmayı düşünüyordum. Fakat zamanla fikrim değişti. Bazı arkadaşların da önerisiyle, zaman zaman yarı belgesel özellikler de taşıyan bir roman yazmaya koyuldum. Tarihî roman alanında Türkçedeki bütün kalburüstü romanları okumuşumdur sanırım. Bu okumaların da etkisi olmuştur muhakkak. Bunu bir ödev olarak gördüğümü de söylemeliyim elbette. Edebiyatçı tarafı da olan bir Müslümanın ödevi. Nureddin’i, kimse yazmadığı için yazdım. Aynı şekilde, Müslümanların içlerine sinerek, yüzleri kızarmadan okuyabilecekleri bir Selahaddin romanı olmasını da istedim. Doğu ve Batı edebiyatlarında tanınmaz hâle getirilmiş çünkü Selahaddin. İftiralar atılmış, sulu aşk ve cinsellik hikâyeleriyle hayatının ve mücadelesinin üstü örtülmüş, o büyük hüznü ve yalnızlığı göz ardı edilmiş.
Tarih, biraz da kim yazarsa, kim ilgilenirse onundur. Bir şeyin kendisinden, kendi gerçeğinden sonra en değerli, kıymetli tarafı onun sanat yoluyla anlatılması, yaşatılmasıdır. O kadar ki günümüzde tarihi yazmak, tarihi yapmaktan daha değerli, daha belirleyici hâle gelmiş gibidir. Ve tarih, geçmişin koynunda kalan bir toplam değildir. Bugünümüze karışır. Geleceğimize ışık tutar, istikamet tayin eder. Hayatımızın bütün kimyasına bir şekilde katılır, müdahale eder. Tarihi olmayan inançlar, toplumlar, topluluklar, çevreler bile en azından fantastik bir tarih icat ediyorlar, inşa ediyorlar bugün. Amerikan filmleri, dizileri bu dikkatle incelenebilir. Ve biz kendi tarihimizi, kahramanlarımızı, kadın erkek çok sayıdaki öncümüzü başkalarından okuyoruz hâlâ ne yazık ki.

DİRENCİMİZİ BİRİKTİRİYORUZ

Selahaddin ve Nureddin’in Müslümanların birleşmesi için Sünni bir duyarlıkla hareket ettiklerini ve kâfirlere karşı cihat ettiklerini görüyoruz. Bu bağlamda günümüz İslam dünyasındaki gelişmeleri değerlendirebilir misiniz?

Hem olumluluklar hem de olumsuzluklar yönünden dokuz, on asırdır hiçbir şey değişmemiş gibi neredeyse. Ha 12. yüzyıl ha 21. yüzyıl, rakamların yerlerini değiştir, birçok şey aynı. Filistin’e, Mısır’a, başka ülkelere ve özellikle de Suriye’ye baktıkça kanayan gözlerimiz, ezilen yüreğimiz, boyumuzu aşan gözyaşlarımız, cihanı tutan dualarımız, ateşten gömlek gibi bizi yakıp kavuran çaresizliğimiz ve öfkemiz, aklımızı ve kalbimizi sürekli onaran umudumuz var o satırlarda aynı zamanda. Bugün de fikrî ve fiilî olarak işgal altında topraklarımız. Bugün de birçok yerde düşmandan çok birbirimizle uğraşıyoruz. Dağılmış, parçalanmış durumdayız. Bugün de uyku ile uyanıklık arası bir süreç yaşıyoruz. Direncimizi, kardeşliğimizi biriktirmeye çalışıyoruz. Dünya yansa umurlarında olmayan, katillerle aynı kaptan yemekten hiç utanmayan idarecilere karşı öfkemizi bileyliyoruz. Düşkünlüğü, cehaleti, vurdumduymazlığı, aymazlığı geriletmeye gayret ediyoruz. Henüz güçsüzüz. Fakat ye’se düşmüyoruz.

YAPAMADIĞINI BAŞKALARINA BUYURMADI

Selahaddin, Müslümanların kendi aralarındaki mücadeleleri bıraktırıp onları Haçlılara karşı birleştirmeyi hedeflemiş ve bunu başarmış bir lider. Bu başarıdaki sır nedir?

Başka yerlerdeki vurgular bir tarafa, kitabın sonlarında yer alan Kartalın Kanatları Altında bölümünde bu sorunun cevabını verdiğimi sanıyorum. O bölüm, bu dikkatle okunabilir. Fakat şu hususu da hatırlatayım: Başarının sırrı daima çok çalışmaktır. Selahaddin, kesintisiz bir ceht içinde oldu. Çabalarını kendi güzel örnekliğiyle süsledi. Adaleti, merhameti, kardeşlik bilincini, samimiyeti, paylaşmayı, sadeliği elden bırakmadı.
Allah’ın yoluna adanmış bir ömürdü onunki. Askerlerin karnını doyurmadan sofraya oturmadı. İlme ve istişareye önem verdi. Yapamadığını başkalarına buyurmadı. Kendisi için bir şey biriktirmedi. Cenazesi bile borç parayla defnedildi. Hayatın birçok alanını birlikte ayağa kaldırdı. Yıllarca doğru dürüst uyumadı. Krallar ve özellikle Rişar, Kudüs’ü ele geçirmek için kıyıya yığıldıklarında yıllarca gözüne uyku girmedi. Daha elli beş yaşındayken vefat etmesine yol açan da aşırı ve hızlı yaşlanmaydı. Sır, kafamızın kıymetli düşüncelerle, tasalarla yanıp tutuşmasıdır.

AĞLAYARAK YAZDIĞIM BÖLÜMLER VAR

Kitaptaki üslup, coşku dolu destansı bir üslup. Anlatıcı olarak mevcut heyecanı okuyucuya da aksettiriyorsunuz. Kitabı bu coşku ve heyecanla mı yazdınız yoksa romandaki olaylar tabiatı itibariyle mi heyecan verici?

İkisinin de etkisi vardır. İnsanı etkileyen, sarsan çok sayıda sahne var, çok farklı insanî eşikler var Selahaddin’in hayatında. Karmaşık, acılarla dolu, çırpınıp duran bir insanlık denizi var aynı zamanda etrafında. Herkesin arayışı, acısı, beklentisi farklı. Sadece Müslümanlık için değil, bütün insanlık için benzersiz bir zaman dilimi Haçlı Seferlerinin yaşandığı o yıllar. Aradan onca yüzyıl geçmesine rağmen bizi hâlâ etkiliyor. Frenk cephesinde de insanın içini parçalayan olaylar yaşanıyor. Onları da vermeye çalıştım yeri geldikçe. Benim yazma tarzım, üslubum da duygu merkezlidir biraz. Kişiyle, yaşanan olayla ilgili duyguyu açığa çıkarmadan ilerleyen bir metnin eksik olduğuna inanırım. Önemli çıkarımlar, dönüştürücü düşünceler bile bu duygu ve heyecan dalgasının üzerine inşa edilebilir. En etkili düşünce; hakikatli duygudur. Bu gerçeği daima göz önünde bulundururum. Ağlayarak yazdığım bölümler vardır bu yüzden. Elli kere okuduğum hâlde hâlâ gözyaşlarımı tutamadığım sayfalar vardır. İnşallah hak eden okuyucuda hak ettiği karşılığı bulur.

YÜZLERCE YIL ADINI ANAN BİLE OLMADI

Selahaddin’in vefatından sonra İslam dünyasında ne gibi değişiklikler oldu?

Her zaman olanlar yine oldu. Oğulları ve kardeşleri bir süre birbiriyle didişti. İç kavgalar yaşandı. Elli yıl sonra da Memlükler, Eyyubiler’i devirdi. Haçlı Seferleri de devam etti. Düşkün olanla değer aşılayıcı olan bir arada bulundu. Ve Müslümanlar, Nureddin gibi Selahaddin’i de unuttular. Bir iki kitap dışında, yüzlerce yıl adını anan bile olmadı. On dokuzuncu yüzyıl sonlarına dek böyle bir gaflet ve nankörlük yaşandı. Nihayet bu yıllarda Namık Kemal onunla ilgili bir risale yazdı, Evrak-ı Perişan içinde yer alan. Çürümek üzere olan tabutuyla, mezarıyla da II. Abdülhamit ilgilendi. Fakat Batı hiç unutmadı. “Böyle kıymetli bir insan nasıl olur da Müslümanların içinden çıkar?” sorusuna sürekli cevap aradı. Selahaddin’in dirisine, mirasına, çabasına gösterilmeyen ilgi; ölüsüne, imajına, efsanesine gösterilerek çarpıklıklar artırıldı. Fakat bunların arasında yükselen sahici çığlıklar, çağrılar da yiğitlerin kalbini titretti, titretiyor. Başımızı ara sıra dik tutabiliyorsak bu biraz da “Müslümanların arasında şerefli bir erkek yok mudur?” diye feryat eden analara, kadınlara kulak veren güzel ve salih insanlar sayesindedir.

NUREDDİN ŞARK’IN KANDİLİ

Daha önce de Nureddin Zengi’yi anlatan bir roman yazmıştınız. Zengi’nin, Selahaddin’in fetihlerinin zeminini hazırlayan bir kahraman olduğunu göz önünde bulundurduğumuz zaman Selahaddin / Şarkın Kartalı romanının, Nureddin Zengi’nin bir devamı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet. Tarihî gerçeklikteki devamlılık bu kitaplarda da söz konusu. Nureddin, bir bakıma “Şark’ın kandili”. Babasının süreğenlikten uzak, bölük pörçük çabalarını ayrı tutarsak, ilk büyük önder Nureddin. Hem küresel Haçlı istilalarının yaşandığı hem de Müslüman dünyanın her alanda bir çöküş ve çözülmeye maruz kaldığı bir dönemde ilk uyanan o. Arayarak, onararak yaktığı devasa kandil ile Müslüman Şark’ı üryan hâle getiriyor. Başını kuma sokanların, gözünü yumanların arasında ayağa kalkıyor; görüyor, görmeye tahammül ediyor ve herkes için görünür kılıyor. Bugünküne benzer bir durum yaşanıyor o yıllarda da. Ve Nureddin Zengi, suyunu tersine akıtmayı başarıyor. Müslümanların birliği için didiniyor. Elliden fazla beldeyi Frenklerden geri alıyor. Musul’un, Halep’in, Şam’ın ve Kahire’nin kalbini ve kaderini birbirine bağlamaya çalışıyor. Kudüs’ün yeniden özgürleştirilmesini merkezî hedef hâline getiriyor. Bugünün diliyle söylersek elliye yakın üniversiteyi ihya ediyor, elliye yakın üniversiteyi de kendisi yaptırıyor.

DOST DÜŞMAN HERKESE PARMAK ISIRTTIRIYOR

Kadınları, genç kızları ve yetimleri de bu çok yönlü uyanış ve dirilişin öznesi hâline getiriyor. Birçok insanı, yöneticiyi de etkiliyor. Babası Eyyub ve amcası Şirkûh, Zengiler’in aile dostu. Büyük işleri birlikte başarmışlar. Hassasiyet sahibi Türkmenleri, Kürtleri ve Arapları bir araya getirmişler. Nureddin’in Mısır emiri olan Selahaddin de “Efendimiz” dediği Nureddin’in hedeflerini gerçekleştirmek için ceht ediyor. Devlet, asker, kadro, sancak ve hatta rüya temelde aynı. Kendine özgü hassasiyetlerini, meziyetlerini de yürüdüğü yolun işaretleri, kılavuzları kılıyor. Yarım kalan rüyaları gerçeğe dönüştürüyor. Bazı Batılı tarihçiler, Nureddin ve Selahaddin olmasaydı bugün İslam dini diye, Müslüman bir topluluk diye bir şey olmayacaktı belki de, diyorlar ki bu yorumda doğruluk payı vardır. Bugünün insanları olarak biz de onlara çok şey borçluyuz.

ÜÇÜNCÜ ASLAN BAYBARS

Bu kitaplar bir seriyse, serinin devamı gelecek mi? Kimleri yazmayı düşünüyorsunuz? Eğer gelecekse, serideki kahramanların ortak özelliklerinden ve tarihî rollerinden bahsedebilir misiniz?

Evet, gelecek inşallah. Yirmi yıl önce bu konularda okumaya başladığım zaman bir üçleme oluşmuştu zihnimde zaten. Peş peşe tarih sahnesine çıkan üç büyük yükselti, üç kıymetli insan, Müslüman Şark’ın üç aslanı. Üçüncüsü de ömrüm vefa ederse Baybars olacak. Baybars’ın da çok ilginç bir hayat hikâyesi var. Haçlıların Müslüman coğrafyadaki son kalıntılarını ortadan kaldıran adam. O da bir Kudüs âşığı, bir Kudüs hizmetkârı. Aynı zamanda Haçlılar gibi başka bir küresel istilaya ve yıkıma yeltenen Moğolları durduran, püskürten önder. Onun hakkında da çok az bilgiye sahibiz. Türkçe kaynaklar çok yetersiz daha doğrusu. Biraz okumam, araştırmam gerekecek. Onun için biraz ara vereceğim. Birkaç yıl sonra yazacağım onu inşallah. Tarih dediğimiz toplamı, Kur’an’da olduğu gibi, sadece geçmişte yaşanan ve şimdiyi etkileyen bir unsur olarak değil; direkt olarak istikbalin kimyasını hazırlayan bir değerler dizgesi olarak görüyorum ben.

SABIRLI VE BÜTÜNCÜL BİR DİRENİŞ

Romanınızı yazarken gerçeğe ne kadar bağlı kaldınız? Nasıl kaynaklardan beslendiniz? Ne kadar sürede tamamladınız?

Nureddin Zengi’yi yaklaşık yirmi yıllık okuma, araştırma cehdi sonunda yazmıştım. Okuduğum kitapların çoğu Selahaddin’le, Haçlı Seferleriyle, Eyyubilerle ilgiliydi. Dolayısıyla Selahaddin hakkında da bir birikim oluşmuştu. Notlar almıştım. Yazım aşaması bir yıl sürdü. Nureddin konusunda temel kaynak İbnü’l Esîr’di. Bunda İbn Şeddad. Son altı yılını Selahaddin’in yanında geçiren, Sultan’a arkadaşlık eden, yaşadıklarını ve tanık olduklarını günü gününe yazan kıymetli bir adam İbn Şeddad. Kitapta ona yer verdim zaten. Aynı zamanda İmadeddin İsfehanî, İbnü’l Esîr de geçiyor kitapta. Kronolojiyi de mümkün mertebe gözetmeye çalıştım. Fakat kurguya dayalı çok sayıda alt bölüm, çok sayıda hikâye de var. Haçlı istilası hakkında derli toplu bir fikir edinebilecektir okuyucu mesela. Bu toplam içinde Kral Rişar, İmparator Barbarossa, Kraliçe Sibylle, Reynald de Châtillon, İbelinli Balian gibi çok sayıda Batılı figürün yanı sıra Reşideddin Sinan, Muzaffereddin Gökbörü, İbn Cübeyr, İkinci Kılıç Arslan, İbn Meymun, Şehabeddin Sühreverdi, İbn Rüşd gibi önemli isimlere, Selahaddin’in yakın arkadaşlarına ve akrabalarına rastlamak da mümkün. Van Gölü kıyılarında kılınan akşam namazı, Muvahhidler’in ülkesindeki arayışlarla bütünleşiyor. Halepli kadınların çırpınışları, Diyarbekir önlerindeki meraklı bekleyişle kaynaşarak okuyucuyu yol arkadaşlığına çağırıyor. Zaman zaman şiirli bir anlatımla, Sultan’ın kızı Munise’nin gözyaşları Aksa Mescidi’ne konan minbere, Köle Sancar’ın iç burkan sevdası Akkâ önlerindeki kan ve çamur deryasına karışıyor.

Benzer konular