Müslüman neşeli olur

Türkiye’de başlayan hayat hikâyesi, Newyork’ta son bulan Tosun Bekir Bayrak, Cumhuriyet tarihiyle eş ilerleyen ömrüne nice tanıklık sığdırdı. Kurtuluş Savaşı gazisi bir babanın oğlu olarak 1926’da dünyaya gelen, Cumhuriyetin ilk yıllarına tanıklık eden, II. Dünya Savaşı sonrası eğitim için gittiği Londra’da Can Yücel ve Bülent Ecevit’le aynı evi paylaşan, 60’larda ABD’de hükümetini çaresiz bırakan sanat performanslarıyla Vietnam Savaşı karşıtlığının yükselmesine neden olan, Metropolitan Müzesi’ne daimi sanatçı olarak kabul edilen Tosun Bayrak, aynı zamanda önemli bir Müslüman figürdü. New York’ta Cerrahi Dergâhı postnişini olan Bayrak, Irak savaşı sırasında bölgedeki Müslümanlara dikkat çekmek için orada çeşitli hizmetlerde bulunmuş, Bosna Savaşı sırasında cepheye yapılan yardımlara da ön ayak olmuştu. El Hacc Eş Şeyh Tosun Bayrak, 92 yaşında ahirete intikal etti. Vefatı dolayısıyla eski röportajlarından oluşan bir derleme yaptık.

“Amerika’da bir Türk” kitabınız Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana gelen süreci anlatıyor, o günlerden bugüne ne değişti?

İnsanlarda savaşlardan gururla çıkmanın ciddiyeti vardı. İşin tuhafı, şu yaşadığımız günler bana Atatürk devrini hatırlatıyor. Çünkü yurtdışında Türkiye’ye ve Türk’e hürmet var. Şimdi herkes siyasi oldu. Türkiye siyah/beyaz Türklere ayrılıyor. Biz de ‘siyah Türkler’e dâhiliz ama akrabalarımız arasında epey ‘beyaz Türk’ tanıyorum. Beyaz Türkler de halinden memnun…

1. Dünya Savaşı’nın ardından Londra’da Can Yücel ve Bülent Ecevit’le birlikteydiniz. O dönemde yurtdışında yaşayan Türkiyeli sanatçılar için hayat nasıldı?

Biz beynelmilel sanat havasına girmek, İngilizleri, Fransızları, Amerikalıları tanımak istedik. Bedri Rahmi, Avni (Arbaş), Fikret Mualla’yı çok iyi tanırım, Bedri can ciğer arkadaşımdı. Fransa’ya gidince resmimizi duvarına asmadı kimse. Ne Bedri’yi, ne Avni’yi, ne başkasını. Sokak aralarında oturur konuşurduk, yaşar giderdik. “Türkiye’de tanınmadık da orada tanındık” diye bir şey yok.

İYİ BİR YAPI GİTTİĞİ YERDE BOZULMAZ

Batı’da İslam algısının kötüleştiği bir dönemde New York’ta Cerrahî- Halvetî Dergâhı’nın başındasınız. İslamiyet’e önyargılar varken, siz ne gibi sıkıntılarla karşılaştınız?

Müslüman olduğum için kimseden menfi bir tesir görmedim. Hareketimize, düşüncelerimize mani olmak yahut da sual etmek gibi bir hal katiyen olmadı. Muhakkak olan şey şu ki, ABD’de değil bütün dünyada Müslümanlara düşmanlık mevcut. Bu düşmanlık içtimai değil, siyasi. Amerikalı ya da Avrupalıya bir düşman elzem. Ve düşmanın zayıf olması daha güzel. Maalesef Müslüman devletleri olarak zayıfız. Biz ideal düşmanız. Fakat bir Amerikalı bir Müslüman’a düşman değil. Amerika’da çoğu zaman işin sahtesine rağbet var. Çünkü daha ucuz ve daha kolay. Tasavvufun da sahteleri dolu. Hıristiyanlık da Yahudilik de aynı vaziyette. Oraya iyi niyetle gidenler ya bozuluyor ya yok oluyor. Biz burada ne gördüyse onu tatbik ediyoruz. İyi bir otomobil nasıl ki Mısır’da da, Çin’de de iyi çalışırsa, onun gibi iyi bir tesis iyi bir yapı da gittiği yerde bozulmuyor. Zaten işin kötüsü, bozulursa tamiri yok.

Sizin Vietnam Savaşı sırasında ABD’de yaptığınız sanat performansları günümüzde bile tartışılıyor, o dönemde “shock art” diye anılan akımın kurucu ismisiniz. Bu fikirleri nasıl hayata geçirdiniz?

Naçizane kanaatimde resmin, heykelin, sanatın birçok vasfı var. Ama işin en mühimi insanın kendini bilmesi. Daha deruni şeyleri kavraması. Bunu o dönemde şok terapi yöntemiyle yapmaya çalıştık. “Bir sanat şoku yapayım, neticesi ne olacak” diye düşündüm. Onu tecrübe ettim. Birisini Müslüman etmek için de o tesir lazım. Öyle bir Müslüman olmalı ki, “Ben Müslüman oldum, Hıristiyanlar, Yahudiler pis insanlardır” demesin, hakikaten insan olsun. O kolay iş değil. Tasavvufta ihvan daimi surette beraberdir. Beraber iş yapmak, hizmet etmek beraber namaz kılmaktan daha hayırlı.

Sizin hayatınız da “tasavvufla tanışmadan önce ve sonra” diye ikiye ayrılıyor değil mi?

Amerika’da Bir Türk kitabında dikkat ederseniz, Efendim Muzaffer Ozak’a biat ettiğim güne kadar hayatımı başka biri anlatıyor. “Tosun geldi Tosun gitti” ifadeleri biat bahsinden sonra birden bire “Geldim gittim”e dönüyor. Bazıları şaşırıyor onu okuyunca. Tasavvufa intisap etmeden önceki devir sanki başka birisiymiş gibi. O zamanlarda hayat sanki bir oradan bir oraya atıyordu. Ondan sonra gene atmaya devam etti ama bu sefer elimden tutarak. Bazı insanlar doğuştan görmeyi sevmiyorlar. Bakıyorlar da görmüyorlar. Nedense Allah-u Teala beni gördüğüme dikkat ettirdi. O devirde dahi. Beyazı bilmek için karayı, iyiyi bilmek için kötüyü, sıhhati bilmek için hastalığı bilmek lazım. Onun için o kırk seneye müteşekkirim. İyi bir ders oldu o.

HAKİKİ MÜSLÜMAN SAMİMİ OLUR

Batı menşeili ‘İslamiyet modern dünyanın ihtiyaçlarına karşılık vermiyor’ tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir haham efendi geldi dedi ki, “Kuran-ı Kerim arasındaki Yahudi aleyhtarı parçaları değiştirilemez mi?” “Evladım” dedim, “1500 yıl geçti değişmedi, bu değişmez.” İslamiyet modernleşmez. Efendimiz Hz. Muhammet ne kendinden bir laf söyledi, ne kendinden bir iş yaptı. Ama deveyle otomobili değiştir. Sen simit yuvarlak dersin, ben köşeli derim. Ama simit simittir. Tefsir, çayın çaylığını, simidin simitliğini bozmaz. Fakat namaz kılmıyorsun, “Kalbim temiz, ben Müslümanım” diyorsun. Çıkar kalbini görelim.

Ama Türkiye’de bu tür bir İslamiyet algısı çok yaygın…

O algı daima vardı. Samimiyet ihlastır. Olduğu gibi görünmektir. Müslüman da demiyorum, insanların samimi olabilmesi. Olduğun gibi görünmek için aslını bilmen gerekir. İnsanın kendini bilebilmesi için dışarıyla münasebette olması lazım. Mümin müminin aynasıdır. İnsanların başka insanlarla, kültürlerle temasta olması lazım ki, kendini bilebilsin. Bence bir insanın bilhassa bir Müslümanın, hakiki insan, hakiki Müslüman olabilmesi için samimi olması lazım. Tarikatta gayret buna doğrudur.

ABD’li çok öğrenciniz var mı?

Her gittiğimiz memlekette ehl-i şeriatla gayet sıkı fıkıyız. Fransa olsun, İngiltere olsun, bilhassa ABD’de olsun, bir imam efendi El Ezher’de tahsil etmiş olsun, o kimseyi Müslüman olmaya teşvik edemiyor. Ama biz Allah’ın izniyle yüzlerce ailenin Müslüman olmasına vesile olduk. Neden? Tasavvufun pek bahsedilmeyen bir tarafı vardır. Kimse tasavvufun İslam’ı keyifli ettiğini söylemez. Bütün ihvan şimdi şıkır şıkır oynuyor Ramazan geliyor diye. Efendim Muzaffer (Ozak) bizi ikindi zamanı Beyazıd Camii’ne götürürdü. Neden bahsederdi biliyor musunuz? Zeytinyağlı dolmalar, limonatalar… Ama nasıl anlatmak? Kendinizden geçersiniz… Tasavvuf şeriatı güzelleştirmek, şekerleştirmek, etrafına güzel koku sürmektir. O zaman bayıla bayıla namazını da kılarsın, orucunu da tutarsın. Bundan dolayı el âlem kapış kapış geliyor. Neşeli Müslümanlık önemlidir. Biz bir sefer hacca gittiğimizde İranlılarla aynı otelde kaldık. Benim bildiğim Müslüman’ın hacda şıkır şıkır oynaması lazım. Sevin, azıcık gül… Yoo, surat bir karış.

KARDEŞİN HIRSIZ OLSA DA YARDIM EDERSİN

Bosna Hersek’te, Irak’ta savaş sırasında bulunmuşsunuz. Bu anlamda İslam coğrafyasının yardımlaşma konusundaki durumunu nasıl buluyorsunuz?

Efendimiz Resulullah’ın “Benim ümmetim bir vücut gibidir, onun parmağı ağrırsa, bütün vücut ağrır” mealinde bir hadisi var. Ehl-i tasavvuf olsun, sofu olsun, terörist dedikleri cinsten olsun. Kim olursa olsun. İnsanın kardeşi hırsız olur, katil olur, namussuz olur, yahut çekilmez bir insan olur. Ama hastalanırsa yine ona yardım edersin. Onun gibi. Beni en üzen şey Müslümanların birliğinin kaybolması. Bütün hutbelerin sonunda ona dua ederim.

Batıda İslam algısının giderek bozulduğu, terörizmle eşdeğer tutulduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu sorunu nasıl karşılıyorsunuz?

Müslümanlığın derdi maalesef tahsil derdi. Bugünkü Müslümanların çoğu dinini bilmiyor, dinini bilmediği gibi okuyup yazmasını da bilmiyor ve en kötüsü bilmemesine rağmen ben en iyi bilenim diyor. Hacca gittim, 30 dolarlık bir evlilik yüzlüğüm vardı, çıkarmasını unuttum. Otelde oturan adam “Haram” dedi. Orada oturmuş, önündeki riyalleri sayarken, benim yüzüğüme haram diyor. Yüzüğü çıkardım attım. Kalbinden parayı çıkaramamış, laf edebiliyor hâlâ. Mesele bu. Bilgi yok, tahsil yok, bilmemesine rağmen bilmediğini kabul etmeyip, yanlışı başkasına yüklüyor günümüz Müslümanı. Benim ümidim şu, bütün diğer dinlerin aslı aşağı yukarı yok olmuştur. Kuran-ı Kerim’in bir noktası bile tahrif olmamıştır. Dinini öğrenmek istersen Kuran-ı Kerim önümüzde, hadis önümüzde, Velilerin yaptığı tefsirler önümüzde. Benim ümidim var.

Sizde “İslam’ı anlamak istiyorum” sorusunun yanıtı nedir?

Tasavvufta inşallah kibirli olmayan Şeyh Efendiler olursa, “benim bildiğim budur, Allah daha iyisini bilir” diyen Şeyh Efendiler olursa, İslam daha iyi öğrenilir ve tatbik edilir. Ben evlatlarıma daima sünneti okumalarını tavsiye ederim. Allah-ı Teala Peygamber Efendimizi insan şeklinde Kuran-ı Kerim olarak gönderdi. Yapılacak her işin emsali olarak onu gösterdi. Karpuzla hıyarı beraber yemeyi çok severmiş. Hiç tecrübe ettiniz mi? Çok lezizdir. Yatarken nasıl yattığı, ne yediği ne yemediği, hanımlarına, çocuklarına nasıl muamele ettiği hepsi kayıt altında. İş uygulamak. Asıl mühim olan içindeki şeytan. 24 saat seninle beraber. Bizi kötülüğe sevk ediyor ama sevk ettiği en kötü şey kibir. İnsanlara bu kadar sene sonra edeceğim en büyük tavsiye bu namussuza mani olmaları. İnsan kul olmak için yaratılmış, kul sahibine hizmet eder. Hani nasıl ben nefes alıyorum diye gurur duymuyorum, bunu yaşamın doğallığında kabul ediyorum, insansam kulluk edeceğim, yardım edeceğim, çalışacağım, dövüşeceğim. Normal olan şeyi anormal gibi anlatmayacağım.

Benzer konular