Libya’da kazanan hep Batı oldu

Türkiye’de Libya denince akla gelen ilk isimle, gazeteci ve diplomat kimliğiyle öne çıkan Orhan Koloğlu ile Libya’yı, Kaddafi’yi ve Kaddafi sonrasını konuştuk. Çok özel hâtıraların eşlik ettiği, keyifle okuyacağınız bir mülakat ortaya çıktı. Bu mülakat, aynı zamanda önemli bir çağrıyı da ihtiva ediyor.

 

Libya dendiği vakit akla gelen ilk isimsiniz. Libya sizin için ne ifade ediyor?

Libya ile ilişkilerim her zaman başka oldu. Gerek babamdan dolayı, gerekse kendi ilişkilerim neticesi bu böyle. Kaddafi döneminde ben Türkiye ile Libya arasında sanki bir diplomatik temsilci gibi, iki ülke arasında mesajlar getirip görüren birisi olarak çalışıyordum. Kaddafi bana özel araç gönderir, önemli etkinliklerde bulunmamı, kendisine eşlik etmemi isterdi.

Başbaşa ne konuşurdunuz? Hatırladığınız özel bir mevzu var mı?

Başbaşa kaldığımızda siyaset konuşurduk.

Kaddafi hırsları boyunu aşan biriydi

Genel siyaset mi yoksa Ortadoğu özelinde bir siyaset mi?
Siyasi konuşmalarımızın merkezinde daha ziyade Türkiye olurdu. Kaddafi, Türkiye ile hep yakından ilgilenen biri olmuştur. Bu ilginin temelinde Türkiye’den kendi çıkarlarına nasıl menfaat sağlayabileceği konusu yer almıştır. Ben de çok yakından tanıdığım Kaddafi’yi her zaman “Şu küçük ülkenin liderindeki büyük hırsın netice olarak nereye varacağı” noktasında ilgiyle takip etmişimdir. Kaddafi Arap dünyasına liderlik etmek istiyordu. Bununla yetinmiyor, Afrika kıtasına liderlik etmek için ciddi paralar harcıyordu. Hatta bununla da yetinmiyor, dünya çapında bir lider olmayı hayal ediyordu. Zaten son dönemlerinde yaptığı icraatlara baktığınızda ipe sapa gelmez nice şeyler görüyorsunuz ki temelinde hep bu hırs yatıyordu.

Kaddafi 42 yıllık iktidarında sizce başarılı mıydı?
Kesinlikle hayır. Çok genç bir subayın birdenbire dünyayı idare eder pozlara bürünmesi şaşırtıcı, ibretlik bir durumdu gerçekten.

Konjonktür müsaade etmese bir Kaddafi figürü doğabilir miydi?
Bir kere kendi içinde Libya o kadar tuhaf bir ülke. Düşünün Trablus ile Bingazi arası çok büyük bir mesafe ve arada doğru düzgün yerleşim birimi mevcut değil. Uçsuz bucaksız bir çöl. İstanbul’dan çıktığınız vakit Kocaeli, Sakarya hep meskun vilayetler. Halbuki Trablus’tan çıkıyorsunuz Bingazi’ye varana dek 700-800 kilometre sadece çöl görüyorsunuz. Libya’nın içinde bulunduğu gerek coğrafi, gerekse sosyolojik bölünmüşlük başka bir vakıa. Bir de o vakit dünyanın içinde bulunduğu vaziyet de Kaddafi’nin lehine.

Kıbrıs’taki yardımın niyeti başka

Kıbrıs çıkartmasında Kaddafi’nin Amerikan ambargosunu delerek yaptığı yardım sıkça dile getiriliyor. Meseleye yakından vakıf biri olarak sizin görüşünüz hangi minvalde?
Kıbrıs hikayesinde yaşananları, Libya’nın ambargoyu delerek Türkiye’ye yardımda bulunmasını herkes dilediği şekilde yorumlayabilir. Fakat benim farkettiğim gerçek bambaşka. Kaddafi’nin bir kere Türkiye diye bir meselesi yok. En başta da söyledim. Türkiye coğrafyanın en büyük ve de tarihi derinliğe sahip devleti olarak Kaddafi’nin ilgisini hangi açıdan çekiyor, oraya bakmalı. Arap dünyasına, İslam coğrafyasına liderlik diye bir hedefi var adamın. Kendisi devrimci ya, Arapları hatta bütün İslam dünyasını güya Avrupalıların elinden kurtaracak ve kahraman olacak. Libya gibi minik bir devletin buna yeltenmesi her ne kadar komik olsa da Kaddafi böyle uçuk bir adam. Türkiye’ye yardım etmek suretiyle coğrafyada prestij kazanma derdinde. Yoksa Türkiye gerçekten umrunda filan değil. Parayla, petrolle liderliğe oynayan minicik bir ülke ve çılgın bir liderin hikayesi bu. Kıbrıs’ta yaşanan da bundan ibaret. “Bakın, koskoca Türkiye bile bana muhtaç” şeklinde propaganda malzemesi yani.

Babam bütün maaşını Libya’nın geleceği için harcadı

Babanız Sadullah Bey, Libya’da başbakanlık yapmış önemli bir isim. Libya için neler yaptı?
Babam makamı gereği çok yüksek bir maaş alıyordu. Fakat bu maaşın ne şahsına, ne de biz çocuklarına tek kuruş faydası olmuştur. O vakitler Libya çok fakir bir ülkeydi. Halk inanılmaz bir cehalet içerisindeydi. Trablus’a, Bingazi’ye gittiğinizde gördüğünüz manzara tam bir felaket manzarasıydı. Ben oraya Galatasaray Lisesi’ni bitirip gitmişim. Bingazi’deki gençleri gördüğüm zaman şoka uğradığımı hatırlıyorum. Bakın, rahmetli babamın Libya için ne yaptığını söyleyeyim. 1949 yılında başbakanlık makamına oturan babamın maaşını İngiliz hükümeti ödüyordu. Sadece babamın maaşını değil, bütün bürokrasinin maaşı oradan geliyordu. Rahmetlinin maaşı banka hesabına sterlin olarak yatıyordu. Derken rahmetli 1952 yılında vefat edince banka hesabı açıldı ve sadece 25 sterlin parası olduğu görüldü. Halbuki rahmetlinin aylığı ciddi bir paraya tekabül ediyordu. Üstelik biz o sıralar ailece neredeyse iflas halinde, İstanbul’da binbir meşakkat içerisinde yaşıyorduk.

Koskoca başbakandan size intikal eden bir miras olmadı mı yani?
Olmadı. O vakitler ben bunu bir türlü anlayamıyordum. Vaziyeti sonradan öğrendim. Babam ne yapmış o kadar parayı, bilin bakalım? Libya’lı çocukların tahsil görmeleri için harcamış. Nerede tahsil görecekler? Ta 1000 kilometre ötede, Kahire’de. Peki, oraya nasıl gidecekler? O zamanın imkanlarına göre bir kamyona 40 çocuk doluşacak ve ıpıssız çölde tam 1000 kilometre yol gidecekler. Oradaki üniversiteye kayıt yapacaklar. Orada kalıp tahsillerine devam edecekler. Bunların hepsi için para lazım. Babamın kaç kamyon öğrenci gönderdiğini henüz bilen yok. Çünkü o kadar çok öğrenci göndermiş ki! Okusunlar, adam olsunlar; ülkelerine, Libya’ya dönüp burada kendi insanlarına hizmet etsinler diye. Bu nasıl bir devlet adamlığıdır! Biz ailecek iflas etmişiz, beş parasız kalmışız fakat babam gözünü kırpmadan aldığı bütün maaşı, elindeki bütün parayı Libya’nın geleceğine sarf ediyor. Üstelik o sıralar onun oğlu olan ben Tıp Fakültesi’ni 3. sınıfta bırakmak zorunda kalmış, gazeteciliğe başlamışım. Ayakta kalabilmek, yaşayabilmek için. Çünkü aile parasızlık yüzünden perişan bir halde.

Ne muazzam bir hikaye! Böyle devlet adamı kaldı mı sizce?
Babama hep saygı duyuyor oluşumun altında işte bu dürüstlüğü yatıyor. Evet, belki bize, kendi ailesine kazık attı. Bizi çok zor durumlarda bıraktı. Ama kabul etmek lazım ki çok dürüst bir adam. Umurunu yüklendiği ülkenin gençlerini kurtarmak için kendisini ve ailesini feda edecek bir ahlaka sahip. Bir de olayı şu açıdan düşünün: Rahmetlinin okuyup adam olsun, geri gelerek ülkesine hizmet etsin diye gönderdiği gençlerin acaba kaçta kaçı bu sorumluluğu kendisinde hissedip de geri dönmüş ve ülkesine hizmet aşkıyla yanıp tutuşmuştur?

Belki de çok azı…
Elbette ya… Velhasıl kelam bütün bunları ayrı ayrı yaşadığım için beni etkilemiştir. Babam bizi bitirmiş olsa da kendisine saygım sonsuzdur. O kadar parasızlık yaşadık ki, apar topar gazeteye müracaat etmek durumunda kaldım. Tıp Fakültesi’ni 3. sınıftayken terk mecburiyeti ayrı bir hadise. İki sene daha okusam doktor çıkıyorum. Rahmetli babam Libya için işte bunları yapmış adamdır. Peki, Kaddafi iktidara geldi, rahmetli babamın yaptığını yapabildi mi? Sıradan bedevi çocukları tahsil görsün, adam olsun diye bir çabası oldu mu? Hayır. Sadece kendine bağlı kesime tanıdığı bir ayrıcalık mevzu bahis.

Libya’nın parasını kim yağmaladı?

Kaddafi’nin büyük bir servet bıraktığı biliniyor. Çeşitli banka hesaplarına dağılmış bu servete ne oldu? Libya halkının parasına kimler el koydu?
Petrol Libya’nın başına her zaman bela oldu. İlk adımlar Kaddafi’den önce atıldı. Avrupa ve Amerika bu vesileyle ülkeye ayak bastı. Adamlar petrolü çıkarıp karşılığında Libya devletine de bir şeyler verdiler. Kaddafi sonrası meseleyi bizzat takip eden birisi olarak söylüyorum, petrolden gelen paralar Arjantin’de hesaplar açıldı ve oraya transfer edildi. Bu hesaplar, elbette gizli hesaplardı. Uzun yılların hikayesidir bu. Şimdi size hangi tarihte, nerede, hangi hesap açıldı tek tek söyleyecek durumda değilim. Fakat uzun bir süre Kaddafi’yi ve icraatlarını yakından takip eden birisi olarak mevzuyu çok iyi biliyorum.

1980 yılında biliyorsunuz askeri darbe oldu. Ben Ecevit’in dış politika danışmanıydım. Darbeciler bana: “Biliyorsun, darbe yaptık. Vaziyeti Avrupa’ya izah edecek birine ihtiyaç var. Bunu da sen yapacaksın” dediler. Onlara verdiğim karşılık “Askeri bir darbe Avrupa’ya anlatılamaz” oldu. Bunu der demez canıma okudular. Aylığımı beş misli küçülttüler. Bildiğiniz parasız kaldım. Fakat tam o sırada bana Libya’dan doçentlik verildi ve arşivlerde çalışma yapmaya çağırıldım. Biliyorsunuz, oradaki arşivler Türkçe ve adamlar işin içinden çıkamıyor. Bu, tam zamanında gelen bir fırsattı benim için. Oraya nasıl kaçtığımı artık siz tasavvur edin.

Üç buçuk sene oradaki üniversitede arşiv çalışması yaptım. Bu süre zarfında zaten çok iyi tanıdığım Kaddafi’yi hep takip ettim. Kaddafi de beni bildiği için aramızdaki irtibat devam etti. Ben siyaseten ortalıkta görünmüyordum fakat elime geçen bilgileri de bizim tarafa iletiyordum. O yıllardaki tespitime göre Kaddafi günden güne deliriyordu. Neticede olan oldu ve bugünlere gelindi. Arjantin başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesindeki gizli hesaplarda biriken o muazzam servetin akıbeti araştırılmalı. Birileri el koymuşsa vaziyet ortaya çıkarılmalı. O para Libya’ya ve Libya halkına ait.

İktidarlar değişse de kazanan yine Avrupa

Libya’daki son gelişmeler hakkında ne diyeceksiniz?
Libya’nın geleceği noktasında belirsizlik hakim. Kendi aralarında müthiş bir çekişme yaşıyorlar. Son zamanlarda adı sıkça duyulan Hafter’in iktidara gelmesi üzerine bir plan görülüyor. Fakat neticede adı Hafter olsa da iktidara geleni ikinci bir Kaddafi olarak görmek lazım. Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında bir döngü söz konusu. Bir diktatör yıkılıp gidince ahali şöyle ağız tadıyla “oh” bile diyemeden yerini daha zalim biri alıyor. Netice itibariyle kim iktidara gelirse gelin kazanan hep Avrupa. Çünkü coğrafyadaki petrole hükmeden yine Batı dünyası, yerli ahali değil. 

Benzer konular